Dergâh dergisi okurken...
Uzun yıllar Mustafa Kutlu ağabeyimizin tek başına yönettiği ve birkaç yıl önce Ali Ayçil’e emanet ettiği Dergâh dergisinin yeni sayısını okurken gayri ihtiyari gençlik yıllarımı düşündüm.
Hareket, benim de mensubu olduğum neslin muhafazakâr kanadını besleyen dergilerden biriydi. Rahmetli Nurettin Topçu etrafında kümelenen bir grup aydın ve bu aydınların görüşlerini seslendirmek için çıkardıkları Hareket dergisi, gerçekten fikir ve kültür dünyamıza hayırlı hizmetlerde bulunmuştur. İlk gençlik yıllarımızda okuduğumuz ciddi kitaplar arasında da başta rahmetli Nurettin Topçu’nunkiler olmak üzere, Hareket Yayınları’nın kitapları önemli yer tutuyordu. Felsefeyle Hareket kitapları sayesinde aşinalık peyda ettik. Daha da önemlisi, Hareket çevresi, ideolojik kavgaların dışında kalmaya gayret ettiği ve çeşitli kültür çevreleriyle rahatça temas kurabildiği için, 1970’lerde iki kesim arasında yegâne iletişim kanalıydı denilebilir. Benim neslim Kemal Tahir’i Hareket dergisi sayesinde keşfetmişti. Cemil Meriç’i de Hareket ve Hisar’da çıkan yazılarıyla tanıdık.
***
Hareket Yayınları, adını 1977’de, yani tam kırk bir yıl önce Dergâh olarak değiştirdi; bu, Yahya Kemal’in öncülüğünde Mütareke yıllarında çıkarılan Dergâh dergisince savunulan Anadolucu hassasiyetle Nurettin Topçu’nun temsil ettiği Anadolucu hareket felsefesini buluşturan bir hamleydi. Dergâh dergisinin bir süredir eski Dergâh’ın yeni harflere çevrilmiş şeklini aynı sayfa düzeniyle okuyucularına armağan etmekte olduğunu hatırlatmak isterim.
Nurettin Topçu’nun en sadık şakirtlerinden olan ve varını yoğunu yeni nesillere başlı başına bir kütüphane hediye etmek için harcayan Ezel Erverdi -ki Tıp Fakültesi mezunudur ve yayıncılık sevdasına bu mesleği hiç icra etmemiştir- tanıdığım en büyük idealistlerden biridir. Onun konumunda başka birisi olsaydı “köşe”yi defalarca dönebilirdi. Fakat o hep kısa vadede fazla bir şey getirmeyecek büyük kitaplara yatırım yaptı, dergiler (Hareket, Ülke, Dergâh) ve büyük bir ansiklopedi (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi) çıkardı.
Kuşeyrî, Kelâbâzî, Taftazânî, İbn Haldun gibi İslam kültürünün temel klasiklerine Dergâh sayesinde kavuştuk. Nurettin Topçu, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan’ın ve onların takipçileri olan Orhan Okay, İnci Enginün ve Zeynep Kerman gibi değerli hocaların eserlerinin yanı sıra, İbnülemin’in Son Sadrazamlar ve Son Asır Türk Şairleri’ni irfan hayatımıza yeniden kazandıran Dergâh oldu. Ve bunların dışında, tasavvuftan felsefeye, tarihten sosyolojiye, edebiyat tarihinden roman, hikâye, şiir ve deneme gibi edebi ürünlere uzanan dokuz yüz civarında kitap...
Bir yandan olağanüstü zenginlikteki kültür birikimimizi genç nesillerle buluşturmak için çabalayan Dergâh, bir yandan da dergilerinin sayfalarını açarak edebiyatımıza onlarca şair ve yazar kazandırmış, çoğunun kitaplarını da yayımlayarak tutunmalarını sağlamıştır.
***
Dergâh Yayınevi’nin, aynı zamanda dergi ofisi olarak kullanıldığı için her görüşten aydınların ve edebiyat adamlarının sık sık uğradığı bir edebiyat mahfiline dönüşmüştü. Bir buluşma, tanışma, barışma ve kaynaşma mekânı olarak son derece önemli bir rol üstlenen bu mahfilin oluşmasında Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin, daha sonra Dergâh dergisinin bütün ağırlığını yıllarca sırtında taşıyan Mustafa Kutlu’nun ve seçkin bir ilim adamı olan İsmail Kara’nın hizmetlerini anmadan geçmek olmaz.
Dergâh’ın kadirşinas bir yayınevi olduğunu da kaydetmeden geçmek istemiyorum. Eserlerini yayımladığı Nurettin Topçu, Mehmet Kaplan, Orhan Okay, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Bilge Seyidoğlu ve Hüsrev Hatemi gibi kültürümüze büyük hizmetlerde yazarlar için “muhalled” birer armağan kitap hazırlayıp yayımlayarak yazarlarını sadece birer kazanç kapısı olarak gören yayınevlerinden olmadığını göstermiştir.
***
Ezel ağabey uzun bir süre önce işlerini oğlu Asım Erverdi’ye devretti. Genç yayıncı, elbette ömrü yarım asra yaklaşan yayınevini ayakta tutmak için ne gerekiyorsa yapıyor, ama babasının idealizminden zerrece taviz vermeden… Dergâh Yayınevi, hâlâ Türk ve İslâm tarihi, kültürü, edebiyatı alanlarında ciddi yayınlar yapıyor. 341. sayısına ulaşan Dergâh dergisi ise Ali Ayçil’in yönetiminde hem kültürümüzün zenginliklerini bugün aktarmaya, hem de yeni arayışlara destek vererek çağın nabzını tutmaya devam ediyor. Köklü yayınevleri ve uzun ömürlü dergiler, kültür hayatımızın sürekliliği açısından son derece önemlidir. Bu tür kurumları yaşatmanın bir vazife olduğuna inanıyorum.
Dergâh dergisinin yeni sayısını okurken bunları düşündüm işte.
Derkenar
‘Yâdında mı doğduğun zamanlar?’
Geçen Pazar günü kaybettiğimiz Prof. Dr. Fuat Sezgin hakkında çok şey yazıldı ve söylendi. İslam bilimi hakkında yaptığı çalışmalarda birçok peşin hükmü yerle bir eden bu büyük ilim adamının vefatını duyunca, eskilerin değerli insanları kaybettiklerinde mırıldandıkları bir dörtlüğü hatırlamıştım. Arapça ve Farsçası da bulunun bu dörtlüğün Türkçe tercümesi bir harikadır:
Yâdında mı doğduğun zamanlar
Sen ağlar iken gülerdi âlem
Bir öyle ömür geçir ki, olsun
Mevtin sana hande, halka mâtem
Binbirgece Masalları’nı Fransızcaya çevirerek dünyaca tanınmasını sağlayan şarkiyatçı Antoine Galland (1646-1715), İstanbul’da gezerken Tokat Bahçesi’ndeki bir köşkün duvarlarında bu dörtlüğün başka bir tercümesine rastlayıp günlüklerine kaydetmiştir. Ben bu tercümeyi de çok güzel buluyorum:
Fikr et ey dil ki doğduğun vaktin
Halk handân idi ve sen giryân
Ana sa’y et ki öldüğün vaktin
Halk giryân ola ve sen handân
Meraklısı için yazıyorum: Mahir İz, hâtı ralarında bu kıt’anın Farsçasının tamamını, Arapçasının da iki mısraını kaydetmiştir (Yılların İzi, İstanbul 1975, s. 182). Diğer tercüme için de şu kaynağı bakılabilir: Antoine Galland, İstanbul’a Ait Günlük Anılar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1987, c. II, s. 92.