Cübbeli’nin Diyanet’le alıp veremediği
Cemaat içi çekişme bel altına inip de “kasetlerini patlatırız” şantajına maruz kalınca, “Hoca” lakaplı Cübbeli Ahmet, Diyanet’e sardırdı.
Dikkatleri kendinden uzaklaştıran iki tehlikeden söz ediyor. Biri, FETÖ. Diğeri ise Türkiye’de “silahlanan” ve topluma “yayılan” Selefi-Vehhabi din anlayışı.
Diyanet’i, FETÖ’yle mücadele etmemekle ve Selefi-Vehhabi anlayışını besleyip yaygınlaştırmakla suçluyor.
Güya...
Birincisi; “Diyanet’in yurt dışı hutbelerinde FETÖ aleyhinde bir hutbe okutmadığı bilgisi” kendisine gelmiş.
İkincisi de Diyanet’in camiye soktuğu Selefi-Vehhabiler silahlanıyormuş, iç savaş çıkaracaklarmış ama hücre evleri basılırsa bu silahlar orada bulunamazmış.
Bir menkıbeciden başka ne beklenirdi, tabii ki rivayet diliyle konuşacak.
Toprağa gömülü silahların yerini Cübbeli biliyor ama polis bulamaz.
Diyanet’in, yanlış ve tehlikeli dini şiddet propagandasına camileri açtığı, zaten FETÖ’yle de mücadele etmediği istihbaratı yine ona geliyor ama MİT’e gitmiyor.
Heyecanlı heyecanlı anlatıyor menkıbesini.
Diyanet, ciddiye alıp cevap vermek zorunda kaldı. “Üzücü, rahatsız edici ve tamamı gerçek dışı” diyerek yalanladı.
Haksızlık etmeyeyim; “din istismarıyla mücadele”nin, görevleri arasında olduğunu hatırlatıyor Diyanet.
Ne ki, Cübbeli’nin hurafeleriyle mücadelenin de FETÖ’yle mücadelenin ayrılmaz bir parçası olduğunu söylemiyor.
Hani nasıldı Diyanet’in ilgili raporu; din hokkabazlarının halkı aldatmakta kullandığı batıl inanç ve hurafeler çürütülmeden FETÖ’yle mücadele kazanılamazdı...
Hani inanç bezirganlarının hurafelerine karşı halk aydınlatılacaktı. Şarlatanlara kananlar bilinçlendirilmedikçe FETÖ’ler bitmez, biri gider başkası gelirdi. Yenilerinin çıkması önlenemezdi...
Vaaz kürsüsünden yanmaz kefen pazarlayan, sırattan geçiren takunya satan hurafeciler, dini ticaretlerine alet edenler yok mu hala?
Oysa Diyanet’in, din tacirlerine karşı milleti uyaran, uyandıran bir hutbe okuttuğunu henüz ben de duymadım.
Cübbeli, hurafecilerle değil hurafe karşıtlarıyla mücadele etmediği için Diyanet’ten rahatsız.
Diyanet’in ona iliştiği, dini istismar edenlerin tezgahına bir şey dediği yok.
Bu da Cübbeli’nin, FETÖ’yle etkin mücadele edilmediği eleştirisini doğruluyor.
15 Temmuz günü Saraçhane’de Bahçeli’yle Erdoğan’ı sadece yer üstündekilerin dinlemediğini, yer altındaki şu şu padişahlarla bu bu şeyh ve hazretlerin de dinleyip kesin tebrik ettiğini haber verenler çıktı.
Cübbeli haksız olsaydı, Diyanet’in “bu kadarına pes” dediğini siz de duyardınız.
'YATIRIM DÜŞMANLIĞI' DEĞİLMİŞ MEĞER
AK Parti’ye, içeriden görüp görebileceği en sert eleştirilerden birini, Berat Albayrak yöneltmişti.
Bakanlığa veda notundaydı. At izi ile it izinin karıştığını, Hak ile batılı ayırmanın zorlaştığını, bir bilinmeze sürüklendiğimizi belirtiyordu.
İktidarı eleştirmek, şikayet etmek işte o zaman hainlik olmaktan çıkmıştı. O vakte dek hak değil, hainlikti.
Metin Külünk de kaynakların betona gömüldüğü, elitlere aktarıldığı gerekçesiyle iktidarı, sertçe eleştirdi. İçeriden görüp görebileceği en sert eleştirilerden biriydi.
Böylece köprü, havaalanı, hastane gibi yatırımların verimliliğini, gerekliliğini ve yöntemini sorgulamayı “yatırım düşmanlığı” olmaktan çıkardı.
Kaynakların doğru kullanılıp kullanılmadığının hesabını sormak, o vakte dek hak değil yatırım düşmanlığıydı.
Külünk, halka değil servetine servet katan zenginlere çalıştığı için, bu düzeni değiştirmeye de çağırdı.
Böylece düzenin değiştirilmesini istemenin darbecilik, ajanlık ve dış güç uşaklığı olmadığını da gösterdi.
O vakte dek düzene karşı gelmek, hak değil darbecilik, ajanlık ve dış güç uşaklığıydı.