Ulu iktidar aşkına!
Seriye bağladılar ama TOGG'un üretimini değil. Gemlik'ten üç dakikada bir araba çıkıyor olsa konuştuğum, parça tedarikçisi yan sanayicinin de haberi olurdu. Tanıtım prototipleri dışında teslim alıp evinin önüne çekmiş bir sipariş sahibi de TOGG'u yıkarken görülürdü şimdiye.
Zaten Kızılay'ın başından Kerem Kınık gerçekten gitsin istense onu getiren iradeye rağmen orada duramazdı.
İnebilecek SİHA ile inilecek gemi hazır olsa 'tam uçak gemisi olmayan uçak gemisi'ne inip kalkarken çoktan klibi çekilir, dünyaya izletilirdi.
ABD'de büyük başarı yakalayan, mekik yapan, havacılıktan uzay ve savunma sanayiine dünya devleri arasına giren, Elon Musk'la yarışan Eren-Fatih Özmen çiftini Erdoğan getirecek olsa... Amerikan şirketi, NASA'yla çalışıyorlar diye tu kaka etmezlerdi. CIA ajanlığıyla suçlamaz, sevinçten havalara uçup gurur duyarlardı.
"ABD'nin uzay taksisini yapmak bu Türk çifte emanet" diye 2012'de baş üstünde gezdiren, 2015'te ilk yerli uçak için onlarla görüşen kimdi?
O gün Twitter'da Özmen çiftini nasıl alkışladığını unutmasa Haluk Bayraktar da bugün ticaretle siyaseti karıştırdığı hırçın tiviti atmazdı.
Uzay araştırmalarına merkez yapınca Kılıçdaroğlu, Atatürk Havalimanı'nı ABD şirketine vermiş, peşkeş çekmiş oluyor. Bizim insanımızken Özmenler de gâvurlaşıyor birden.
Almanya'da, benzer başarıyı biyoteknolojide yakalayan Özlem Türeci ile Uğur Şahin, bu ülkenin evlatlarıydı. Kılıçdaroğlu, olur da dünya devi şirketlerini Türkiye'ye taşımaya ikna ederse anında Hans'la George'a dönüşecekler demek.
Rusların kendilerine yaptığı, Rus malı Akkuyu Nükleer Santrali, Türkiye'yi milli nükleer güç sahipleri ligine sokabiliyor. El santraliyle o lige girilebiliyor. Putin, 'hadi milli oldunuz' diyor; Erdoğan da doğruluyor.
Fakat nedense Özmen çifti, ABD'deki teknolojik güçlerini kendi ülkelerine taşırsa yerli ve milli proje olamıyor.
Kendilerine yaramıyorsa hemen dış güç ve din düşmanı rengine boyuyorlar. Terör örgütü Dev-Sol'dan yatmış DSP'li Aksakal bile din mücahidi kesilip sandıkta küffar tepelemeye çağırıyor.
İstiklâl Marşı'nı kâğıttan okumakta zorlanan Binali Yıldırım'a sorsanız bu seçim, işgalcilerle istiklâl savaşçıları arasında. Kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığıyla bir alakası yok.
Yine HÜDAPAR, listesinden Meclis'e taşıyacak AK Parti'de varken ittifak içinde yok oluyor.
Hamile kalmadan doğuran da görürüz bu göz boyamalarla.
Kerem Kınık rahatsızlığı dahi gerçek değil göstermelikse her şey mümkün.
Hatay'da hafriyatı bile alınmadan törenle temeli atılmış, jet hızıyla başlanmış gibi gösterilen hastane inşaatını hatırlayın.
Farz namazı kazaya bıraktırıp şükür namazı kıldıran, minareden ezan yerine mitinge çağrı okutan, camiye siyaset de yalan da sokturan telâş; kutsalı savunmaktan geliyormuş. Din ve vatan elden gitmesin diye.
"Biz kısık sesleriz, minareleri sen ezansız bırakma Allah'ım" dizeleri yankılanmıyor gerçi meydanlarda.
Ancak seccadeye kazara ayakkabıyla basanlara, kutsala saygısızlığın hesabı sorulacak. 14 Mayıs'ta onun için sandığa gidiyormuşuz. Soğan, patates fiyatlarının hesabı sorulacak zannetmesin kimse.
İçişleri Bakanı Soylu'nun demesine göre; "biz bu seçimde erkeğin erkekle, kadının kadınla evlenip evlenmemesinin kararını vereceğiz."
Zorumuz neyse!
Mafyadan 10 bin dolar maaş alan siyasetçi vardı, yine Soylu açıklamıştı. Onu koruyanı, İçişleri Bakanlığında görmek isteyip istemediğimize karar veremiyoruz.
Bu seçimde bir şeye daha sıra gelemiyor. Kimin daha ucuza soğan yediriceğine de karar veremiyoruz. Sandık; daha iyi, adil ve yalansız kimin yöneteceğini seçmek için kurulmuyor. Kısmet değilmiş.
Milletin içinden çıkmış ayrı partiler ve adaylar arasında bir seçim yapılmayacak. Hayır, yanılıyormuşuz.
Soylu, sıkı sıkıya uyardı; "14 Mayıs 2023, Batı'nın siyasi darbe girişimidir". Ona göre! Tutuklatmayın sonra kendinizi.
Seçime girmek serbest ama Erdoğan ve AK Parti'ye karşı kazanmak yasak.
'Sandıktan korkan, siyasette ne arıyor' demeyeceksiniz.
"Yeter, söz milletindir" ama milletin ne diyeceğine bağlı. Sandık, demokraside her şey demek değil; milli iradenin üstünde de güçler var.
14 Mayıs'tan önce yetiyordu; sandıktan yetki almak, ülkeyi yönetmeye artık yetmeyebilecek.
Sandıktan onay alınca hukuk denetimine bile hesap vermeyip her şeyi yapma hakkına kavuştuğunuz günler geçiyor.
Hatta Adalet Bakanı Bozdağ'ın rivayetine göre bu seçim, şampanya içeceklerle şükür namazına duracaklar arasında yapılacak.
Nihat Zeybekçi'nin, "arkadaşlarımız rakısını da içer namazını da kılar" dediği AK Partililer; şampanya sevmiyor, ağızlarına da sürmüyor anlaşılan.
Farz namazın bile kazası var da bu seçimin yokmuş, hepsinden önemliymiş velhasıl.
"Ne kadar rezil olursak o kadar iyi" diyordu Can Yücel, doğru da... "Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi" diye de bitiriyordu.
Düşülen göstermelik gülünçlükler, mostra olmayı aştı; acıklı bir hal alıyor madem... Oldu olacak darbeyi engellesinler, 14 Mayıs'ta niye sandığa götürüyorlar ki?