Libya için Suriye dersleri
Libya krizinin askerî bir çözümü olabilir mi? Kestirmeden cevap verecek olursak, evet olabilir. Tıpkı Suriye’de de olduğu gibi. Tabii ki böylesi bir çözümün sürdürülebilirliği soru işaretli olacaktır. Toplumsal rızaya dayanmadan geliştirilen askerî çözümlerin uzun erimli olmaları da pek olası değildir. Bu nedenle, Esad rejimi Suriye’de savaşı kazansa dahi barışı kazanması pek mümkün olmayacaktır. Toprak kazanabilen fakat toplumu kazanamayan palyatif bir çözümden bahsediyoruz.
Bu nedenle de bu ‘kazanımlar’ her daim kırılgan ve her daim geri döndürebilir bir mahiyette kalacak. Zaten Suriye’de kriz sonrası döneme girmiyoruz, kriz, içeriği aynı kalarak, sadece boyut değiştiriyor.
Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki kriz bölgelerinde kısa vadeli zaman projeksiyonları için askerî enstrümanlar sonuç verici olabiliyor. Saha hakimiyeti siyasal parametreleri ve süreci tayin ediyor. Yukarıda belirttiğim gibi, Esad’ın siyasal vizyonu Suriyelileri heyecanlandırdığı veya toplumsal zemini çok güçlü olduğu için Suriye’de zemin kazanmadı. Esad ve destekçileri silah zoruyla sahada ilerlediler. Trajedilerle Suriyelilerin iradesini kırıp ‘terbiye’ etmeye çalıştılar.
Zaten kriz bölgelerinde askerî ve siyasal çözüm birbirlerini dışlayan iki farklı unsurdan oluşmuyor. Askerî olan siyasal bir hüviyet kazanıp siyasal sonuç doğuruyor. Suriye krizinde, Astana’dan Soçi’ye giden yola baktığımızda bunu bariz bir şekilde görüyoruz. Astana ve Soçi süreçleri hem Suriye savaşını nihayetinde Esad’ın lehine olacak şekilde yapılandırdı hem de Esad’ın bu kazanımlarını kayıt altına almasına zemin hazırladı.
Yine, Rusya’nın Türkiye ile yaptığı her toplantı öncesinde uyguladığı mantık veya strateji yukarıdaki tezi doğruluyor. Bu toplantılar öncesinde Rusya askerî anlamda hep sahadaki tansiyonu yükselterek Türkiye’ye baskı uygulamaya çalıştı. Bunu hem İdlib hem de Libya’da görüyoruz. Yani Rusya saha üzerinden masayı şekillendirme yolunu izliyor.
Öyle gözüküyor ki Libya’da da taraflar önce sahada kazanmak sonra da diplomatik ve siyasal süreçlerle bunu kayıt altına almak istiyorlar. Sahada kazanmak için de her yolu mübah görüyorlar. Her enstrümanı devreye sokmaya hazır duruyorlar. Tıpkı Rus ve Sudanlı askerlerin Libya’da Haftar safında savaştırılmaları gibi…
Bu minvalde, Suriyeli muhaliflerden bazı savaşçıların Libya sahasına kaydırıldığına veya kaydırılacağına dair hem Türkiye’de hem de uluslararası medyada epey haber ve analiz yayınlandı. Resmî kanallardan bu konuya dair herhangi bir teyit henüz gelmedi. Yabancı savaşçıları sahaya sürmek artık Ortadoğu’daki kriz alanlarının sıradan bir resmini teşkil ediyor. Nitekim, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İran gibi ülkeler Yemen, Suriye ve Libya gibi birçok kriz alanında yabancı savaşçıları devreye sokuyorlar. Hatta Hizbullah örneğinde olduğu gibi İran, bizatihi yabancı örgütleri grup olarak Suriye’de sahaya sürdü. Yine, Rusya ve BAE gibi ülkeler farklı gerekçelerle ulusal ordularının yapmalarını istemedikleri veya yapmalarında mahzur gördükleri birçok faaliyeti Wagner ve Blackwater gibi özel askerî firmalara havale ediyorlar. Haftar’ın başlattığı son Trablus saldırılarında da Wagner’in merkezî bir rol oynadığı herkesin malumu. Nihayetinde bölgede konvansiyonel olmayan, hibrit vekalet savaşlarının cereyan ettiği bir dönemden geçiyoruz. Muhtemelen hem müspet hem de menfi dönüştürücü sonuçlarıyla tesirleri nesiller boyu hissedilecek bir Ortadoğu (Kuzey Afrika’yı da içerecek şekilde) iç savaşlar evresini deneyimliyoruz. Yani, yabancı savaşçıların bölgesel mücadelelerde kullanımı artık bir istisna olmaktan çıkıp gittikçe bir norma dönüşüyor.
Bütün bu resme rağmen, eğer doğruysa, Türkiye’nin Suriye’den Libya’ya savaşçı kaydırmasının orta ve uzun vadedeki götürüleri kısa vadedeki getirilerini bir hayli gölgede bırakır. Bu, Libya krizinin ‘cihatçılarla mücadele’ başlığına hapsedilip Haftar’ın uluslararası alanda epey zemin kazanmasına yol açar. Bunun devamı olarak da Trablus merkezli Sarraj hükümeti BM’nin tanıdığı meşru bir hükümet olmaktan ziyade yavaş yavaş Türkiye’nin vekili bir aktör olarak algılanmaya başlar.
Başka bir ifadeyle bu adım, Suriye muhalefetinin zaten epey azalmış olan meşruiyetinin son kırıntılarını da ortadan kaldıracak, Trablus’taki BM onaylı Serraj hükümetinin de uluslararası alanda bir meşruiyet krizi yaşamasına yol açacaktır. Ayrıca böyle bir adım Yunanistan, Kıbrıs, BAE ve Mısır’ın, Trablus hükümetini tanıyan ülkeler nezdinde başlattıkları bu tanımalarını geri çekme girişimlerine epey bir zemin kazandırır. Bu çabaların makes bulmasını daha olası hale getirir.
Bu minvalde Rusya Suriye’ye, 2011’deki Libya krizi ile Sovyetlerin Afganistan işgalinden çıkardığı derslerle gelmişti. Moskova, Libya meselesinde Batı tarafından aldatıldığını düşünüyor. Belki de daha doğru bir ifadeyle, Putin, dönemin Rusya devlet başkanı Medvedev’in Batılılar tarafından aldatıldığını düşünüyor. Rusya, kendisinin çekimser kaldığı BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararının Libya’da rejim değişikliği için askerî bir müdaheleye izin vermediği halde, Batı’nın bu maddeyi bu amaç için kullandığını iddia ediyor. Buna cevaben Moskova Suriye’de, Batı’ya benzeri bir hareket alanını tanımamakta kararlı davrandı. Yine, Afganistan işgalinde yaşadığı, sahanın kendisi için içinden çıkmaktan zorlanacağı bir bataklığa dönüşmesi tehlikesi konusunda da Suriye’de sakınmayı bildi. Sahaya yüksek sayıda konvansiyonel asker sürmedi. Rusya, bu her iki deneyimden çıkardığı derslerin neticesinde de Suriye’de sınırlı bir yatırımla oldukça etkin sonuçlar elde etti.
Öyle görünüyor ki, Türkiye de Libya’ya Suriye’den çıkardığı derslerle gidiyor. Askerî yollarla ve sert güç unsurlarıyla Suriye’de istediği sonuçları daha hızlı elde ettiğini düşünüyor ve bu stratejiyi Libya’da da uygulamak istiyor gibi gözüküyor. Trablus merkezli hükümetle karşılıklı bir bağımlılık ilişkisine giren Türkiye’nin, oradaki hükümetin düşmesini engellemek için gerekirse sert güç unsurlarına başvurabileceği mesajını vermesi anlaşılabilir ve bu aşamada isabetli bir strateji. Aksi takdirde, Rus paralı askerlerin dahliyle birlikte Serraj hükümetinin düşmesi an meselesi haline gelir.
Ancak Türkiye, Suriye’den ders çıkarma meselesini seçici davranarak yapmaması gerekiyor. Yani Türkiye’nin, kendisini göreceli olarak başarılı kılan politikalarının yanında kendisini başarısız kılan politikalarından da dersler çıkarması gerekiyor.
Bu derslerin başında da yabancı savaşçılar ve radikalizm meselelerinin Suriye muhalefetinin altını oyup uluslararası meşruiyetinin tedrici olarak yok olmasına yol açtığı dersi geliyor. İlaveten, yabancı savaşçılar - ve bunun bir devamı olarak radikalizm - meselesi Suriye’de rejim değişimi stratejisinin terörle mücadele gündemine kurban edilmesine yol açtı. Libya’da aynı hataların tekrar edilmemesi gerekiyor.
Yine, Libya’ya dair geliştirilen politikaların Libyalı bir sahipliğe sahip olması gerekiyor. Bu politikaların Trablus merkezli hükümetin uluslararası meşruiyetine halel getirmemesi ve onun Türkiye’nin vekil aktörü olarak algılanmasına yol açmaması gerekiyor. Ne yazık ki bu yönlü ciddi riskler belirmiş durumda. Orta vadede de Türkiye, Libya’da Serraj hükümetine olan bağımlılığını azaltacak politikalar izlemeli.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın kriz bölgelerinde uluslararası meşruiyetin her şeyi ifade etmediğini defaatle tecrübe ettik. Bunu Sisi’nin darbesine ve Esad’ın kimyasal silah kullanımına verilen uluslararası tepkilerde de bilfiil deneyimledik. Bununla beraber, uluslararası meşruiyetin nihai kertede çok şeyi ifade ettiğini de akılda tutmak gerekir. Her ne kadar taraflar meşruiyetlerinin kaynağını farklı kodlasalar da bölgedeki mücadeleleri aynı zamanda yerel, bölgesel ve uluslararası boyutları olan meşruiyet savaşları olarak da tanımlayabiliriz. Suriye muhalefeti sadece uluslararası alanda meşruiyet yitimi yaşamadı, vekil aktörlere dönüştükleri ölçüde Suriyeliler nezdinde de meşruiyet krizi yaşadı. Bu nedenle, bu meşruiyet mücadelesinde zemin kaybetmemek en az sahada alan kaybetmemek kadar önemlidir.
Hasılıkelam, eğer Libya meselesindeki süreç iyi yönetilmezse, bu durum, Suriye’de Esad rejiminin, Libya’da da Haftar’ın meşruiyetini tahkim edebilir. Rusya, sadece Türkiye’yle değil, Mısır -BAE-Suudi Arabistan gibi Haftar’ı destekleyen Arap ülkeleriyle ilişkilerinde de Libya ile Suriye’yi aynı paketin parçası kılmak isteyebilir. Libya’da onların pozisyonunu (Haftar’ı) desteklemenin karşılığında, onları Esad rejimiyle ilişki kurmaya zorlayabilir. Libya’da Suriyeli savaşçılar fenomeni böylesi bir süreci sadece hızlandırır. Buna karşın, aynı fenomen hem Trablus hükümetinin hem de Suriye muhalefetinin meşruiyetini ise daha fazla azaltan bir işlev görebilir.