Yine tarih: ‘Darbeciler’ ‘Yolsuzluklara’ karşı!
Geçen hafta kutuplaşma tarihimizde “mümtaz” bir yeri olan Gezi üzerine değerlendirmelerde bulunmuştum.
Sıra, çıtanın daha da yükseldiği 17-25 Aralık girişiminde...
Aralık darbesi ile Gezi arasında benzerlik aranacaksa, onların tek ortak yönü, Gezi’de iktidarla çatışmış ne kadar seküler varsa hepsinin bu karanlık hamlenin arkasına dizilmiş olmasıdır.
Aralık, Gezi’den farklı olarak çok açık biçimde küresel ayakları olan bir darbe girişimidir. Yine Gezi’den farklı olarak, kültürel bir kimliğin birikmiş tepkisinin açığa çıkmasıyla; sivil dinamiklerle ilgisi yoktur. Neocon-ABD-İsrail eksenli bir networkün İslami dünyaya dönük, iddialı, özgün bir yatırım enstrümanı olan sızmacı bir organizasyonun iktidarı düşürme hamlesidir.
Her şey o kadar gözümüzün önünde oldu ki, yaşananın bir Gülenist darbe olduğuna ikna etmeye çalışmak için cümle kurmayı yer ve zaman sarfı sayarım.
***
Kutuplaşma açısından önemli olan şu: Gezi döneminde demokrasi istediklerini söyleyen muhalifler; neredeyse firesiz, bu bürokratik darbeyi desteklediler.
İçlerinde kendisini “liberal”, “sol” gibi sıfatlarla tanımlayan; Gezi öncesinde iktidarın siyasetlerine “yetmez ama evet” sınırlarında destek verenlerin de yer aldığı muhalif blok için artık tek bir öncelik kalmıştı: Bir gün sonrasında nasıl bir Türkiye’ye uyanacaksak uyanalım; yeter ki Erdoğan iktidarından kurtulalım.
Arşivler, 2014 Mart seçimlerine giderken kaleme alınmış, Erdoğan’ı “siyasi mevta” ilan eden; hükmün çoktan verildiğini “müjdeleyen”; “Oyum Sarıgül’e” yazılarıyla dolu.
Her kritik virajda yayınladıkları bildirilerle hatırlanacak olan münevver sınıfı o zaman da şaşırtmadı; Zaman gazetesinin manşetten verdiği “Yeter artık AKlama” başlıklı bildiride AKP’nin yolsuzlukları örtmesinden ve darbeci askerlerle uzlaştığından şikâyet ederek şöyle sesleniyorlardı : “HSYK’nın yapısını 2010 öncesine döndürerek tümüyle hükümete bağlamaktan yolsuzluk soruşturmasını yapan yargı mensuplarının ve kolluk güçlerinin tasfiye edilmesine kadar bir dizi hukuksuzluk gündemde.”
Yapılan; tipik perdelemecilikten başka bir şey değildi. Gülen’in kontrolündeki HSYK ve operasyonu yürüten bürokratik çeteye dokunmak “hukuksuzluk” olarak görülüyor, “işlerini yapmalarına” engel çıksın istenmiyordu…
Eğer 17-25 Aralık başarıya ulaşsaydı, bu ülkenin bütün iktidar mekaniği çok derin ve kalıcı biçimde değişecekti. Erdoğan gibi, geniş kitlelerin desteğini almış; devletin kadim vesayet hiyerarşisinin aşılmasında güçlü bir irade göstermiş ve bunu başarmış bir siyasi gücü indirip “kelepçeyi takabilseydi” bu darbe; ondan sonraki yıllarda onun tahtının yanına yaklaşabilen olmazdı.
Türkiye’nin siyasi hattını o darbenin mimarlarından başkası tayin edemezdi. Siyasi kaderimiz; orada gördüğümüz birkaç imam ve gözü yaşlı söylevler veren bir sürgünü çok aşan küresel bir networke teslim edilmiş olacaktı. Yine sandıklara gider, oylarımızla sahnenin önündeki oportünist siyasetçileri seçerdik. Onlar da çetenin kendilerine bıraktığı alanda siyasetçilik oynarlar; kırmızı plakalarının tadını çıkartırlardı. Askeri vesayet yıllarında gördüğümüz gibi…
***
Bu süreçten, Erdoğan ve takipçilerinin de payına esaslı yanlışlar düşüyor kanımca.
Seçim gecesi Erdoğan’ı suçlanan Bakan’larla balkonda el ele görünce gözlerime inanamadığımı itiraf etmeliyim. Yüce Divan’a gitmelerinin engellenmesinin de arkasında Erdoğan’ın iradesi olduğu sır değil. Bu yolun kapatılmasının gerekçeleri, ben de dâhil geniş kesimlerin gözünde hiç inandırıcı olmadı. İddialar şeffafça yargılanamadılar; dumanın çıktığı yerde “zannedilenden de mi büyük bir ateş var” kuşkusu yaratarak örtüldüler.
Sonuçta; her iki tarafın da birbirine karşı “hırsızlık” ve “darbecilik” gibi düşmanca sıfatları heybesine atmasıyla, öfkeleri birkaç tık tırmandırıp, kutuplaşma serüvenimizde yeni bir köşeyi sağ salim dönmüş olduk toplumca!