Türkiye tarihi nüfuz alanını kaybediyor
Dışişleri Bakanlığı’nın sayfasında Türkiye’nin Kosova ile sahip olduğu ilişkilerin tasviri şöyle yapılıyor: 'Türkiye-Kosova ilişkileri, ortak tarihi geçmiş ve dostluk bağları temelinde mükemmel düzeyde seyretmektedir.'
Gerçekten de Türkiye, Kosova’nın bağımsızlığına açık destek verdi, bu ülkeyi tanıyan, en fazla yatırım yapan ülkelerden biri oldu. Eğitim ve kültür alanında da devlet ve sivil toplum kuruluşları iki ülke arasındaki dostluk bağlarını güçlendirici faaliyetlerde bulunmaya devam ediyorlar.
Ancak bugünlerde Türkiye ile Kosova arasında diplomatik bir gerginlik yaşanıyor. Nedeni, Kosova’nın Sırbistan’la yaptığı normalleşme anlaşmasının yanında, İsrail’i tanıma ve Kudüs’de büyükelçilik açma kararı.
ABD Başkanı Trump’ın yürüttüğü girişimin sonucunda, Sırbistan ve Kosova karşılıklı ilişkilerini normalleştirme konusunda adım attı. İsrail ne arabulucu ne de anlaşmanın tarafı olmasına rağmen, anlaşma şartları arasında İsrail’in tanınması vardı. Görünen o ki, Trump’ın himayesinde İsrail, Türkiye’nin etrafındaki tarihi nüfuz alanında kendisine bir sistem inşa ediyor.
Kosova Dışişleri Bakanı Stublla, Kosova’nın İsrail tarafından tanınmasının ülkesinin uluslararası konsolidasyon sürecinde tarihi bir aşama olduğunu ileri sürdü.
Ancak İsrail’le diplomatik ilişkilere sahip bir ülke olarak Türkiye, tanıma kararına değil, Kosova’nın Kudüs’de büyükelçilik açma kararına tepki gösteriyor.
Dışişleri Bakanlığı konuya dair tepkisini ortaya koyan mesajında Kudüs meselesine vurgu yapıyor: “Uluslararası hukukun açık bir ihlalini teşkil edecek böyle bir adımın Kosovalı yetkililerce düşünülmesi dahi hayal kırıklığı yaratmaktadır.”
Kosova’nın bu kararı uluslararası hukuka aykırıdır ve yanlıştır. Ayrıca Müslüman bir ülke olarak Filistin davasını hiçe sayması anlamına gelir.
Kuşkusuz tepkimizde haklıyız ancak Kosova’yı bu kararı almaya sevkeden faktörleri iyi tahlil etmek zorundayız. Bizim bu aşamaya gelinmesindeki payımızı da.
Kosova’nın kendi güç dengesini ve içinde bulunduğu coğrafyanın gerçeklerini yansıtan güvenlik öncelikleri var. Kosova açısında en hayati mesele, Rusya’nın Balkanlar’daki nüfuzunun Batı ittifakı yoluyla dengelenmesi ve Sırbistan’ın Batı’ya entegrasyonudur.
Batı ittifakının kurucu üyesi olan Türkiye’nin ise geleneksel stratejik öncelikleri ve buna mukabil stratejik yönelimi son yıllarda büyük değişim gösterdi.
Türkiye’nin güvenlik öncelikleri açısından, Batılı ülkelerle arasındaki mesafe büyüdü; buna mukabil, Türkiye Rusya ve Çin ile yakın stratejik ve ekonomik ilişkiler kurdu.
Örneğin, giderek bir soykırım olarak tanımlanmaya başlayan Doğu Türkistan meselesinde, Türkiye’nin sessizliğe bürünmesi bu stratejik çıkarların bir neticesi değil midir?
Batı ittifakı bünyesinden uzaklaşırken, etrafımızdaki coğrafyanın da buna göre şekilleneceğine dair yanlış bir algıya sahibiz. Ne kadar dost olursa olsunlar, her ülkenin kendisine göre farklı stratejik öncelikleri var. Bu ülkeler kendi önceliklerini her zaman bizim çıkarlarımızla senkronize etmiyorlar.
Burada kritik soru şudur: Balkanlar’da hassas güvenlik endişeleri taşıyan tarihi müttefiklerimize, onları Batı’dan koparacak, Türkiye’nin bağımsız eksenine girmeye ikna edecek kadar güçlü bir teminat ve alternatif sunabiliyor muyuz?
Sorunun cevabının olumsuz olduğu Kosova’nın tavrından anlaşılıyor. Türkiye’nin Batı ittifakından kopması, daha da yalnızlaşıp güvenlik kaygıları artan Kosova gibi ülkeleri Batı’ya ve İsrail’e yakınlaştırıyor. Açıkcası, Türkiye’nin Batı’dan kopması onları Batı’dan değil, Türkiye’den uzaklaştırıyor.
Özellikle Türkiye’nin Batı istikametindeki dış politika yönelimini doğrudan değiştirme temayülüne girdiği, bunu da idam cezası tartışmasıyla gösterdiği bir ortamda, Müslüman Doğu Avrupa ülkelerinin güvenliklerini temin edecek farklı arayışlarda bulunmaları şaşırtıcı olmaz. Türkiye’nin bağlı olduğu uluslararası hukuki sözleşme ve normlar nedeniyle, idam cezası tartışması, bir hukuk ve içişleri konusu olduğu kadar, bir dış politika meselesidir aynı zamanda. İdam cezası, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden ve bu sözleşmeyi temel alan bütün kurumsal yapılardan kopması anlamına gelmektedir.
Bu kurumsal yapılar arasında Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi ve ona bağlı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, aynı zamanda Avrupa Birliği tam üyelik süreci de var.
Demokratik yönelimini kaybetmiş, Avrupa normlarından, ekonomik, güvenlik ve hukuk sisteminden uzaklaşmış bir Türkiye, sadece Balkanlar’da değil, Orta Doğu ve Türki coğrafyada da etki ve çekim gücünü kaybetmiş bir ülke haline gelir.