Sonbahar rüzgarlarına dikkat
Dostların davetindeyiz; evlilik yıl dönümlerini kutluyorlar. Dile kolay, 37 yıl olmuş. Masa, tüm aksesuarıyla sonbahar renginde. En acı, tatlı tonlarıyla bir sonbahar cümbüşü.
İnsanı alıp eski günlerin hatırasına, gençlik ateşinin henüz sönmediği yıllara götürüyor.
Tokat şehri geldi birden gözümün önüne. Dökülen ağaç yapraklarını, parklardan süpürmüyor belediye. Başkan Eyüp Eroğlu, kasım sonuna kadar yasaklamış. Sonbaharın tadını, dökülen sarı yapraklarla çıkarsınlar diye.
Sonra 'gazel' sözcüğünü düşündüm. Türküler onunla anlatır ya mevsimi; "yaprak gazel olmuş durmuyor dalda/ vefasız güzelden bize ne fayda".
Eskiden aşk şiirleri, bu adla anılırdı. Gazel, övgü şiiri kasideden çıkmış bir edebi tür.
Kasidecilerle gazelhanların yolu, ses sanatında da ayrılır. Alaturka müzikte gazel, makamlar arasında serbest gezinme. Sesle yapılan taksime deniyor. 'Of aman' diye girilen doğaçlamalardan çıkarırsınız.
Güz, hazan mevsimi. Sararmış solmuş ağaçlar, hazandîdedir. Gün görmüş insanlar için de kullanılır.
Hazan görmeyen, bahçesinde yaprak dökülmeyen kimseler; henüz görmüş, geçirmiş sayılmaz.
"Bütün kuşlar vefasız/ mevsim artık sonbahar" şarkısını söyleten duygu işte...
Ağaçlar gazellenir sonbaharlarda, sararıp kurumuş yapraklarını dökmeye başlarlar.
Ama şiirde gazeliyatın konusu, hüzün ve vedadan ibaret değildir. Mersiyenin, ağıtların işi o.
Gazeliyat, ağaçların çiçek açtığı ve taze aşkların filizlendiği bahar neşesine methiyelerle doludur. İlkbaharla özdeşleştirdiğimiz lirik, cıvıltılı, şen ve coşkun duyguları da kapsar.
Şu enfes gazelin güftesinde anlatıldığı üzere: "Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey/ Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey".
Şah damarı, gazel damarıdır aynı zamanda.
Fakat gazel okumakla gazel tutturmayı karıştırmayın. Biri şarkı tutturmak, diğeri ise boş sözlerle kandırıp oyalamaktır.
Hariçten gazel okumayı, ilkbahar bahçelerinden sonbaharı yaşayanlara akıl vermek gibi anlayabilir miyiz peki?
Kırkpınar cazgırlarının pehlivan okşamaları nasıldı oysa: Pehlivan pehlivan! Alta düştüm diye yerinme, üste çıktım diye sevinme...
Hariçten gazel okumak kolay tabii.
Karacoğlan'ın da dahildekilere bir öğüdü var: "Coşkun sular gibi akıp durulma / Kuru gazel gibi esip savrulma".
Daha içeriden sesleniyor, iki hali de görüp geçirmiş sanki...
Daimî'de de hissedilir aynı tecrübe: "Bir gün gazel döker ömrün bağları."
Her baharı bir güzün izleyip geçtiği şu sonlu dünyada, mutlu sonlar binbir gece sürmüyor.
Yine de... Orada kalmayacağını bile bile mutlu sonları kovalarız. Yakalarsak bitmeyecekmiş gibi. Bir günlük beylik, beyliktir. Ayrıca mutluluk hayali, kır papatyaları arasında seken bir yaban gazalı gibi kovalanmak içindir.
Yeni başlangıçlar, flört heyecanları, bir düş ceylanının peşine düşmeler illa aşk mevsimini beklemese de... Gönül maceralarında, zaferler kadar hezimetler de bekler bizi.
Livaneli'nin Sabahattin Ali'den bestelediği türkü, bir günden bir güne hangi dile dolanmaz: "Döndüm daldan kopan kuru yaprağa, leylim ley..."
Z kuşağı bilmeyebilir; Livaneli, bu besteyi "Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz" albümünde okumuş ilk. Sene 1975. Onunla büyüdü bizim kuşak.
Eşkıya kim ki! Sultan Süleyman'a kalmamış...
Her tehlikeden kurtulsa, zamanın hükmünden nasıl kurtulacak yaprak?
Bir evlilik yıl dönümü kutlaması; nereden aldı, ta nerelere getirdi bakın bu yazıyı.
Bir sonbaharın daha yelleri esiyor başımızda. Ve hayır, cumartesi şarkımız "kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına" değil.
Karacaoğlan'a kulak veriyoruz bu kez; kapılıp gitmek yok öyle. Siyaset de yok bugün.
Yıldırım Gürses'ten ısmarlıyorum, "Sonbahar Rüzgarları":
"Düşen bir yaprak görürsen beni hatırla demiştin/ Biliyorsun, seni ben sonbaharda sevmiştim/ Her sonbahar gelişinde sarı sarı yapraklar/ Kuru dallar arasında sen gelirsin aklıma".