Başbakanını yargılayan ülke…
75 yaşındaki Netanyahu, hâkim karşısına çıkan ve ciddi suçlarla itham edilen İsrail'in “görevdeki ilk başbakanı.”
Daha önce İsrail’de karşılaşılmamış bir durum.
Gazze’de katliam yapan, çocuk, kadın, yaşlı, hasta demeden binlerce insanı öldüren, savaş suçları nedeniyle geçtiğimiz ay Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin hakkında tutuklama emri çıkardığı Binyamin Netanyahu, İsrail ordusu Suriye’de Şam’a doğru ilerlerken üç gün boyunca da ifade vermek için hâkim karşısındaydı.
Güvenlik nedeniyle yeraltında bir sığınakta yapılan duruşmada Netanyahu’nun dikkatimi çeken cümlesi şu oldu:
"Ama aynı zamanda ben bir başbakanım... Ülkeyi yedi cepheli bir savaşta yönetiyorum. Ve ikisinin paralel olarak yapılabileceğini düşünüyorum."
Hem yargılanırım hem de yedi cephede savaşırım … Hem de başbakanlık yaparım…
Netanyahu birbiriyle ilişkili üç ayrı davada rüşvet, dolandırıcılık ve güven ihlali suçlamaları ile yargılanıyor.
Suçlamalar, milyoner arkadaşlarından aldığı hediyeler almak, medya patronlarına olumlu haber karşılığı rüşvet vermek ve önde gelen iş adamları menfaatine işlemler.
Davalara biraz daha yakından bakalım, ister misiniz?
Film devi, milyarder, silah kaçakçısı, casus Arnon Milchan, vakti zamanında Netanyahu’ya ve eşine yüzbinlerce dolarlık hediyeler vermiş.
Netanyahu, eski bir arkadaştan hediye kabul etmenin yasadışı bir şey olmadığı konusunda ısrar ediyor ve tüm iddiaları reddediyor.
İkinci dava medya ile ilgili.
Netanyahu’nun, 2014 yılında İsrail'in önde gelen gazetelerinden Yediot Aharonot'un yayıncısı Arnon Mozes ile çıkar anlaşması yaptığı iddia ediliyor.
Üçüncü dava da benzer. Netanyahu ve ailesi lehine haber yapılması isteği.
“Bezeq” isimli telekomünikasyon şirketinin bünyesinde yer alan “Walla News” adlı internet sitesinin sahibi Shaul Elovitch’e, lehine yapılan haberler karşılığında Netanyahu’nun 276 milyon dolar değerinde mali imtiyaz sağlaması...
İddialar bunlar.
Bunları incelerken Netanyahu’nun seçildikten sonra, yargıyı ele geçirmek üzere yasa değişikliğinde ısrar etmesini anımsadım, sebebi şimdi çok daha iyi anlaşılıyor.
Hatırlarsınız binlerce İsrailli, yargıyı kuşatacak bu yasa değişikliğine karşı aylarca sokak protestoları yapmışlardı.
Netanyahu yasayı geçirmeyi başardı. Ancak bu sene başında Yüksek Mahkeme, ülke çapında protestolara yol açan tartışmalı yargı reformu yasasını "demokratik İsrail Devleti'nin temel karakterine ciddi ve benzeri görülmemiş zarar verdiği" gerekçesiyle iptal etti.
Ve şimdi 2016 yılında başlayan, 300 kadar tanığın dinlendiği soruşturma sonunda “yedi cephede savaşan” Başbakan Netanyahu hâkim karşısında.
Burada ilginç bir “rastlantı” var…
Ortadoğu’da başbakanını yargılayabilen tek ülke İsrail… Son zamanlarda girdiği bütün savaşlardan galip çıkan da İsrail… Çevresindeki hiçbir ülke onunla baş edemezken İran gibi bir ülkenin de elini ayağını kırdı.
Bu sadece Amerika’nın desteğiyle açıklanamaz sanıyorum.
Netanyahu gibi bir barbar faşisti başbakan seçmesine rağmen İsrail hala “başbakanı yargılayabilen” bölgedeki tek demokrasi.
Rusya gibi, İran gibi, Suriye gibi diktatörlüklerin Ortadoğu’da nasıl rezil olduklarını gördük…
Demokrasi olmadığında, yöneticilerden hesap sorulamadığında ortada güçlü bir devlet kalmıyor… Yolsuzluktan nasibini alan ordular da çöküyor.
Netanyahu gibi soykırımcı bir faşistin yönettiği bir ülkeyi yenmek istiyorsanız, o faşistin ülkesinden daha demokratik bir ülkeye sahip olmak zorundasınız bence.
Ortadoğu’daki ülkelerde demokrasi yerleşmediği sürece İsrail ortada tek başına dolaşacak, “yedi cephede” savaşıp hepsinden galip çıkmakla övünecek.
Gazze’deki masum çocukları kurtarmaya Ortadoğu’daki hiçbir ülkenin gücünün yetmemesini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekiyor belki de.
Çocukları soykırımlardan kurtaracak bir güce sahip olmak istiyorsanız, o soykırımı yapanlardan daha demokrat bir sisteme sahip olmanız gerekiyor.
Ben İsrail’in Ortadoğu’da böyle rakipsiz bir güce dönüşmesini bu açıdan da değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Soralım kendimize:
İsrail, Suriye, Irak ya da İran gibi bir diktatörlük olsaydı, başbakanını yargılayamasaydı gene bu kadar güçlü olur muydu? Yoksa o diktatörlükler gibi mi olurdu?
“Ama arkasında Amerika var” tespiti yanında belki bu konuyu bir daha düşünmeliyiz.
Demokrasi ile sadece ekonomi arasında değil, demokrasi ile ülkenin askeri gücü arasında da çok önemli bir ilişki olabilir.