Amerika’da ne gördüm
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen haftaki ABD gezisini izleyen gazeteciler arasındaydım. Siyasetin tartışma gündeminde yerini hâlâ koruyan ve fantastik spekülasyonlara konu edilen bu gezinin bendeki izlenimleri biraz farklı.
Kemal Bey’in kendi camiasından gelen “Zamanlaması doğru muydu” eleştirileri veya iktidar kanadının “İcazet almaya gitti” suçlamaları beni hiç ilgilendirmiyor. Müsaade ederseniz, bu saatten sonra konuşmaya değer de gelmiyor.
Gelgelelim, söz konusu gezi çerçevesinde bilim merkezlerine yapılan ziyaretler ve her biri dünya çapında saygınlığa sahip kimi bilim insanlarıyla gerçekleşen görüşmeler benim açımdan “siyasetin dışındaki dünya” realitesinin tanınması bakımından önemliydi.
Çünkü bu ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenmeye talip olan siyasetçilerin günlük kısır tartışmaların ötesinde somut gerçekler evrenine ayak basmaları lazım.
Türkiye’deki eğitim sisteminin, üniversite düzeninin, iş dünyası ile akademi arasındaki ilişkilerin yeniden dizaynına yönelik ihtiyaç çok fazla kişinin umurunda olmayabilir. “Kılıçdaroğlu Boston’dan New York’a niye kara yoluyla gitti” sorusunun cevabı daha çok merak ediliyor olabilir. Ancak Türkiye’nin teknoloji üreten ve katma değerli teknolojik ürünler ihraç eden bir ülke haline gelmesinin yolu nedir sorusuna vereceğimiz cevap daha önemli. Kusura bakmayın.
Dolayısıyla ben söz konusu gezinin bilim merkezlerine yapılan ziyaretler ayağında gördüklerime ve duyduklarıma ilişkin izlenimlerimi paylaşacağım.
Burada birçok vesileyle isimlerini sık sık andığımız dünyaca ünlü sosyal bilimcilerimizi bu defa dışarıda bırakarak, Kılıçdaroğlu’nun ziyareti vesilesiyle adları gündeme gelen -sayısal bilimler alanında büyük başarılara imza atmış- bazı değerlerimizden söz edeceğim.
***
Gezi çerçevesinde ABD’nin belli başlı üniversitelerindeki kendi özel araştırma laboratuvarlarında gerçekleştirdikleri bilimsel çalışmalar ve yaptıkları teknolojik buluşlarla ülkemizin gururu olan Türk bilim insanlarından yalnızca birkaçı ile görüşmek mümkün oldu. Çünkü doğal olarak kısıtlı bir süre söz konusuydu.
Medikal teknoloji alanında çığır açıcı buluşlara imza atan Canan Dağdeviren’in yaptığı sunum çok etkileyiciydi. MIT Media Lab’da yönettiği araştırma grubuyla birlikte geliştirdiği kişiselleştirilmiş tıbbi maske, meme kanserinin erken teşhisini sağlayacak çipli sütyen, uzak mesafeli iletişimi fiziksel duyulara aktaran akıllı sensörler vb. gibi “giyilebilir” medikal teknoloji cihazları hakkında verilen bilgileri heyecanla dinledik.
MIT Nükleer Enerji Bölümündeki laboratuvarında ekibiyle birlikte enerji dönüşümü konusunda çalışmalar yürüten nükleer bilimci Bilge Yıldız ise elektrik kullanarak hidrojen üretmeyi veya hidrojen kullanarak temiz elektrik üretmeyi sağlayan sistemler üzerine yapmakta olduğu araştırmalar hakkında bilgi verdi.
Harvard Üniversitesi bünyesindeki Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi’nin başkanı Gökhan Hotamışlıgil, metabolizma hastalıklarının teşhis ve tedavisi alanında çok önemli bilimsel keşiflere imza atmış olan bir araştırmacı. Nobel tıp ödülüne en yakın Türk bilim insanı olarak görülen Hotamışlıgil, bizi ağırladığı üniversitedeki ofisinde karaciğer araştırmaları konusunda çığır açan buluşlarını herkesin anlayabileceği yalınlıkla anlattı.
Biyomedikal alanında çalışmalarıyla uluslararası bilim camiasında saygın bir yeri olan Mehmet Toner 300 milyon hücreyi bir saniyede tarayarak kanserli hücreyi teşhis edebilen bir sistem geliştirmiş. Toner kendi çalışmaları hakkında verdiği bilgilerin yanında ABD’deki bilimsel çalışmalarda kamunun rolü ve iş dünyası ile üniversitenin işbirliği modellerini de anlattı.
Bazılarının maliyeti çok yüksek olabilen bilimsel çalışmaların finansal kaynağı üniversitelerin kendi fonlarından ve hayırseverlerin bağışlarından temin ediliyor esas olarak. Ancak en büyük finansal katkı devletten, diyor Mehmet Toner. Demek ki “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesi geçerli değil, ülkeler arasındaki ekonomik/endüstriyel rekabetin motoru olan “bilimsel araştırma” söz konusu olduğunda.
***
Bu toplantılarda özellikle Amerikan üniversitelerindeki eğitim modeli ve bilimsel araştırma düzeniyle Türkiye’deki muadillerinin mukayesesi çokça yapıldı. Anlaşıldığı kadarıyla buradaki kilit nokta devletin denetleyici ve düzenleyici rolü yanında bilim insanlarına özgür çalışma ortamının ve akademik özerkliğin sağlanması gereği. Ayrıca iş dünyasının da elini taşın altına koyması icap ediyor ki gerçekleştirilen bilim çalışmalarının teknolojik ürünlerin üretimine yol açıp ekonomik kazanç elde edilebilsin. Bunun için uygun bir model oluşturulabilirse herkesin kazanacağı (win-win) bir düzen kurulabilir. ABD ve diğer batı ülkelerinde yapılan bu.
Umulur ki Türkiye’de de ülkeyi yönetmeye talip siyasetçiler bu hususta sürdürülebilir bir sistem oluşturmaya yönelik çalışmalara bir an önce başlasınlar. Kılıçdaroğlu’nun girişimi, belki yetersiz veya eksik bulunabilir ama bu yolda önemli bir başlangıç.
***
Söz konusu gezi programı çerçevesinde yalnızca dünya çapında itibarı olan seçkin hocalarla değil, ABD’nin en prestijli üniversitelerinin doktora ve post-doktora programlarında yer alan her milletten öğrencilerle de bir araya gelindi.
Pırıl pırıl Türk gençleri de vardı öğrenciler arasında. Ne yazık ki bizim gençlerimiz eğitimlerini tamamladıktan sonra ülkelerine dönme konusunda kararsız görünüyorlar. Temel kaygıları maddi şartlar da değil çoğunlukla. Türkiye’de özgür bir hayat yaşayabileceklerinden emin değiller. Özellikle ifade hürriyeti alanında sıkıntılar korku ve kaygı uyandırıyor.
Diğer yandan, bilimsel çalışmalarını sürdürebilmeleri için ülkemizde yeterli imkan ve kaynak olmayışı da bu gençler için ciddi bir çekince kaynağı.
Türkiye adına üzücü, hatta kahredici bir tablo bu. En büyük servetimiz olan ve bu bakımdan üzerine titrememiz gereken yetişmiş insan kaynağımızı böylesine kolaylıkla bozuk para gibi harcamamız olacak şey değil. İnanılır gibi değil.
Kılıçdaroğlu’na iktidara geldiklerinde bu sorunu nasıl çözmeyi düşündüklerini sordum. Beyin göçünü tersine çevirecek bir model üzerine çalıştıklarını söyledi. Türkiye’den başarılı öğrencileri yurtdışındaki üniversitelere doktora ve master eğitimi için göndermeyi planladıklarını ama bu öğrencilerin ülkelerine döndüklerinde uygun çalışma ortamı bulmalarını hedeflediklerini açıkladı.
Bu arada, altı partinin genel başkan yardımcılarından oluşan bir komisyonun bilim ve teknoloji politikalarının vizyon belgesini ve yol haritasını da belirleyecek bir çalışma yürüttüklerini anlattı. (Yeri gelmişken, dikkatimi özellikle çeken bir detay CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun sorulan sorulara cevap verirken her defasında mutlaka “Biz altı lider olarak” veya “Biz altı parti olarak” ifadeleriyle söze başlamasıydı.)
“Türkiye’nin yeniden normalleşmesi” sürecinde eğitim ve bilim kurumlarının özgür bir ortama kavuşacağını ve bilimsel özerkliğin, mali özerkliğin sağlanacağını belirtti Kılıçdaroğlu.
Umalım ki müstakbel “altılı masa iktidarı” bu hedefler doğrultusunda ülkemizde bir eğitim ve bilim sistemi kurulabilmesinin yolunu açacak adımlar atar.