“Fütûhu’l kulûb”
Eskiden Sûfiyye’nin bir Fütûhu’l kulûb derdi vardı. Kalplerin fethi demek bu.
Fütûhu’l büldan değildi İslam fetihlerinin gayesi. Beldelerin fethi demekti o da.
Eskiden Hristiyanların “Konstantinopolis’te Kardinal külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz” demelerini önemserdik.
Eskiden Balkanlara giden Türk akıncılarının, yerel halkı derebeylerin zulümlerinden kurtarmasını anlatır mutlu olurduk.
Eskiden Polonyalıların taa 18’inci yüzyılda dillerine pelesenk olan “Oder ve Vistül’den Türk atları su içmedikçe Lehistan bağımsızlığa kavuşamaz” sözünü okurduk kitaplarımızda. “Türk atları” adalet demekti, özgürlük demekti Polonyalılar için.
Eskiden “şerefü’l mekân bil mekîn” derdik. Mekânın şerefi orada oturan kişinin şerefi ile mütenasiptir-orantılıdır, anlamına.
Şimdilerde kalplerin fethinden bahseden var mı?
Bakın, Cumhurbaşkanı’nın defalarca ifade ettiği gibi eğitimde, kültürde, aile alanında başarılı olamamışız. Bunlar kalplerin inşası ile ilgili alanlar.
Siz buna hala “reform” sözcükleriyle aramaya devam ettiğimiz “Adalet”i, “Hukuk”u da katın.
Kalplerin fethi ha!
Kendi çocuklarımızın kalbi başkaları tarafından fethediliyor. Baksanıza gençlerin çoğu bir şekilde yurt dışına, belki de dün hukuku, adaleti götürdüğümüz yerlere gitmeye çalışıyor.
Evlerimizde çocuklarımız “siyasetimizin etik değeri”ni sorgulamıyorlar mı?
İçerde hukuk sancısı yaşıyoruz.
Cezaevlerimiz tıklım tıklım dolu.
İnsanlarımız bize karşı adaleti arıyorlar ve maalesef dünyanın dört bir yanından, kaybolan hukukumuzu hukuk haline getirmek için hamleler yapılıyor.
Boğaziçi’ni fethe (!) çıktık ya, hadi öteki gençleri ötekileştirdik ve yokluğa mahkûm ettik, ya orada itiraz sesleri yükselten “başörtülü kızlarımız” neyi anlatıyorlar?
“En büyük eğitim reformumuz” olan, belki “gençlerimizin kalbini fethederiz” ümidiyle açtığımız İmam Hatiplerimizde çocuklarımızın kalpleri karışır mı diye endişeye kapılmamız neden?
“Siyasette gençleri kaybetme, eğitimlileri kaybetme” kaygıları neyi anlatıyor? Kalpler elden gidiyor…
Birileri “Bir gece ansızın gelme” heyecanı içinde, sokağı fethedecek, evindeki çocuğu ile iletişimi kaybolmuş.
Memleketin yarısını kendi kampımıza dahil ettik, yarısını da başkaları fethetti! O yarımın kalbi artık bizi ilgilendirmiyor. Değil mi? Ne dersiniz, onları kazanmak için bir takvimimiz var mı?
Kim var içimizde hâlâ “kalplerin fethi” gibi bir dâvâmız olduğunu hatırlayan?
Yoksa fethettiğimiz gökdelenler, ihaleler, cipler - mipler, makamlar - mevkiler, artık adaleti ıskalayıp sadece sandalye haline gelmiş kurumlar, statüler, şapkalar, bize yetiyor mu?
Bir zamanlar geldiğimiz mekânlara onur taşıma derdinde iken, mekânların şerefinin bizim eksiğimizi tamamlayacağı noktasına gelmedik mi?
Ne diyeyim, herkes kendine baksın, kendi kalbine.
Kendi kalplerimiz fethedilmiş mi ki, başkalarına kalp aşısı yapalım?
Ben çok çok eskiden beri “Herkesin bir kalp davası olmalı” derim. “Adı tasavvuf olsun olmasın. Benim için sûfîlik kişinin bir kalp terbiyesi davasının olması demek.”
Sûfîler kalpleri eğitiyorlar mı dergâhlarında, yoksa şimdilerde onlar da dergâhları mahzun halde bırakıp bir yerlerin fethi ile mi meşguller?
Üç aylara girdik. Mü’minler için bir manevi mevsimdir üç aylar. Ucu Ramazan’a çıkar. Ramazan’ın sonunda kalpler arınır ve mü’min “cennetlik” bir insan kıvamına ulaşır.
“Herkes kalbini avucunun içine alsın, insanlar arasında utanmadan dolaşsın” demiş bir derviş. Herkes kalbine baksın, demem bunun için. Kalplerimiz herkese sunulacak berraklıkta mı?
Hoş, kalplerimiz zaten Sahibi’nin bakışına hep açık. O hep bizimle beraber, biz kiminle beraberiz? Sakın Fütûhu’l büldan peşindeyken kalpleri kaybetmeyelim.
İSTANBUL BEYEFENDİSİ
Evet, Kadir Topbaş. O siyasetin içinde bir İstanbul Beyefendisi idi. Nazik, zarif, güler yüzlü. Bir partiden seçilmiş, ama hiçbir farklı partiliye yabancı gelmeyen…
Salgının aramızdan aldığı isimler arasına onun da adı katıldı. Allah rahmet eylesin.
İsmiyle birlikte buruk hatıraların kaldığı unutulmuyor. Bir gün, “Ayrıl başkanlıktan” denildi kendisine. Sebebini sordu mu bilinmez, “Suçum ne?” dedi mi, “Bunu milletime, beni seçen insanlara nasıl anlatacağım?” dedi mi, nezaketi her şeyi açıklamaya mani oldu. Siyaset böyle yürüyordu memlekette, sanki seçilmiyor, oyları siz almıyor atanıyordunuz. Burukluğu ile, gönül yorgunluğu ile yakalandığı virüsün alakası var mı, kim bilir. Böyle buruk ayrılışlarda geride kalanlar hangi duyguyu yaşarlar acaba? Ben, hayatta iken daha iyi ilişkiler gerçekleştirmek gerekiyor, derim.
Mekânı cennet olsun. Geride kalanlarına sabırlar diliyorum. Nasıl bilirdiniz? İyi bilirdik. Nur içinde yatsın.
13 ŞEHİT DENİNCE…
GARA’dan gelen kahredici 13 şehit haberi. 6 yıl önce kaçırılmış asker – sivil insanlar bunlar. PKK infaz etmiş. Şehitlerimize rahmet. PKK’ya lanet. PKK cinayet örgütü, kendinden bekleneni yapmış. Binlerce lanet.
Ama bir soru sorulmazsa olmaz. 6 yıldan beri bu insanların kurtarılması için ne yapılmış? Aileler kapıları zorlamış, beklemiş, beklemiş ve beklemiş. Bir CHP’li milletvekilinin defalarca sorduğu soruların üstüne yatılmış.
Her meseleyi siyaseten kullanma noktasında üstümüze yok, ama üstümüze vazife olan şeyi yapmakta da biz yokuz. Ah giden evlatlarına yanan anneler!