Batı dünyasıyla aramız neden açıldı?
Rusya’dan satın aldığımız S-400 füzeleri üzerinden yürüyen tartışmanın iki boyutu var: İlki, ABD ile veya Batı Bloku ile ilişkilerimizin geldiği nokta. İkincisi, Rusya ile ilişkilerimizin gideceği yer…
Lafı uzatmadan, peşinen söylemek gerekirse, 19. yüzyıldan itibaren Rus yayılmacı siyasetinin oluşturduğu tehdide karşı Avrupa güçleriyle işbirliği yapmak zorunda kaldığımız ve bu işbirliğini İkinci Dünya Savaşından sonra ABD öncülüğünde bir askeri ittifak sistemi içinde sürdürdüğümüz gibi, bugün de Soğuk Savaş düzeninin ortadan kalkmasından sonra bile jeopolitik zorunluluklar değişmediği için Batı Bloku dışındaki bir yer bizim için güvenli değil hâlâ.
Meseleye soğukkanlı bir şekilde ve tarihi tecrübeler ışığında bakıldığı takdirde görülen bu. Batı güvenlik bloku içinde yer alma tercihi veya batılı ülkelerle işbirliği yapma siyaseti ülkemizin üzerinde bulunduğu toprak parçasının gereğidir. Batı emperyalizmine gönüllü teslimiyet değildir. Elbette bedelsiz bir işbirliği değil bu. Ancak fayda maliyet analizi yapıldığında Türkiye’nin çıkarına olduğu çok net görülebilen bir ilişki. Türkiye’nin çıkarı bu ilişkiden bekasını sürdürme garantisi devşirmesi.
Öbür taraftan, Türkiye ile Rusya’nın iyi ilişkiler içinde olması iki tarafın da yararına. Ama iki ülkenin de tarihten ve bulundukları coğrafi konumdan kaynaklanan özellikleri stratejik bir ittifak içinde olmalarına engel. Jeopolitik şartlar iki ülkeyi müttefik olmaktan ziyade rakip olmaya zorluyor. Rus devletinin ve Rus milli politikalarının 1917 Devrimi sonrası birkaç yıllık “yeniden yapılanma” sürecinde yaşanan yakınlaşmanın tekrarlanmasını beklemek gerçekçi değil.
***
Bana sorarsanız, Türkiye Batı güvenlik sisteminin dışına çıkmak gibi bir arzuya sahip değil. Bunu düşünmek gerçekçi de değil. Zaten Rusya da buna ihtimal vermiyor ki bizim gösterdiğimiz bunca yakınlığa rağmen ne İdlib’deki çıkarlarımıza saygı gösteriyor ne de domates ithalatını veya vize serbestliğini geri getirmeyi kabul ediyor.
Bu şartlar altında Ankara’nın “Avrasya seçeneği”ni gündeme aldığını düşünmek hayalcilik olur. Ama tabii Batı dünyasının tek başına dayattığı ilişki standartlarına mahkûm olmadığımızı göstermenin de zararı yok. Ne var ki bunu yapabilmek için elimizin biraz daha rahat olması gerekiyor.
Atlantik ittifakının ABD ve Avrupa olmak üzere iki kanadının olduğunu ve özellikle son zamanlarda bu iki kanat arasında belirli bir gerilim olduğunu hatırlarsak, Türkiye’nin bugünlerde NATO içinde her iki kanatla birden problemler yaşıyor olması akıllıca bir tercih değil.
Özellikle bugünkü ABD yönetiminin NATO ittifakının “veren tarafı” olmaktan çıkma yönündeki tutumu hem Atlantik’in iki yakası arasında çelişkileri ve anlaşmazlıkları artırıyor hem de aynı zamanda Türkiye’nin Washington karşısındaki müzakere gücünü zayıflatan bir faktör oluşturuyor.
***
Diğer yandan, bizim tarihî süreç içinde Batı dünyasıyla inişli çıkışlı ilişkilerimizin, çatışmalarımızın ve işbirliği arayışlarımızın yalnızca askeri güvenlik boyutuyla değerlendirilmesi büyük bir eksiklik olur. Ankara’nın ekonomik gelişme hedeflerinin, demokratikleşme taleplerinin, yönetim kalitesini ve hukuk standartlarını yükseltme ihtiyacının karşılanması yolunda kullanabileceği bir “çıpa” bu ilişki sistemi. Bu ilişki sisteminin iki ayağı var: NATO ve Avrupa Birliği.
“NATO’nun asıl patronu” diyebileceğimiz ABD ile aramızın açılmasındaki en büyük etken Suriye’nin kuzeyindeki oluşumlara yönelik tutumlarımızın çatışması. Ama Suriye meselesi ortaya çıkıncaya kadarki sürede AK Parti yönetimindeki Türkiye ABD ile tarihindeki en yakın olduğu dönemi yaşadı.
Aynı şekilde AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte bahar havası yaşamaya başlayan Türkiye-AB ilişkilerinin bozulması da bizim Ortadoğu siyasetinde mevzi kaybetmemizin sonucu. Çünkü bizi AB nezdinde değerli kılan, üyelik müzakerelerinin yolunu açan özelliğimiz 2002 sonrasında İslam dünyasında artan itibarımızdı. Aksine İslam dünyasındaki itibarımızın kaynağı da “hem Müslüman hem demokrat” olmanın örneğini göstermemizdi. Yani kendi kimliğimizi koruyarak Batı sistemi içinde yer alıyor olmamızdı.
Uzun sözün kısası, dolaylı ve dolaysız olarak Ortadoğu siyasetimizdeki radikal değişim tercihimizin sonucu hem ABD ile hem de AB ile ilişkilerimizin bugünü.