Bakın, bir numaralı sanık da bir şey söylemiş

CUMARTESİ YAZILARI

Sultan Abdülaziz’i öldürttükleri suçlamasıyla Yıldız Mahkemesinde yargılanan zevat içinde en önemli kişi Midhat Paşa’dır. Çoğu değerlendirmeye göre asıl hedef de odur. Ancak eski sadrazam dışındaki isimler de Abdülhamid yönetimi için ifade ettikleri siyasi anlamlar itibarıyla dikkat çekicidir.

İddianamede cinayeti planlamakla suçlansa da yargılananlar arasında yer almayan eski padişah V. Murad yeni padişah için en büyük tehlike durumundaydı. Çünkü ruh sağlığını kaybettiği gerekçesiyle hal’ edilen V. Murad’ı tahtın gerçek sahibi olarak görüp Abdülhamit’in yerine yeniden eski padişahın getirilmesi arzusunda olanlar vardı. Yine cinayetin planlayıcısı olmakla suçlanan Valide Sultan ise, oğlunun akıl sağlığının yerinde olduğu ve II. Abdülhamid’in hileyle tahtı ele geçirdiği propagandasını yapıp yaydığı için Yıldız sarayının tepkisini çekiyordu.

Sultan Hamid’in kız kardeşlerinden Cemile Sultan’ın eşi Mahmut Celalettin Paşa kayınbiraderi II. Abdülhamid’in padişah olması için en fazla gayret göstermiş kişi olarak biliniyor. Saltanatının ilk zamanlarında da padişahın en yakınındaki adamdır eniştesi. (Sadrazam Rüştü Paşa’ya “Sultan Murad ile validesinin ortadan kaldırılmasına ne diyeceğini” sormak üzere gönderilecek kadar.) Sonradan bilinmeyen bir sebeple araları açılınca ilişkileri düşmanlığa dönüşmüştür. Hamid’in diğer kız kardeşi Fatma Sultan’ın eşi olan Nuri Paşa ise kayınbiraderleri arasında V. Murat’a yakındır zaten.
Bu sayılan isimler dışındaki sanıklar ise, Midhat Paşa’ya göre, Yıldız Sarayında hazırlanan cinayet senaryosundaki boşlukları doldurmak üzere kurban edilmişlerdir.

Uzunçarşılı’nın bulup yayımladığı “gayri resmî” mahkeme dosyasından geçen hafta söz etmiştik. Tarihçimizin tespitine göre sanıklar ve tanıklar istenen tarzda ifade verinceye kadar defalarca yeniden sorgulanmışlar, resmî dosyaya bu son sorgu zaptı konmuştur. (Diğer yandan, sorgulama aşamasında elde edilen “matluba muvafık” ifadeler daha mahkemeye ulaşmadan gazetelerde haber olarak yayınlanmaktaydı!)

Midhat ve Mahmut paşalar gibi “asıl sanıkların” ifadeleri ise iddianamede tahrif edilerek kullanılmıştır. Bazı ifadeler de kendi bağlamlarından koparılıp başka bağlamlar içinde, başka anlamlara gelecek şekilde değerlendirilmiştir.

Sanık ifadelerinde Uzunçarşılı’nın dikkatini çeken önemli bir nokta da şudur: “Bunlar birbiriyle görüşüp konuşmadan ayrı ayrı yerlerden Yıldız’a getirilip orada yine ayrı ayrı yerlerde hapsedildikleri halde, ilk istintaklarındaki ifadeleri birbirini tutmakta ve bu suretle ölüm vakasının intihar olduğu açık olarak görülmektedir.” Oysa tahammül edilmez işkenceler neticesinde ilk ifadelerinin tamamen aksini söyleyerek Abdulaziz’i öldürdüklerini beyan eden sanıkların bu ikinci ifadelerinde çok sayıda tutarsızlık ve mantıksızlık görülmektedir.

Keza diğer sanıkların ve tanıkların ifadelerinde de aynı durum görülebiliyor. Bunlardan bir kısmını Midhat Paşa da hatıratında dile getiriyor. Duruşmalar sırasında mahkeme heyetine “Bu mazbatada doğru olan iki şey var. Başındaki besmele ile sonundaki tarih” diyen Paşa, Taif mahpusluğu esnasında kaleme aldığı hatıralarında da öncelikle Sultan Aziz’in öldürüldüğü görüşünü ispat etmek üzere -bazı sanık ve tanık ifadelerine dayandırılarak- ileri sürülen senaryoyu hem olgusal gerekçelerle hem de mantıksal itirazlarla çürütmeye çalışmıştır.

Buna karşılık, Yıldız Mahkemesi’nin en önemli sanığı durumundaki Midhat Paşa’nın bu yoldaki itirazlarının yer aldığı hatıratından konu hakkında yazılmış kitapların nerdeyse hiçbirinde söz edilmemesi ilginç değil mi?

Olağanüstü bir mahkemede yargılanıp Abdülaziz’i öldürttüğüne hükmedilerek ömür boyu sürgüne gönderilen ve orada da kaçabileceği şüphesiyle vahşice katledilen bir kişinin kendisine yönelik suçlamalarla ilgili ne söylediğinin merak edilmemesi normal mi?

Bunun sokaktaki adam tarafından merak edilmemesi normal olabilir belki ama bahse konu olay hakkında yazılmış kitaplarda yok sayılması normal olmasa gerek. Bu yüzden, Midhat Paşa’nın mahkemede kendisine yöneltilen suçlamalara karşı, geçen hafta bir bölümünü alıntıladığım, itirazlarından birkaç örneğe daha dikkatinizi çekmek istiyorum:

“Pehlivan Mustafa ifadesinde, merhumu Fahri Bey’in verdiği bir bıçakla öldürdüğünü söylemiş. Bunlar merhumu öldürmek için gönderilmiş ve kendileri de o niyetle gelmişken, yanlarında çakı, bıçak veya makas gibi bir yaralayıcı aletin olmaması ne tedbirsizliktir? İçeri girerken Fahri Bey bıçağı vermemiş olsa acaba ne yapılacaktı?”

Diğer yandan yine Pehlivan Mustafa’nın “arkadaşlarıyla beraber işi bitirdikten sonra çıkıp gitmiş oldukları” şeklindeki ifadesini ise şöyle yorumluyor Paşa: “Cinayetin işlenmesi esnasında gerek Mustafa’nın ve gerek merhumun dizlerine oturmuş denilen arkadaşlarının üzerlerindeki elbiseye kan sıçramış ve bulaşmış olmak tabii olmasıyla bunlar elbiselerini nerede ve ne vakit temizlemişler? Ve Mustafa’nın takririne göre iş bittikten ve merhum vefat ettikten sonra savuşmuş olmaları lazım gelir iken, olay üzerine feryadı işiten askerle içeriye giren zabitan ve sairenin odaya girmelerinde merhumun gözlerini açıp kapamakta ve Valide Sultan’ın kucağında olduğu görülmesiyle o aralık askerle içeriye girmiş olan Pehlivan Mustafa ile Hacı Mehmet eğer evvelden orada kalmış ve bulunmuş ise niçin yakalanmamışlardır. Eğer önce savuşup da sonradan askerle beraber girmiş deniliyorsa, elbise değiştirip kan bulaşıklarını temizleyip vefattan önce yetişmeleri hangi zamana ve hesaba sığdırılmış? Böyle bir cinayeti işlemiş ve savuşup kaçmış adamların firar edecek yerde, tekrar askerle içeriye girmeleri tasavvur olunabilir mi?”

Yine benzer şekilde Zevkyab Kalfa’nın tanıklığı konusunda söyledikleri şunlar: “Olay üzerine odaya en evvel yetişip girenler merhumun hazinedarlarıyla validesi olup, ihtimal ki Zevkyab dahi cariyelerden olması dolayısıyla bunlarla birlikte odaya girmiş olabilir ise de, diğerlerinden hiçbiri neden böyle bir şey görmemiş ve hissetmemiştir?.. Ve Pehlivan Mustafa kanın akması için bir çeyrek saat odada kalmış iken, Zevkyab Kalfa bunların odadan çıkar veya merdivenden inip kaçarken hiçbirine tesadüf etmeyip de, yalnız Mustafa’nın pencereden çıkışını görmesi ve bunu da beş sene hiç kimseye söylemeyip şimdi haber vermesi ne garip ve ne acayip bir hikayedir.”

Söz konusu sanık ve tanık ifadelerine dayanılarak Mabeynci Fahri Bey’in cinayete iştirak ettiği iddiasına karşı ise şunu söylüyor: “Merhumun kollarını Fahri Bey’in tuttuğunu ve Pehlivan’ın kestiğini açık kalan oda kapısından iki harem ağası görüp seyir ve temaşa etmiş iken, iş bitip merhum öldükten sonra Fahri Bey korkmadan harem halkı içinde ve Valide-Sultan’ın yanında kalıp ne onun ve ne de katil denilenlerin hakkında hiç kimse tarafından şüphe bile edilmemesi, eğer vuku bulmuş bir şey ise mutlaka uykuda görünen rüya olması iktiza eder.”

Cariyelerden birinin tanıklığı hakkında: “Pervin-Felek denilen cariye, Şura-yı Devlet azasından olup bu meseleden dolayı vezaret rütbesiyle ödüllendirilip meramına ulaşan Mahmut Celalettin Bey’in oğlu Münir Bey’in hanımıdır. Bu cariye, merhum Hakan’ın ölümü tarihinde on-onbir yaşında bir çocuk olduğu ve hazinedar olduğunun aslı olmayıp, basit cariyelerden biri olduğu halde, merdivenden iki zabitin çıktığını yalnız bu çocuk görmüş de, dairede bulunan üçyüzden fazla insandan hiçbirisi nasıl olmuş da görmemiştir? Bunların girip çıkmasından sonra, olay meydana geldiğine göre, o hanım böyle iki zabiti gördüğünü kimseye haber vermeden beş sene gizli tutup da, Münir Bey’e zevce olduktan sonra şimdi söylemesi ne hikmetten dolayıdır?”

Harem ağalarının tanıklığı hakkında: “Kendileri odanın önünden geçerken oda kapısını açık bulup baktıklarında, katiller bir taraftan merhumun kollarını keserken bu iki zabitin kılıçlarına dayanıp durduklarını ifade etmiş ve hatta merhumun Fahri Bey’e ‘Allahtan bul!’ dediğini dahi işitmiş olmalarıyla ve bunlar ise harem halkından oldukları için derhal keyfiyeti haber verecekleri açıktır. Bu durumda bu işe kumandan ve gözcülük yapan bu iki zabitin kapıyı açık bırakıp, Arapların enine boyuna seyir ve temaşa etmelerine bir şey dememiş olmaları ve Arapların beş sene hiç seslerini çıkarmayıp şimdi konuşmaları, acaba hangi manaya alınmalıdır.”

NOT: Yazıdaki alıntıların kaynağı: Osman Selim Kocahanoğlu (haz), “Midhat Paşa’nın Hatıraları: 2 / Yıldız Mahkemesi ve Taif Zindanı”, Temel Yay., 1997

YORUMLAR (97)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
97 Yorum