İktidara bir Demirel tesellisi
Bir cümleye sıkıştırırsak 'seçimle giden seçimle de gelir, üzülmeyin'...
Rahmetli Demirel "Seçimle gitmenin en güzel yanı seçimle geri gelme şansı tanımasıdır" demiş Ertuğrul Özkök'e, geçen yazdı.
Kazanma-kaybetme ustasıydı kendisi, fötr şapkasıyla 6 kere gidip 7 kere gelmiş bir siyaset jonglörüydü. Tecrübelerinden öğrenilecek çok hayat dersi var.
Yenilmezlik unvanı gitti, girdiği her seçimi kazanma şampiyonluğu gitti, artık bileği bükülemez bir namağlup değil AK Parti. Ama 'seçimle gelip seçimle gitmedi' dedirtmeyerek şanşını korudu.
'Öyle yapıştılar ki yüz seçim de kaybetseler allem kallem bir daha bırakmazlar' korkusunu boşa çıkarması, iktidarın bu seçimdeki tek kazanımı. Gün geçtikçe kıymetini daha iyi anlayacaklar.
Demokrasiyi yaşatmak, kazanan kadar kaybeden için de büyük nimettir.
İlk seferinde dirense bile ikincisinde bırakıyormuş, bırakabiliyormuş demek ki. Yenilgiyi hazmetmek zor olsa da kabullenebiliyormuş. Buradan kendine bir kazanım, bir övünç payesi çıkarabilir AK Parti.
Gerçi kendi mağlubiyetini parlatıp büyüten de AK Parti ve medyası oldu.
Hızlandırılmış kurstan geçirir gibi 6 ayda yetiştirdi, kendi elleriyle olgunlaştırdı, Türkiye'ye mal ettiler İmamoğlu markasını. Namını dünyaya duyurdular. Hanelerine yazılacak bir başarıdır bu da. Ne kadar gurur duysalar az.
Kara dedikleri üç günde Şimal yıldızı gibi parlıyor, maşallah dedikleriyse siyaseten üç günü çıkaramıyor. Medyası da propagandacısı da sıfırı tüketti, ters tepiyor, muhalefete çalışıyor artık.
'Ders vermenin sırası değil' diye uyardıkları seçmen, 31 Mart'ta nazikçe iade etti bu uyarıyı. Şefkat tokadı bile değildi, olsa olsa şefkat fiskesi...
Kendine gelmek yerine oyalamayı seçti parti kurmayları. 'Çantamı topluyorum, giderim bak' mesajını da ciddiye almadılar. Gitme hazırlığına blöf muamelesi çektiler. 'CHP'ye mi, hadi canım, hayatta yapamaz, bizimkilerin gidecek yeri yok' özgüveniyle kulaklarının üstüne yattılar. Yanıldıklarını göstermekten başka seçenek bırakmadılar. Şimdi ne fiskeyle ne tokatla açıklanamayacak bir fark var ortada.
Öcü korkusunun kapılarına bekçi dikildiği kamp duvarlarını yıktı, militanlaştıran kimlik siyasetine hapsolmayı reddetti seçmen. İktidarla 'sen varsan varım, yoksan yok olurum, gidersen öcüler gelir' diye bir mecburiyet ve mahkumiyet ilişkisi kurmaya yanaşmadı.
İktidar, epeydir oturduğu 'CeHaPe zihniyetiyle hesaplaşma, seçim değil ölüm kalım savaşı' denklemini sürdürmekte diretse de...Seçmen dayatmaya gelemedi.
Zahmetsiz, kolay yoldan, fanatik taraftarlık duygularını istismar ederek oy toplama devri geçti, havadan seçim kazanma lüksü bitti.
31 Mart'ta, seçmeni iktidardan henüz tamamen umudu kesmedi, vazgeçmedi, terk etmedi diyebilmiştim. Alarm zilleriydi çalan...
23 Haziran sonuçları için aynı yorumu yapmak zor oysa. Sesini duyurma umudunu artık yitirenler ufaktan tahliyeye başladı, onun ayak sesleri bunlar.
Kıssadan çıkarılacak hisse, 'milletle inatlaşılmaz, şakası yok' vecizesine indirgenebilir.
Seçimle giden seçimle de gelir elbet, dünyanın sonu değil. Yeter ki seçmenin sabrı zorlanmasın ve gerçeği algıdan ayırma sağduyusu test edilmesin. Milletin aklını her defasında sınamak ve hafife almak yerine bir defa da sorumluluk alınsın, bir kez de 'nerede yanlış yaptık' sorusunun doğru cevabı tutturulsun.
İmtihan kağıdını sonra düzeltme vaadiyle ödülü peşin istemek, kendine çekidüzen vermeyi seçim sonrasına ertelemek olacak iş değilmiş, herhalde burası anlaşılmıştır.