Kaygı, kaygı, kaygı
13 ağustos 2019 tarihli yazımda “Açık sorular şunlar” diye açılan paragrafta şu sorular sıralanmaktaydı:
“-50 - 60 bin civarında olduğu ifade edilen silahlı PKK-PYD varlığı ne olacak?
-Amerika’nın onlara Türkiye’nin bütün itirazlarına, isyanlarına rağmen verdiği ağır silahlar ne olacak?
-Amerika bölge için planladığı yapıdan vaz geçmiş mi oluyor?
-Türkiye nasıl bir statüyü kendi güvenliği için yeterli buldu, yoksa kademeli bir oluşum mu söz konusu Fırat’ın Doğusu için? Fırat’ın Doğusuna girmek, orada kalmak nasıl bir çerçeveye oturdu?
-Amerika Türkiye’ye neyi kabul ettirdi, PKK-PYD’ye neyi kabul ettirdi?
-Uzlaşmaya Şam yönetimi tepki gösterdi. Şam’dan bakılınca buralar Suriye toprağı olarak görülüyor ve her türlü operasyon Suriye egemenliğini ihlal olarak niteleniyor.”
Amerika ile “Fırat’ın doğusu”na ilişkin mutabakatın açıklanmasından şu ana kadar hiçbir şeyin netleşmediğini söylemek mümkün.
Aksine, Türkiye adına “kaygılar”ın seslendirildiği günler yaşıyoruz.
Nerede ise ekranlardan yüzlerini tanıdığımız bütün güvenlik uzmanları kaygılı. Daha önce Türkiye’nin eski ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’ın James Jeffry’nin temaslarını “Türkiye ile PYD arasında arabuluculuk” olarak tanımlayan sözlerini bu sütunlarda paylaşmıştım. Hemen sayayım, Abdullah Ağar, Naim Babüroğlu, Necati Özgen…. gibi asker – özel harp kökenli isimler “Oyuna geliyoruz” yollu değerlendirmeler yapıyor.
Nasıl oyuna geliyoruz?
PYD orada duruyor. Amerikalılarla PYD’lilerin görüntüleri dünya medyasına fütursuzca yansıyor. PYD projesi ile ABD projesinin nasıl üst üste oturduğuna dair bilgiler harc-ı alem bilgiler haline gelmiş durumda. Eeee, o arada da tampon – güvenli her ne ise bir bölge olsun. Türkiye PYD-YPG’ye dokunmasın.
Amerika’nın hesaplarından, en azından Münbiç’te olduğu gibi ayak sürümesinden kaygılıyız.
Sınıra yaptığımız yığınak aslında Amerika’ya güvenmiyor oluşumuzun göstergesi. Kim bilir bir ara gireriz belki, gibi açıklamalarımız da var. Ama sanki Amerika da asla girmeyeceğimizden emin gibi.
Aslında iş çok kolay değil.
Amerika zaten orada. DAİŞ’le mücadele gerekçesini kullanıp orada bayrak gösteriyor. PYD-YPG’yi de dişine kadar silahlandırırken, DAİŞ’le mücadele ortağı olarak meşrulaştırmış.
Açıkça da ifade ediliyor mu bilmiyoruz ama, Türkiye’ye “Buraya girersen karşında bizi bulursun” yollu gözdağları da veriliyor olmalı.
Öte yanda Rusya adına “Buraların tamamı Suriye toprağı, Şam’dan izin almadan yapılan her türlü giriş tecavüz sayılır” açıklamalar yapılıyor. Bu sözlerin Amerika’dan çok Türkiye’yi hedef aldığı açık.
Oysa Suriye’nin bağımsız bir devlet haysiyetini kaybettiğini en iyi Rusya biliyor olmalı. Ama BM’de Suriye’yi Şam’ın temsil ettiği de bir gerçek.
Böyle bir kaos içinden biz;
-Sınırlarımızda bir terör yapılanması oluşmamasının,
-Yurdumuza sığınan 4 milyon mültecinin, bizim kimyamızı tarümar etmeden ülkelerine dönüşünün gerçekleşmesinin,
-Irak’ta, Suriye’de bulunan Kürt varlığının Türkiye’deki Kürt varlığı ile ilişkisinin, emperyalist oyunların fesadına uğramadan, kardeşane bir çerçeveye oturtulabilmesinin,
-Belki bir de Türkiye’ye güvenerek Suriye’de özgürlük mücadelesine soyunan silahlı grupların yeni sistem oturduğunda sağlıklı bir statüye kavuşmasının… imkanını çıkarmaya çalışıyoruz.
Zaman zaman sınır ötesine askeri hamle yapıyoruz, bunun hem uluslararası hukuk çerçevesinde, hem de bölgedeki imajı gözetmek açısından sınırlarını dikkatle gözetiyoruz. Görülüyor ki bir yerde ABD’ye, diğer yerde Rusya’ya toslama, bir yerde de komşu coğrafyalar bakımından “emperyal hedefler içinde gözükme - gösterilme” riski var.
Esed’le iletişim yollarının kapalı olmadığına dair bilgiler de dolaşımda. Esed’le uzlaşıldığında da sorun bitmiyor oysa. Esed “Normal”i temsil etmiyor çünkü.
***
Coğrafya bizim coğrafyamız. Etrafımızdaki tüm halklarla “kardeş” sayılırız. Ama görülüyor ki, “kardeş olmak” da kolay değil. Her şeyin kolayca zehirlenebileceği bir dünya burası. “Belalı bir coğrafya” bu yönüyle aynı zamanda. Biz kardeşiz ama, Amerika daha çok kardeş birileriyle, Rusya daha çok kardeş.
Erken zafer söylemleri yerine, basiretli yönetimle selamet sahilini bulmak gerekiyor. Hem ülkemiz için hem coğrafyamız için. Her şeyi meydanlarda söylemeden, belki arka kapı politikalarını da ihmal etmeden…