“Ucunda İdam Olan Sözler”

İrfan Hocam ile uzun süredir düşündüğümüz ve ertelediğimiz görüşmeyi geçen hafta gerçekleştirdik.

Buluşmayı düşündüğümüz gün kadim kentte tam bir ada havası hakimdi. Ne kısa kollu giyinmeye gelen ne de uzun süreli mont giymeye ayarlı bir hava. Havada kısa kollu giyin ancak tedbiri de elden bırakmayın uyarısı hakimdi.

Burgazada iskelesine gemi vardığında İrfan Hoca’yı kaptan bakışıyla iskelede beklerken görüyorum. Görür görmez yüzündeki tebessüm güverteye kadar kendi fotoğrafını çektiriyor.

Yol haritamızı İrfan Hoca danışarak belirliyor.

Mekanın sahibi İrfan Hoca. Ben size tabiyim diyorum. Ada’lı bir akademisyenin yol rehberliğinde adayı dolaşmanın keyfini ada boyunca yol güzergahlarında yaşadım. Sahilden Kalpazankaya’ya gidelim diyor. Muhite neden Kalpazankaya denildiği sorusuna ikimizin de cevabı yok. Yürüyüş başlıyor. Deniz esintisi önümüzün kış olduğunu hissettiriyor, insan tenini dişleyen bir serinlik. Yürümek hemen bedenin ve düşüncenin kaslarını gevşetiyor. Frederıc Gros “YÜRÜMENİN FELSEFESİ” eserinde “Yürümek zamanın esnemesi, mekanın derinleşmesidir. Yaratıcı bir eylemdir. İnsanın varlığını yeryüzünün kalbine düğümler.” diyor.

Adımlar bedenin daralan kaslarına geniş bir ferahlık sağlıyor. Zihin, adımların ritmine uyarak sıcak sohbet odalarının düşünce kapılarını açıyor. Fikir sofrasını sunmada cömert davranıyor. İrfan hocanın konuşma esnasında esirgemediği yüzündeki tebessüm konuştuğumuz konulara vakıfiyetinden gelen kendinden eminliği hem adımlarımızın ritmini seri kılıyor hem de sözün ritmini akıcı kılıyor. İrfan Hoca’nın söylediklerinden emin olup “e”si ve kekemesi olmayan bir düşünce kimliğine sahip olması.

Maarifin mutfağında geçmişten gelen isimlerle tanışıp onlardan okumalar yaparak “eğitim” ile ilgili sözü eğip bükmeden doğru adrese teslim sözler söylüyor. İrfan Hoca’nın tabiriyle

söylendiğinde ucunda idam olasılığı taşıyan sözler söylüyor.

Eğitim merkezli genel kültüre, tarihe, coğrafyaya, siyasete, dünyadaki gelişmelere, aydın gündemine bigane olmayıp sözünün referansını daima beraberinde taşıyan bir maarif aydını.

Özellikle İsmail Hakkı Baltacıoğlu eserini yazarken yaptığı okumalar Osmanlı’dan Cumhuriyet’e birçok dönemin kapılarını kendisine açmış. O kapılardan içeri girip tarihimizin en debdebeli dönemleri olan Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet’e dair düşünce koridorlarında çokça dolaşarak günümüze kadar gelen düşünce serüvenlerine değişimlere tartışmalara vakıfiyeti ona yol haritası çizme öngörüsünde eminlik katıyor.

Özellikle maarif alanıyla ilgili konuşmalarında tiyatro sahnesinde soyut düşünceleri canlandıran bir aktör gibi heyecanlı.

Beden diliyle sözüne canlılık katıyor. Sesinin ritmiyle sözü sahnede canlandırıyor.

Salgının bizi sürüklediği durumu konuşup bundan sonra nelerin olacağına dair fikrini soruyorum. İrfan Hoca “Pesimist bir durum var. Salgın katlanarak devam edecek gibi. Beraberinde insanlarda kalıcı etkiler bırakmaya dönüştüğünü görüyoruz.”

Bu arada geçtiğimiz yolun tabelası dikkatimi çekiyor: Cennet Yolu Sokağı. Tabelanın altında fotoğraf çekmeyi öneriyorum. Gülümseyerek tabi ki onayını ekliyor. Fotoğrafı çekip “İrfan Hocam ile cennete gitmenin yolunu bulduk.” ironisini ekliyorum. Kahkahayı patlatıyoruz. Tarihimizde hayatın yükünü hafifleten usta ironicilerin varlığını konuşuyoruz: Nasrettin Hoca, Hacivat- Karagöz, Ömer Hayyam, Bekri Mustafa, Neyzen Tevfik, Levent Kırca, Ferhan Şensoy… Geldiğimiz noktada iktidar, ironiyi bir beka meselesi görüp kaldırmayacak kadar baskın. İroni suç unsuru kabul edilip mahkemede cezalandırma ile sonuçlanıyor. İroninin yasakçı halini konuşarak

Kalpazankaya’ya varıyoruz.

Kapıda bekleyen Hanımefendi’ye çay içmek istediğimizi söylediğimizde masaların tamamı boş olmasına rağmen çay için sahildeki şubelerini gösteriyor. Mekanın deniz ile kucaklaşma vaziyeti, ferahlığı ... Çay içmeyişimiz de mekanın albenisini gözümde büyütüyor.

İrfan Hoca, gidelim o zaman sözüyle geldiğimiz yoldan geçen yıl oturduğumuz çay bahçesine yöneliyoruz.

Konuşmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz “Öğrenilmiş Doğru” kavramı üzerinde duruyor.

“Senin doğrun değil bu. Emek vermeden, alınteri dökmeden alınmış doğru, öğrenilmiş doğrudur. Günümüz ekseriyetinde bu durum hakim. Öğrenilmiş doğru ile mevcut konumdaki insan yaptıklarıyla söyledikleriyle kendini sorumluluklarını doğru adrese taşıyamaz.”

Adanın tenhalığına tek tük ayak sesi karışıyor. Güneş, denize bakılmaya kıyılmaz parlak maviliğini ekliyor. Rüzgarın esintisiyle denizde oluşan ince ince dalga akımları keyfime diyecek yok dedirtiyor denize.

Nurettin Topçu’yu konuşuyoruz. “Nurettin Topçu haklı bir çıkış yapıyor. Hilmi Ziya Ülken Nurettin Topçu’yu hak ettiğini vermeyerek Topçu’ya öğretmenlik yaptırıyor. N. Topçu’yu sağcılar, muhafazakarlar okuyup içselleştirmede yetersizler.”

Nurettin Topçu’nun derslere abdestsiz hiç girmediğini eklediğimde oturmayı düşündüğümüz çay bahçesine varıyoruz.

İrfan Hoca denizi arkasına alıyor. Sağın yanına kuruluyorum. Bu şehirde boş sandalyelerin evvel ahir sahibi kediler. Onlar boş durur mu onlar da yerini alıyorlar.

Hatta sohbetin derinliğine kendimizi kaptırınca kediler bize de ilgi gösterin diyerek kucağımıza terfi ettiriyorlar kendilerini.

Kaldığımız yerden devam eden İrfan Hoca:”Nurettin Topçu, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun özde geldikleri nokta ‘Varoluş öz’den önce gelir. Önce söz değil eylem var.’”

Topçu’dan bahisle Bergson’u konuşuyor. “Bergson dinin sezgiciliğine yakın bilimi de bir din gibi görüyor.”

Yaklaşık üç saat süren sohbetin akabinde günü kalıcı kılmak adına mekanın “saki”sinden fotoğraf için ricada bulunuyoruz.

Sakiye, sana bir şans verdim. Aydın bir insanın silüetini çekmiş olmanın ayrıcalığını yaşıyorsun deyip ironisiyle yüzüne tebessüm katıyor irfan Hoca.

Konuşmamızı, söyleşi halinde yazının bitiminde verdiğim linkten okuyabilirsiniz.

Dönüş yolumuzda irfan Hoca bir konuya değiniyor. Türkiye’de sağ aydının, iktidara yakın aydınların ya da kendini toplumun mimarı gören iktidarın tepe noktalarında görev alan siyasetçilerin “kelimecilik oyunu” oynadığını söylüyor. Yani demek istediğim ile “kelimecilik oyununu” uzattıkça uzatıyorlar. Aslında sorunu biliyor, sorunun neden kaynaklandığını da biliyorlar ancak bulunduğu konumu kaybetmemek, kendi cenahı ile ters düşmemek, kendisinin dışlanmaması, ilerde beklediği mevkilerin tehlikeye düşmemesi adına sorunu doğrudan söylemek adına kelimecilik oyunu oynuyorlar.

İskeleye vardığımızda tatlı ve kahve ile dört saatlik vakit geçirdiğimiz değerli zamanı nihayetlendirip vedalaşıyoruz bir daha görüşmek temennisiyle.

Bir maarif aydını ile vakit geçirmenin meyveleri olarak bir söyleşi ve bu yazı nasibimize düştü. Birde bunun yazıya dökülmeyen hali var tabi.


https://www.karar.com/guncel-haberler/prof-dr-irfan-erdogan-yeni-trend-yerel-ve-seyreltilmis-egitim-1632535

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum