“Ellerinde ip olsa beni asacaklardı…”
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan iş insanı Osman Kavala “ellerinde ip olsa beni asacaklardı” demiş. Acı, ürkütücü, dehşet verici ama Osman Kavala hakkındaki gerçek bu maalesef… Mahkemenin “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” vermesi Osman Kavala için sürpriz olmamış, böyle bir karar bekliyormuş ama bu kadarını değil.
Kendisini ziyaret eden CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’e şöyle demiş:
“Beni bu kadar içeride tuttuktan sonra beraat ettireceklerini beklemiyordum, ama bu kadarını da beklemiyordum. Bir zamanlar birbirine ip atanlar ellerinde ip olsa beni asacaklardı.”
Bu kadarını vicdan sahibi kimse beklemiyordu.
Tam 4,5 yıldır utanç verici bir gösteriyi izliyoruz. Ülkesini seven, ülkesinin iyiliğini isteyen, kendisini ülkesine adayan lekesiz bir insanı cezalandırmak için suçlar yarattılar, yarattıkları suçlarla trajikomik hallere düştüler ama içine düştükleri utanç verici haller umurlarında olmadı.
Bu kadarını vicdan sahibi hiç kimse beklemiyordu. Sabah akşam adalet diyen, inandıkları dinin “adil olun” emrine rağmen adaletin tecelli etmemesi için ellerinden geleni yaptılar.
Vicdanları hiç rahatsız olmadı, bir insana haksızlık yapmanın günahını yok saydılar, umursamadılar.
Vahim olanı “adalet, hak, hukuk” diye diye adaleti, hukuku, kul hakkını hiçe saydılar.
Osman Kavala’nın suçsuz olduğunu bilmiyorlar mı? Hepsi biliyor.
AK Partili siyasetçilerden Osman Kavala’nın suçlu olduğuna inanan biri var mı? Yok. AK Patili siyasetçilerin çoğu kapalı kapılar ardında Osman Kavala’ya yapılanın zulüm olduğunu dile getiriyor. Osman Kavala’ya yapılanın zulüm olduğunu kamuoyu önünde dile getirseler Osman Kavala 4,5 yıldır haksız yere cezaevinde tutulmazdı, iktidarlarının eli mahkemenin üzerinde baskı unsuru oluşturmaz, hakimler hukuka, adalete uygun karar verirlerdi.
***
Açık ve net olarak söylemeliyim ki, Osman Kavala ülkemizin Dreyfus’udur.
1894 yılında eski Fransız yargısı masum Binbaşı Alfred Dreyfus’a ne yaptıysa bugün bizde de 4,5 yıldır Osman Kavala’ya aynısını yapılıyor.
Dreyfus Davası on dokuzuncu yüzyıl sonunda Fransız toplumunu nasıl sert bir şekilde iki ayrı kampa böldüyse yüz yıllar sonra bizim ülkemizde aynısı yaşanıyor.
Alfred Dreyfus, Yahudi asıllı bir Fransız yüzbaşıydı. Almanlara bazı gizli devlet belgelerini vermekle suçlandı, gizli devlet belgelerini Almanlara verdiğini gösteren belge sahteydi. Sahte belgeyi üreten kişi, ‘ordunun onurunu kurtarmak’ isteyen bir albaydı. Belgenin sahte olduğu ortaya çıkmıştı ancak bu kez de Fransız Genelkurmay’ı bunu onur meselesi yaptı, mahkemeye baskı kurdu ve Dreyfus hakkında vatana ihanet ve casusluktan dava açtırdı, yargılattı ve mahkemenin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermesini sağladı.
Eski Fransız yargısı Dreyfus’u ömür boyu müebbete mahkum etti ve Şeytan Adası’na gönderdi.
Dreyfus’un ailesinden başka açıkça savunacak kimsesi neredeyse kalmadı. Çünkü Dreyfus’u savunmak ateşten gömlek giymek gibiydi. Dreyfus suçsuz, masum diyenler anında “vatan haini” ilan ediliyordu.
Tam 4 yıl sonra ünlü yazar Emile Zola çıktı ve L’Aurore gazetesine yazdığı “Suçluyorum!” başlıklı makale ile Dreyfus’un masum olduğunu yazdı. Aslında makale Genelkurmay ve Cumhurbaşkanı’na yazılmış açık bir mektuptu.
Zola mektubunda mahkemeye yaptığı baskı ile müebbet hapis kararı verdirten Genelkurma’yı suçluyor ve şöyle haykırıyordu:
“Cumhuriyetin şerefi, onun adaletidir.”
***
Zola’nın “Suçluyorum!” mektubunu ilk okuduğumda ağlamıştım. Beni derinden etkilemişti. “Suçluyorum” başucumda duruyor, zaman zaman okuyorum, bana vicdanımı hatırlatıyor.
Her okuduğumda haksızlığa, adaletsizliğe karşı bir ülkenin karşısına tek başına çıkan mücadele veren Emile Zola gözümde devleşiyor, o kadar büyüyor ki başını göremiyorum, öylesine güneş gibi parlıyor ki gözlerim kamaşıyor bakamıyorum.
1898 yılında Emile Zola’nın Dreyfus hakkında yazdığı şu sözler sanki Osman Kavala için yazılmış gibi. Yüz yıllar öncesinden bugüne…
“Ah.! Birkaç rütbelinin, Devlet’in güvenliğini saygısızca bahane ederek, çizmeleriyle ulusun üstüne basarak gerçek ve adalet çığlığını gırtlağına tıkamaları, bütün bu çılgınlıklar ve saçmalıklar, yoz polis uygulamaları, engizisyon ve zorba uygulamalar…”
Sonra şu sözleri Zola’nın:
“Ağızları kapatıyorlar, kafaları saptırıyorlar. Ben bundan daha ağır bir suç bilmiyorum. Evet! Bu utanç verici gösteriyi izliyoruz, borçlar ve suçlar altında ezilmiş kişiler suçsuz ilan ediliyor; buna karşılık, onurun ta kendisi, yaşamı lekesiz bir adam cezalandırılıyor. Bir toplum bu noktaya geldiği zaman, artık çürümeye başlamış demektir.”
Zola, yazmasına imkan tanıyan gazetelerde Dreyfus Davasının yeniden görülmesi gerektiği konusunda oldukça sert yazılar yazdı. Yazdığı mektuplar karşılık buldu.
Dreyfus yeniden yargılandı. Mahkeme Dreyfus’un masum olduğuna hükmetti. Bütün rütbeleri, nişanları iade edildi. Birinci Dünya Savaşı sırasında, yarbay rütbesiyle emekliye ayrıldı.
Sahte belge üreten albay intihar etti.
Fransa bu adaletsizliği tamir etti. Dreyfus Davası bütün Fransız halkı için yargının kendisine ve egemen güçlere göre değil, adalete, hukuka göre karar vermesi gerektiğini öğreten büyük ders oldu.
Ama yüzyıllar öncesinde yaşadı Fransa bu acı tecrübeyi ve oradan ders aldı.
***
Yıl 2022, şimdi bizim ülkemizde Dreyfus Olayı yaşanıyor. İktidar bütün gücünü kullanarak bir işadamını yaşayan ölü haline gelmesi için elinden geleni yapıyor. Yargıçlar da önündeki adalet terazini kenara atıp, siyasi iktidarın yönettiği suçlamaya göre karar verdiler.
Ve bu haksız mahkumiyet kararı ile ülkemizin hukuk devleti olmadığı bütün dünyaya ilan edilmiş oldu. Ve hepimizin adalete, hukuka olan azıcık umudumuzu yok ettiler.
Osman Kavala ve arkadaşları hakkında verdikleri karar bir karabasan gibi çöktü üzerimize.
Çok üzgünüm, ülkem adına. Bu ülke hepimizin ve bu ülke bunu hak etmiyor…