İç barış – İç cephe
Eskiden “İç barış”tan söz edilirdi. Türkiye’nin “iç barışı sağlamak” gibi bir gündemi vardı. Neden? Çünkü kurulu düzen (Müesses nizam) devleti ülkenin farklı toplumsal kesimleriyle sorunlu hale getirmişti. Dindarlar, Kürtler, Aleviler, gayr-ı müslimlerle sorunlar vardı. Bu toplum kesimlerinin birbiriyle de sorunları vardı, ama daha çok devlet tavrı ile sorunları vardı.
Ak Parti iktidarının ilk yılları bir yandan kendi meşruiyet sorunu sebebiyle devletle uğraşmakla geçti. Yüzde 47 oy aldığı dönemde AYM tarafından kapatılmanın kıyısından döndü. Devlet, dindar toplum kesimlerinin ülke yönetimine gelmesini tehlike olarak değerlendiriyor ve “iç barış”ı ıskalayacak yöntemler uygulamaktan kaçınmıyordu. Benzeri uygulama “Kürtler” konusunda da vardı. “Aleviler” konusu da bir anlamda “gözaltı” konusuydu. Gayrı müslimlerle ilgili rezervler de alttan alta devam ediyordu.
Ak Parti iktidarları, bir dönem kendi meşruiyet sorununu çözmeyi de diğer sorunlu alanları ortadan kaldırmayı da görev edindi. Adımlar attı. Oy oranı yüzde 49’lara ulaştı.
Devlet tavrı genelde “CHP çizgisi” ile özdeşti. Adeta “devletin tüm rezervleri”ni CHP sahiplenmişti. Ama o çizginin de toplumsal karşılığı sınırlıydı. “Halka rağmen halk için” deniyordu ama, halk o çizginin kendisi için olduğunu kabullenmemişti.
Sonraları, ister Ecevit’le başlatın ister Baykal ile, ya da Kılıçdaroğlu ile… “Yahu bu böyle olmaz, denildi, jakobenlikle olmaz, böyle iktidara da gelinmez, böyle halkın farklı kesimleriyle de iletişim sağlanmaz, açılmalıyız.” Yani CHP’de de “İç barış” için jeton düştü. Bugünkü CHP yönetimi de böyle bir arayış içinde. Ne kadar açılınır, ne kadar farklı toplum kesimlerinin dünyasına ulaşılır, bu bir sınav alanı…
Cumhur İttifakı’nın, ekonomi ağırlıklı, yönetimin kabalaşması, anti demokratikleşmesi ağırlıklı, yolsuzluk vs ağırlıklı bir “tabanın aşınması” sorunu var. Bu bir gerçek. Onu aşmayı istiyor iktidar. Ama bu aşınma, aynı zamanda süregelen politikaların ürünü. Ara sıra “özeleştiri” söylemleri seslendiriliyor ama, o söylemler, iktidarın alışılagelmişliği anaforunda kayboluyor.
Ama yüzde 50 artı 1 kâbusu var ve onu yakalamak için bir toplum birikimine ihtiyaç var.
İşte sırf bu sebeple iktidar bir “içeriyi toparlama” hesabı yapabilir. Siyaset bunu gerektirebilir.
Ama iktidar bunu böyle bir “siyasi hesap”la yapıyor görünmek yerine, bir “Dış tehdit” karşısında “güvenlik” gerekçesine bağlamayı toplumsal kabule daha elverişli buldu ve yine “Güvenlik” eksenli bir söyleme oturtmayı tercih etti. “Cephe” sözcüğü böyle devreye girmiş olmalı.
“İç cephe”yi, yukardan beri anlattığımız gibi “siyasi hesap”la değil de, Türkiye’ye yönelik tehdit değerlendirmelerinin ürünü bağlamında “samimi” bir arayış olarak görmek de mümkün.
Ak Parti’nin hem temsil ettiğini düşündüğüm “Değerler” itibariyle farklı toplum kesimleriyle iletişimini, hem de kurulu düzenin bütün toplum kesimlerinin hukukunu gözetme sorumluluğunu her zaman önemsemiş bir kişi olarak, “sistem sancısı”nı aşmış bir ülke olabilme umuduyla bu “iç cephe tahkimi”ni de “samimiyet” çerçevesinde görmek mümkündü.
Ama gelinen noktaya bakıldığında, sergilenen yöntemler izlendiğinde, seçilen üslûp masaya yatırıldığında “samimiyet” boyutunun sür’atle aşındığı bir manzara ortaya çıkıyor. “Cephe mantığı”nın iktidarı tahkimle sınırlı olduğu ayan beyan ortada… Hatta bizzat iktidar blokunun kendi içinde bile “cepheleşmeler” oluştuğu bir noktaya gelinmiş bulunuyor. Beştepe kadroları ile diyelim parti kadroları, eskilerle yeniler ayrışmasına bakıldığında, yeniden bir “kim kimdir?” taraması yapma gereği oluşmuş bulunuyor.
Evet, Erdoğan ile Bahçeli, zaman zaman buluşarak, senkron yakalamaya itina gösteriyorlar, ama onların dışındaki alanlarda fırtına esiyor. Bugün Ak Parti dünyasında “Yola birlikte çıkanlar” ile “Yolda buluşanlar” arasındaki derin ayrışmayı görmeyen var mı? Bugün Ak Parti dünyasında “Bahçeli gerçekte ne yapmak istiyor?” sorusuna dört başı mamur cevap verebilen var mı? Bugün Mehmet Uçum’lu Beştepe danışmanlarının mesela “Devlet” atıflı racon keserken gerçekte kimi – neyi temsil ettiklerini bilen var mı? Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Partili” hüviyetiyle mesela kendi partisi dışında, belki biraz da MHP camiası dışında, diğer toplum kesimleriyle ilişkilerinin sağlıklı yürüdüğünü söyleyebilen var mı?
O zaman nasıl bir “iç cephe”den ve onun “tahkimi”nden söz edilecek? Nerede ise bülûğa ermeden alıp eğittiğiniz, süze süze mezuniyete getirdiğiniz, üstelik birincilikle ödüllenen genç teğmenlerle farklı düştünüz. Farklı yemin ettiler, farklı slogan attılar. Ne yapalım bu teğmenleri? Atalım mı satalım mı? “İÇ cepheyi tahkim” vardı ya bir. Ne yapmalı onu ve bu gençleri? Sınav zor değil mi?