Halk sıkıntılı anlatım sıkıntısız
Üç gün önce, Bakan Nebati:
“Türk lirasındaki değer kaybı, maalesef enflasyondaki yüksek seyirde belirleyici olmuştur.”
‘Demek ki paramız güç kaybediyor’ sonucu çıkarmayın hemen.
Üç gün sonra, Bakan Nebati:
“Türkiye ekonomi modeli, bir gerçekliktir ve dünya şu anda bu modeli izlemeye almış durumda. Döviz fiyatları makul gidiyor. Bu defa başladılar sormaya; niye makul gidiyor, ne yapıyorsunuz? İnanç var inanç. Millet, TL’yle iş yapmanın güzelliğini yaşamaya başladı. Millet TL’nin gücünün farkına vardı.”
Durun! Sonda söylediği, başta söylediğini çürütüyor diye hemen yadırgamayın.
Anlatı, iktidarın toz pembe tasvirleriyle örtüşüyor. Öyle bir harikalar diyarı anlatılıyor ki, ekonominin bir yanı yaprak dökerken bir yanı bahar bahçe.
Hesap edin, aynı konuşmada şunlar geçiyor...
Üç cümle aşağıda, Bakan Nebati:
“Şu anda enflasyon baskısı altındayız. Çözeceğiz. 20 yılda hangi problemi çözmedik? Enflasyonla nasıl mücadele edileceğini en iyi bilenlerdeniz, bu günler geçecek.”
Üç cümle aşağıdaysa Bakan, yatırımcıya engel çıkaran bürokrasiden ve mevzuattan yakınıyor.
Üç beş gün önceki sözlerini de hatırlayın. Yabancı yatırımcıyı, engel çıkaran bürokrasi ve mevzuata karşı birlikte mücadeleye çağırıyordu.
Artık bürokratları kim atıyor, mevzuatı kim yapıyorsa...AK Parti, hala bürokratik oligarşiyi alaşağı etmekle uğraşıyor, mevzuatla çarpışıyor.
20 yıldır her sorun aşılmış ama bu, hem halledilmiş hem de bir türlü halledilemiyor. Bir de kör olası enflasyon!
Bakan’ı dinliyorsunuz. Birkaç cümle geçmeden enflasyonun çözüldüğü versiyona dönüyor.
Yaptıklarını, yapacaklarına teminat gösteriyor yine. Enflasyonu nasıl çözdülerse, gerisini de çözeceklerini söylüyor.
Diyor ki; “Enflasyonun üstesinden geldiğimiz gibi şu karamsarların da üstesinden gelmeyi millet bilir.”
Devletin kasasından bir kuruş çıkmadan millete kazandırılan hastaneler, havalimanları, yol ve köprüler bahsinde de anlatı, harikulade.
Konuşmaların devamında hikaye, hiç sıkıntı çekmeden çatallaşıyor.
“Yüklenici firmaların kendi imkanlarıyla bütün bu yatırımı yaptıkları, sonra da bedelini devlet olarak bizim kendilerine ne yaptığımız, ödediğimiz” çıkıyor ortaya.
“Devletin kasasından bir kuruş çıkmıyor” yine de.
Nasıl mı?
“Burada yüklenici firma bunu yapıyor. Ve belli bir ücretle ama köprüden ama otobanlardan geçen vatandaş, bedelini ödüyor. Açık mı var? Bu açığı da devlet o yüklenici firmaya ödüyor.”
Böylece devletin kasasından bir kuruş çıkmamış oluyor.
Hale bakın ki halk, geçiş ücretlerini pahalı buluyor. Neymiş, çokmuş!
Şikayet edenler, “hem hizmet istiyor hem bedava olsun diyor”. Nerede öyle üç kuruşa beş köfte!
Dolayısıyla sıkıntının kaynağını doğru tespit edelim: Anlatım sıkıntısız, halk sıkıntılı.
ORANTISIZ AMA MÜNFERİT
Adana’da Furkan Vakfı gönüllülerine polis müdahalesi, orantısız ama münferitmiş. İktidar sözcüleri, öyle diyor.
Yani birkaç memur, öfkelerine yenildi. Tepeleri atınca da göstericileri hınçla, hırsla coptan geçirdiler.
Tepkiler haklı, yapmamalıydılar.
Ama kendi başlarına yaptılar. Tamamen bireysel. Kışkırtılınca, provoke edilince kontrolü kaybettiler.
Gerçi suç, dayak yiyende. Kışkırtmasaydı onlar da. Hak ettiler.
Fakat yine de kendini tutmalıydı polis, yakışmadı.
Yoksa şiddet içermeyen bir eylemi, güç kullanarak bastırmak için emir almış değildiler.
‘Plastik mermi ve biber gazı sıkmak da mı münferitti’ derseniz...
İzinsiz olduğundan, yasadışı diyeydi. Onla kalsa, sorun olmazdı.
Kabul edilemez kısmı, gruba copla girişmeleriydi.
Fakat o da münferit. Sorumluluğu, şahsi...
Dedikleri, demeye getirdikleri budur.
Tepkileri dindirmek, olayı küçültmek için başka savunmalar da geliştiriyorlar.
‘Dini siyasete alet eden Furkan Vakfı’na, devlet göz yumsun da başımıza yeni FETÖ mü kesilsin’ gibi...
İyi de ‘yargıyı, emniyeti, orduyu Furkan Vakfı’na teslim edin’ diyen yok ki!
‘Suç içermeyen eylemlerine polis niye karışıyor, yetkinin bu kötüye kullanımı da neyin nesidir’ diye ayağa kalkıyor millet.
Münferit orantısız güç kullanmaktan açılan soruşturma, buna da cevap arayacak mı?