Dış politikada otonomi arayışı
AK Parti döneminde Türkiye dış politikasına damgasını vuran temel özelliklerin başında, uluslararası sistemde stratejik otonomi arayışı bulunmaktadır. Burada bir parantez açacak olursak, tabii ki mevcut sistemde hiçbir güç mutlak bir otonomiye sahip değil. Karşılıklı bağımlılık sadece zayıf ülkeler için değil güçlü devletler için de geçerlidir. Tabii ki farklı oran ve boyutlarda...
Öncelikle Türkiye’yi tarihi, coğrafyası ve bütün kimliksel bileşenleriyle uyumlu bir şekilde dünyada konumlandıran bu arayış, AK Parti’nin bütün iktidar dönemlerine rengini çalmıştır. Yani, maksimum veya optimum otonomi arayışı Türkiye dış politikasının temel motivasyonlarının başında gelmektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin stratejik kimliğini geniş ve pro-aktif bir şekilde tanımlamaya çalışmaktaydı. Tarih, coğrafya, ulusal çıkar, iç-dış politika bütünlüğü veya dengesi, ekonomi-siyaset bütünlüğü veya dengesi, güvenlik-demokrasi dengesi ve benzeri birçok unsur bu siyasetin harcına karılıyordu.
Bunun dış politikadaki en bariz yansımasını, dış politika tahayyülünün coğrafik sınırları, enstrümanları, ilgi alanları ve hedeflerinin genişletilmesinde gördük. Daha farklı coğrafyalarla geliştirilecek güçlü ilişkilerin Türkiye’nin belli merkez ve kurumsal ilişkilere olan bağımlılığını azaltacağı, onun hareket alanını genişleteceği kabulü üzerine dayanıyordu. Bu nedenle, AB üyelik sürecinin gündemi domine ettiği AK Parti’nin ilk iktidar döneminde dahi Türkiye, Ortadoğu başta olmak üzere birçok farklı coğrafyayla güçlü ilişkiler kurmaya çalıştı. Türkiye, doğru bir şekilde bu ilişkilerin kendisini AB ve Batı nezdinde daha değerli kılacağına inanıyordu. Ki böyle de oldu...
Bu nedenle Türkiye’nin bugün AB başta olmak üzere Batı ile yaşadığı sorunlar Türkiye’nin dış politikada stratejik otonomi arayışını baltalamaktadır. Türkiye, Batı ile ilişkilerini ikili ilişkiler bağlamındaki gerekçelerin yanı sıra uluslararası sistemde daha otonom bir aktöre dönüşebilmek için de güçlendirmek durumundadır. Tabii ki Türkiye’nin dışında Batı’nın da böyle bir iyileştirmeyi arzulaması gerekir.
Buna ilaveten Türkiye, dış politikada özerkliğin sadece dış politika başlıkları üzerinden elde edilemeyeceğini daha önce doğru bir şekilde teşhis etmişti. Ekonomi, savunma, iç politika ve diğer başlıklar da bu özerkliğin elde edilmesi için olmazsa olmaz başlıklar. Bu başlıklar arasında bir denge gözetilmeli. Bunlar birbirlerini desteklemeli. Örneğin, kötüleşen bir ekonomik görünüm veya iç politikadaki türbülansın dış politikada otonomi arayışına ciddi ket vurduğu veya vuracağı ortadadır.
Zaten AK Parti bunun farkında olduğu için daha önce bu başlıklar arasında maksimum harmonizasyonu elde etmeye çalıştı. Pro-aktif dış politikasının arkasına güçlü bir ekonomi yönetimiyle demokratikleşme ve reform ajandasını koydu. Türkiye’nin dış politika anlatısı güçlü bir iç ve ekonomi politikaları ayakları üzerine inşa ediliyordu. Türkiye’nin uluslararası sistemdeki adaletsizlikleri daha yüksek tonda eleştirmesine imkan sağlayan ve dış politikada otonom bir aktör olarak daha fazla rol talep etmesine yol açan etmenlerin başında, onun IMF’ye borcunu ödemekle kalmayıp aynı zamanda IMF’ye borç vermesini sağlayan güçlü ekonomik performansı oluşturmaktaydı.
Benzer durum iç siyaset için de geçerlidir. Çözüm Süreci, sadece Cumhuriyet tarihinin en ağır meselesi olan Kürt meselesini çözmekle sınırlı bir girişim değildi. Bu aynı zamanda Türkiye dış politikası ile ekonomisinin sırtındaki en büyük yükten kurtulma girişimiydi. Bu süreç başarılı olsaydı, Türkiye’nin muarızları Türkiye’ye karşı kullanabilecekleri çok önemli bir enstrümanı kaybedecek ve Türkiye dış politikasında ciddi bir hareket serbestisi elde edecekti. Yani, bu meselenin halli Türkiye’nin uluslararası sistemde stratejik otonomi arayışına ciddi bir katkı sunacaktı.
Dolayısıyla demokratikleşme ve reform sadece iç politikada rahatlama veya ülkenin yönetilebilirliğini kolaylaştırmak için gerekli meseleler değil. Bu adımlar aynı zamanda AK Parti iktidarı döneminde Türkiye’nin dış politikada aradığı maksimum stratejik otonomiyi elde etmesinin de en önemli enstrümanlarının başında gelmekteydi.
Bugün bu başlıklar arasında bir kopukluk var. Türkiye, bir yandan pro-aktif bir güvenlik politikası geliştirmeye çalışıyor. Dış politikanız ancak iyi bir güvenlik politikasıyla desteklendiğinde etkin sonuç verebilir. Bu, pozitif bir gelişmedir. Buna karşın, dış, iç ve ekonomi politikaları arasında bir kopukluk yaşanıyor. Hatta bu kopukluk derinleşiyor. İç siyasette ve ekonomi politikalarında eski tarz ve sorunlar yaşanmaya devam ederse, Türkiye’nin dış politikasında istediği stratejik özerkliği elde etmesi pek olanaklı olmaz.