‘Postmodern darbe’ olarak adlandırılan 28 Şubat’ın üzerinden tam 21 yıl geçti. Binlerce kişinin mağdur edildiği, derin toplumsal yaraların açıldığı süreçle demokrasiye büyük bir darbe vuruldu. Türkiye ‘bin yıl sürecek’ denilen utançla hâlâ tam olarak yüzleşemedi.
Türkiye demokrasisinde ‘postmodern darbe’ olarak nitelendirilen 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısının üzerinden tam 21 yıl geçti. Hükümetin görevden el çektirildiği bu dönemde binlerce kişi mağdur mağdur oldu. 28 Şubat’a giden süreç Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) arasında 28 Haziran 1996’da kurulan 54. Hükümet’le birlikte başladı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, “Rejimin tehdit edildiği” iddialarının tartışıldığı günlerde Refah Partisi’nin kapatılabileceğini partiye iletti. Ardından 31 Ocak 1997’de ‘Kudüs Gecesi’ programı düzenlendi. Başbakan Erbakan, 1 Şubat 1997’de kamuoyundan yükselen itiraz sesleri ve DYP’li bazı bakanların “İmza atmayız” tepkisine rağmen “üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan” kararnameyi Bakanlar Kurulunda imzaya açtı. Daha sonra ‘Kudüs Gecesi’ hakkında iki ayrı soruşturma açıldı. Bu gelişmelerle 28 Şubat sürecinin unutulmayacak görüntüleri olarak tarihteki yerini alan “Sincan’dan tankların geçmesi” olayı yaşandı. Sincan’da 4 Şubat 1997’de 15 tank ve 20 kariyer, ilçeden geçerek Yenikent’teki tatbikat alanına gitti. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, yaşanan süreçten duyduğu rahatsızlığı Erbakan’a iletti. Gelişmeler, koalisyon ortakları arasında çatlağa yol açtı. Erbakan ise 21 Şubat 1997’de Cumhurbaşkanı Demirel ile yaptığı görüşme sonrasında “Türkiye’nin rejim meselesi yok” açıklaması yaptı. Aynı gün Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, yıllarca zihinlerden silinmeyecek “Sincan’da demokrasiye balans ayarı yaptık” ifadelerini kullandı. Demirel’in 26 Şubat’ta Erbakan’a “rejim konusunda endişelerini dile getiren bir mektup gönderdiği” otaya çıktı. 28 Şubat 1997’de toplanan MGK 8 saat 45 dakika sürdü. Türkiye’ye siyasal ve sosyal anlamda yeni bir istikamet çizen bu tarihi toplantıdan 4 maddelik bildiri çıktı. MGK bildirisinin yayımlanmasının ardından, 1 Mart 1997’de askerlerin MGK toplantısına getirerek, hükümetten yapılmasını istediği 20 madde ortaya çıktı. Bu taleplerin arasında, “Temel eğitimin 8 yıla çıkması, imam hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülmesi, irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde istihdam edilmesinin önüne geçilmesi” de vardı. Erbakan, bu 20 maddedeki bazı ifadeleri kabul etmeyerek, kararları imzalamadı. Erbakan, yeni hükümet arayışlarına tepki göstererek “Hükümet TBMM’de kurulur, MGK’da kurulmaz” dedi. 21 Mayıs 1997’de RP’ye kapatma davası açıldı. 11 Haziran’da Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde irticaya karşı “Batı Çalışma Grubu” oluşturuldu. 18 Haziran’da Erbakan istifa etmek zorunda kaldı ve RP 22 Şubat 1998’de kapatıldı.
‘BİZİ ELEŞTİRİN AMA MÜDAHALEYE KARŞI ÇIKIN’
Siyasetini “önce ahlak ve maneviyat”, üzerine kurarak mücadelesini başlatan, önüne çıkarılan türlü engellere rağmen durmayan, kimisine göre “Hoca”, “Profesör” kimisine göre de “Dava adamı”, “Savunan adam” ve “Mücahit” yakıştırmalarıyla tanımlanan merhum başbakanlardan Necmettin Erbakan’ın vefatının üzerinden 7 yıl geçti. Erbakan, 28 Şubat’ın arifesinde vefat ettiği 27 Şubat’ta Türkiye’nin dört bir yanında anıldı. Erbakan’ın mezarı başındaki törenlerde ve birçok kentte düzenlenen etkinliklerde ‘Hoca’nın ahlak temelli siyaset anlayışı ele alındı. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu önüne çıkarılan türlü engellere rağmen durmayan 40 yılı aşkın dava arkadaşlığı yaptığı Erbakan’ı anlattı. Karamollaoğlu, Erbakan’ı anlatmanın biraz zor olduğunu belirterek, kendisinin öncelikle çok inançlı, çok zeki, başarılı bir ilim adamı olduğunu, siyasetini ahlak ve maneviyat üzerine kurduğunu söyledi. Karamollaoğlu, şunları söyledi: “Erbakan, kendi fikir, düşünce ve ideallerini yaşatabilmek için iktidarda biraz daha önü açılabilmiş olsaydı, Türkiye ve İslam alemi bugün bulunduğu noktada olmazdı. Diyaloğa açıktı. Kendisiyle aynı fikri paylaşmayan insanlarla rahatlıkla oturup konuşabilir, müzakere edebilir ve onları da genelde ikna ederdi. Çatışmaları uzlaşmayla çözerdi. Ordu ile ilişkisinde uzlaşmacı bir tavrı vardı. 1996-1997’de Erbakan hocamızı o dönemde, hiç anlamayan bir ekiple, ordu ile karşı karşıya kaldık. Anlama gayretinin içine girmediler. Kim bu adam, niye böyle davranıyor, hangi ideallerini anlatmaya çalışıyor, niye maaşlarımıza bu kadar büyük zam verdi bu adam? 28 Şubat’ta partide kurmaylarını topladı. ‘Böyle bir problemle karşı karşıyayız. Burada bir yanılgı meydana gelmiş. Bizim şimdi bu çalışmalar karşısında yapmamız, parlamentonun bu işin karşısına çıkmasıdır. Çünkü bu bir müdahale. Hükümete de demokrasiye de müdahale. Parlamentoya da müdahale.’ dedi. Onun için biz hemen arkasından muhalefette bulunan partileri ziyaret ettik. Erbakan bazı bilgiler aktardı. ‘Sizden beklediğimiz şu: Bu, demokrasiye bir müdahaledir. Bu parlamento da grubu bulunan partiler olarak bizim kabul edemeyeceğimiz bir husustur. Sadece bunları söyleyin. Bizimle alakalı ne düşünüyorsanız istediğinizi söyleyin.’ dedi. Ama bu o dönemde ne yazık ki yapılmadı.”