Bir enayi heykeli nasıl yontulur?
Sizi bilmem ama Böyle Gelmiş Böyle Geçer Dünya şarkısını ben pek severim.
Arapça orijinalini Feyruz söylüyor. Bint el Shalabiya/ Sevilla Kızı, bir aşk şarkısı. O da ayrı güzel.
Üzerine Türkçe sözler yazılan bizim versiyonsa bir hayat felsefesi anlatır.
Şu sözlere bakın, filozofların süslü cümlelerini en basit, en yalın hâliyle koyuyor önümüze:
"Böyle gelmiş böyle geçer dünya/ günlerimiz bitecek bir gün saya saya/ neşe keder, hepsi geçer/ bize kâr kalan nedir bu dünyadan?..."
Yaşadığımız hayatlardan geriye ne kalacağı, Yeni Eflatunculuğun babası filozof Plotin'in de kafasını kurcalıyordu. Erdemin ilahi yüceliği sizde parıldayıp yayılana dek kendi heykelinizi yontmayı bırakmamaya çağırdı.
Plotin'in gözlerini dünyaya yumduğu İtalya'da, bin yıl kadar sonra bir rönesans sanatçısı çıkacak ve başkalarının en kusursuz heykellerine şekil verecekti.
Michelangelo, içinde sıkışmış bir melek görüp mermeri yontarak onu serbest bırakıyordu. Yaptığı şeyi böyle anlatacaktı.
Oysa her taştan, melek yontulmuyor.
Molozu tıraşlarsanız çıksa çıksa bir çöp adam çıkar ortaya. Çöp adamı da yontarsanız şeytandan başka bir şey elde etmezsiniz.
Yunan söylencesinde heykeltıraş Pygmalion, kendisi için gönlüne göre bir eş yonttu.
Körle yatanın şaşı kalkması; üzümün, üzüme baka baka kararması durumu. Eşlerin birbirine benzemeye başlamasına o yüzden Pygmalion etkisi, deniyor ya...
Bu da her birimizi hem heykel hem de heykeltıraş yapıyor.
Her mermer gibi her insanda da bir heykel saklı.
Hayatı tamamladığımızda ortaya çıkacak, bizden geriye kalacak bir heykel.
Ama yaşarken kendi heykelimizi tek başımıza yontmuyoruz, çevremizde düşüp kalktığımız kim ve ne varsa bizi dönüştürüyor.
Hani şu; bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim, meselesi.
Neşe, keder geçer; dünyada size kâr kalan nedir, durup aynaya bakın arada, diyordu şarkı. Kulak verip onca koşturmaca, hayhuy arasında bazen aynaya ve etrafınıza bakıyor musunuz?
Neye dönüşmekte olduğumu görmek için ben bakıyorum. Ve itiraf edeyim, arada kalıyorum.
Çünkü bir enayiliğe sıkışıp kalmışım gibi ayıplanıyorum sürekli.
Sebebi; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadeleye kendini kaptıranlardan olmam.
AK Parti, bu 3Y ile mücadele vaadiyle gelmişti iktidara. Ben de mücadele edilmediğini gördüğü yerde sessiz kalamayanlardanım. E bir bedeli var. Sana mı kaldı, diye kızıp ödetiyorlar.
Mücadele göstermelikmiş, lâf icabı, nereden bileyim. Üç günlük dünya için ebedi âhiretinizi yakmaya değmez, diyenlere ciddi ciddi inanmakla enayilik etmişim.
Beni ayıplayanlar da onu daha sık yüzüme vuruyor artık.
Sus payını alıp 3Y'nin her türlüsüne göz yummayı, hatta desteklemeyi başaranları örnek gösteriyorlar.
Dolandırıcılar kralı Sülün Osman'dan alın teriyle kazanma dersi gibi akıllar verilmesine alıştım bile.
Neyin haksızlık olduğunu bir sen mi biliyorsun, âlemin enayisi sen misin, diyorlar. Yine 3Y ile mücadeleyi savunduğunu söyle, yalandan söylemene mani yok ama görünüşte her söylediğine gerçekten inanmak zorunda mısın, sen de inanmadan söyle, kaptırma kendini, daha mı dindarsın onlardan, böyle gelmiş böyle gider, sen mi bitireceksin 3Y'yi, başkası gelse kötülük yapmayacak mı sanki, sus payı karşılığında keyif çatar hayatını yaşardın...
Mehmet Akif'in "bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi" tarifine girmediğim için ayıplanmak da varmış bu devirde.
Yükünü tutmayı başaranlar kadar uyanık olamadığımdan enayi muamelesi görüyorum.
Birbirimize mi çektik, birbirimizi mi çektik; etrafım da benim gibi enayi muamelesi görenlerle doldu üstelik.
3Y ile mücadele edilmemesini eleştirdik de ne geçmiş elimize!
Bir enayi heykeli, işte böyle yontulurmuş meğer.
İsmet Özel, Mazot şiirinde üstüne yüreğinden başka muska takmadan konuşmak istiyordu.
Tıraş Bitince Parodisi Başlar kitabımda, o dizeye göndermeyle "üstüne enayiliğinden başka muska takmayanlar, size de selam" demiştim.
Kendi hayatlarından şahane birer enayi heykeli yontmayı bırakmayanlar, bin selam daha size.