Beslenme düzenini değiştirmek ömrü 10 yıl uzatabilir

The Conversation’da yeni bir araştırma yayınlandı. Deniyor ki, daha sağlıklı beslen ömrün uzasın. Benzeri çalışmalar daha önce de yapıldı aslında. Ancak bu kez birçok ülkeden uzun yaşam ve beslenme araştırmaları ve veriler de bu çalışmaya eklendi.

Tüm verileri bir araya getiren araştırmacılar meyve, sebze, tahıl, fındık, baklagil, balık, yumurta, süt ürünleri, kırmızı et, işlenmiş et ve şekerli içeceklerin tüketiminin yaşam beklentisini nasıl değiştirdiğini belirledi.

Sonunda uzun ömür için optimal bir beslenme programı ortaya çıkarıldı. Daha fazla baklagil, tam tahıl, fındık ve az miktarda kırmızı etin en doğru seçim olduğu iddia edildi.

20 yaşından itibaren optimal bir diyet uygulamak yaşam beklentisini 10 yıldan fazla artırabiliyormuş. 20’li yaşlarını çoktan geride bırakanlar da üzülmesin. 60 yaşında uygun beslenme programına geçmenin ömre sekiz yıl katacağı söyleniyor. 80 yaşında biri için bu süre üç buçuk yıl olabiliyor.

Ama gerçekçi olmakta yarar var. Beslenme programını tamamen değiştirmek çok kolay değil. Araştırmacılar bu gerçeği de göz önüne alarak optimal diyetle, tipik batı diyetinin ortası dedikleri ‘fizibilite yaklaşımı diyeti’ diye bir kavram ortaya attı. Bu diyet bile 20 yaşındakilerin yaşam beklentisini kadınlar için altı yıldan fazla, erkekler için yedi yıldan fazla artırabiliyor.

‘KUÇU’LAR DA ÇOK YAŞASIN

Ömür uzatma hakkında en çok araştırma yapılan konulardan biri. Köpeklerin yaşam süresini artırmak için yapılan ‘Dog Aging Project’ de son dönemin çarpıcı çalışmalardan biri. 2018 yılında alanının en büyük araştırması olma iddiasıyla başlayan proje, köpeklerin yaşlanma sürecini daha iyi anlama ve daha uzun yaşamalarını sağlama amacında. Klasik ‘bir köpek yılı yedi insan yılına eşittir’ dogması modası geçmiş kanıtlara dayanıyor. Geçen hafta Nature dergisinde yayınlanan bir yazıda araştırmanın detayları anlatıldı. Texas A&M Üniversitesi Veterinerlik ve Biyomedikal Bilimler Koleji, Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi ve birçok farklı kurumla ortaklaşa yönetilen projeye katılan köpekler tüm yaşamları boyunca takip edilecek. Projenin temel ilkelerinden biri yaşam tarzının, genlerin ve çevrenin yaşlanma üzerindeki etkisini anlamak diğeri de sağlıklı geçen yaşam süresini uzatmak için müdahale etmek.

Örneğin bağışıklık sistemini bastırmada etkili olan, kanser hastalıklarında kullanımı araştırılan ve yaşlanma karşıtı etkisi olduğu iddia edilen (bu konu hala çok tartışmalı) rapamisinin köpeklerde de kullanılması planlanıyor. Rapamisinin orta yaşlı, büyük cins köpeklere benzer faydalar sağlayabileceğine inanılıyor. Ekip, rapamisin ile tedavi edilen 24 orta yaşlı köpeğin, plasebo verilen gruba kıyasla daha sağlıklı kalp fonksiyonları ve kan basıncına sahip olduğunu belirledi.

İnsanlarla köpek arkadaşları aynı çevreyi paylaşıyor, her iki tür de benzer hastalıklara yakalanma potansiyeline sahip. Bu nedenle köpekler üzerinde yapılan çalışmaların insanların yaşam süresini uzatma konusunda da veriler sunacağına inanılıyor. Bize benzer şekilde köpekler de bilişsel işlev bozukluğu (CDC) olarak adlandırılan bir tür köpek demansından muzdarip. CDC’nin Alzheimer’a benzer olup olmadığı henüz belirsiz. Ancak iki bozukluğun da ortak yönleri var; her ikisi de tedavi edilemiyor, teşhis edilmesi zor ve yavaş yavaş tanıdık yüzleri tanıyamama gibi belirtiler geliştiriyor. Projede bu demans türüne sahip 200 köpek var. Köpekler hayatını kaybettiğinde beyinleri incelenecek.

Çalışmalarla ilgili veriler MIT ve Harvard Üniversitesi’nde ücretsiz olarak erişilebilen bir bulut sistemine de yüklenecek. Çalışmanın insan yaşamını uzatma konusunda da önemli sonuçları olacağı söyleniyor.

GÜN GEÇMİYOR Kİ...

Klişe bir cümleyle başlayalım… Gün geçmiyor ki yeni bir teknolojiyle tanışmayalım! Fintechler, kripto paralar derken şimdi de Neobanklar gündemde. Aslında çok da yeni değiller sadece şimdilerde bu kavramdan daha sık söz edilir oldu. Yaklaşık 5 yıl önce İngiltere’de ‘challenger banks (meydan okuyan bankalar) olarak ortaya çıktı. ABD’de Neobank (yeni banka) olarak tanımlanıyor.

Neobanklar, meydan okuyan dijital bankalar mı yoksa tamamen yeni bir konsept mi?

En basit anlatımıyla Neobank şubesi olmayan dijital banka demek. Dünya çapında 300’e yakın neobank var. İngiltere’deki Monzo ve Atom bank neobankların ilk örnekleriydi.

Judobank, Sofi, Upgrade, Revolut veya N26 gibi finans sektörü için çok da alışılmış olmayan isimleri var. Neobanking’in pazar büyüklüğü 2021’de 47 milyar dolardı. 2022’den 2030’a kadar yüzde 54’e yakın bir büyüme bekleniyor.

Günümüzde de pek çok işlem için bankaya gerek yok ancak neobank sistemi biraz daha farklı. Geleceği yönlendiren Z kuşağı bu kavramı da şekillendiriyor. Para kullanma, sahiplenme eğilimleri öylesine farklı ki geleneksel bankalar Z kuşağını tatmin edemiyor. Evrak toplayayım, banka şubesine gideyim, imzalar atayım onlara uygun değil. Kocaman kocaman bankaların “Finans durumun uygun değil sana kart yok, kredi de vermeyiz” gibi cevaplarından falan da hoşlanmıyorlar. Zaten neobankacılık bireysel müşteri, küçük ve orta ölçekli işletmeler arasında daha popüler. Ücretsiz banka kartları, ödeme kolaylığı, fatura oluşturma gibi işlemler de kolayca yapılabiliyor.

“Eski bankacılık kuralları geride kaldı” demek için ise çok erken. Çünkü neobanklar şimdilik ağırlıklı çek ve tasarruf hesabı gibi hizmetler veriyor. Ödeme yapma, çek işlemleri çok kolay yapılıbiliyor. Giderleri büyük bankalardan düşük olduğu için daha yüksek faizler verebiliyorlar.

Yaa bankanın yenisi mi olur, icat çıkartıp duruyorlar dememek lazım. Kripto para örneğini hatırlatırım... Küçücük bir grubun yatırım yaptığı kripto paraları şimdi dedeler, nineler biliyor. Neobankların nasıl evrileceğini, hangilerinin hayatta kalacağını da göreceğiz.

PEMBE HAYALLERİMİZ VAR...

Bu araştırma aslında çok eskilere dayanıyor ama bir şekilde yeniden gündeme geldi. ABD ve Avrupa’da bazı hapishaneler bu renge boyanıyor. Hatta bazı komplo teorisyenlerine göre zihin kontrolü için kullanılıyor. Gelelim araştırmaya… 1960’ların sonlarında Amerikan Biyososyal Araştırmalar Enstitüsü’nün direktörü olan Alexander Schauss, pembe rengin psikolojik ve fizyolojik etkileri üzerine araştırımalar yaptı. Renk tercihlerinin hastalarında değişimler yarattığını söyleyen İsviçreli psikiyatrist Max Luscher’dan etkilenen Schauss, P-618 adını verdiği pembenin diğer renklere kıyasla, kalp atış hızını, nabzı ve solunumu düşürmede etkili olduğunu kanıtladığını iddia etti. Bu rengin mahkumlar üzerindeki etkilerini belirlemek için ABD Seattle’daki denizcilik enstitüsü müdürlerini ikna etti ve bazı hapishane hücreleri pembeye boyandı (Baker-Miller pembesi adını hücreleri boyamaya izin veren enstitü müdürlerinin soyadından alıyor). Bu prosedür uygulanmaya başladıktan sonra hücrelerde ‘düşmanca’ davranışlar gözlemlenmedi.

Bu çalışmadan sonra baker-miller pembesi kullanımında bir patlama yaşandı. Çocuk ıslah evlerinde de bu renk kullanıldı.

1988’de James E. Gilliam ve David Unruh, Shauss’un teorisini test etti ve sonuçların tam olarak ikna edici olmadığını açıkladı. Ancak baker-miller’ın popülaritesi devam ediyordu. Bazı futbol takımları da rahatlamak, performanslarını artırmak, kan basıncını düzenlemek ve daha iyi odaklanmak için soyunma odalarında bu rengi tercih etti. 2018 yılında yapılan bir araştırma, hapishanede kullanılan pembe rengin erkek mahkumların agresif davranışlarını azalttığını bir kez daha kanıtladı.

Biraz da magazin... Yakın zamanda ABD’li reality şov starı, girişimci Kendall Jenner’ın evini sakinleştirici ve iştah kesici özelliği nedeniyle baker-miller pembesine boyatması bu rengi bir kez daha gündeme getirdi.

Öyle çok araştırma yapmaya gerek yoktu aslında. Eski Yeşilçam filmlerinin unutulmaz repliği “pembe panjurlu bir evimiz olacak” hayaliyle biz bu rengin büyüsünü çoktan keşfetmişiz zaten.

2035 YILINDA İNTERNET NASIL OLACAK?

İnternete bağımlıyız... Ama aynı zamanda internet insanların içindeki ‘kötü tarafı’ da ortaya çıkarıyor. Saçma sapan, tehlikeli görüşler, dezenformasyonların yaygınlaşmasına neden oldu, anti sosyallik normalleşti. Gençler özgüvenlerini sosyal medya paylaşımlarının etkileşimiyle ölçmeye başladı. Milyarlarca insan artık vazgeçmenin mümkün olmadığı internette yolunu bulmaya çalışıyor.

ABD’deki ünlü araştırma şirketi Pew, geleceğin internetinde ‘gerçeğin’ ve ‘sivil özgürlüğün’ nasıl tesis edileceği konusunda teknoloji uzmanları, kanaat önderleri, aktivistler, politikacılar ve araştırmacılardan oluşan 434 kişiyle ile bir anket yaptı. Kısa kısa öngörülere bakalım...

Henüz çevrimiçi dünyada uygun davranışların neler olduğu belirsiz. 2035 yılında bu kuralların yerleşmiş olacağı tahmin ediliyor.

Bir sonraki adım güvenlik ve huzur için dijital alanlar tasarlamak olacak. İnsanların kişisel bilgilerinin kullanımını yönetmesi mümkün olacak.

Yanlış bilgi ortadan kalkmayacak ama insanlar internette bilgileri sorgulamada daha çok çaba sarf edecek.

Gelecekte internetteki sosyal gruplar global sosyal sorunları çözme konusunda kolektif çalışmalar yapacak. Bu çalışmaların güçlü sonuçları olacak.

Dijital vatandaşlık olacak.

Dijital hümanizm artacak. Demokratik davranışların teşvik edilmesi için yeni bir profesyonel sınıf ortaya çıkacak. Yazılımcılar, bilgi küratörleri, internet okuryazarlığı uzmanları ortaya çıkacak.

Çevrim içi ve çevrim dışı diye bir kavram kalmayacak. Dijital teknolojiler hayatımıza öylesine nüfuz edecek ki gerçek yaşamla arasında neredeyse fark kalmayacak.

Süper gelişmiş uyarı sistemleri, sağlık hizmetleri yaygınlaşacak.

Yeni dijital mülkiyet biçimleri ve telif hakkı sistemi oluşacak.

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum