Prof. Dr. Ali Akar’ın yazıt araştırmalarına önemli bir katkı sunan ‘Bilge Tonyukuk Yazıtı’ çalışması Ötüken Neşriyât tarafından okura sunuldu. Akar, ‘Türk edebiyatının ilk metni’ kabul edilen yazıtı ele aldığı kitabın ilk bölümünde Köktürkler üzerine kısa bir bilgilendirmenin ardından ikinci bölümde 1300 yıllık yazıtın dilini inceliyor. Üçüncü bölümü ise Tonyukuk Yazıtı’nın metnine ayıran yazar, bir kaç kez okunacak bir çalışmaya imza atıyor.
TANER AY
Prof. Dr. Ali Akar’ın Ötüken Neşriyât’tan basılan ‘Bilge Tonyukuk Yazıtı’ isimli eserini her münevvere öneririm. Türk dilinin ilk büyük yazılı metni olan bin üç yüz yıllık Tonyukuk Yazıtı’nın bilim dünyasınca keşfi bir asırı sadece yirmi beş yıl kadar aştı. Akar, Köktürkler üzerine kısa bir bilgilendirmenin ardından kitabın birinci bölümünde Bilge Tonyukuk hakkında esaslı yaklaşımlarda bulunuyor. Üçüncü bölüm, Tonyukuk Yazıtı’nın metnine ayrılmış. Moğolistan’daki Ulanbator’un elli altı kilometre güneydoğusunda bulunan Bayan Çokto’daki yazıt, birkaç metre aralıkla dikilmiş iki büyük taşa kazınmış altmış iki satırdan oluşmaktadır. Ben Tonyukuk Yazıtı’nın en fazla edebî özelliğini seviyorum. Sprenling’in de belirttiği gibi, ‘her şeyiyle kendisine özgü bir edebiyat şahaseri’dir Tonyukuk Yazıtı. Akar’a katılıyorum, bu yazıtı Türk Edebiyatı’nın ilk metni kabul etmemiz gerekiyor. ‘Bilge Tonyukuk Yazıtı’nın ikinci bölümünde ise yazıtın dili inceleniyor. Çok şey öğrendim, bu bölümü mutlaka birkaç defa daha okuyacağım.
MASAMDAKİ DİĞER KİTAPLAR
Bir nedenle kitap okuma konusunda hayli sıkıntılı günler yaşıyorum. Yakup Gülaçtı’nın Gülnar Yayınları’ndan çıkan ‘Camdaki Mendil’ isimli romanı, M. Sevra Durmuş’un Edam Yayınları’ndan çıkan ‘FranSua’t’ isimli uzun hikâyesi, değerli dostum Murat Kaymaz’ın yıllar önce Ötüken Neşriyât’tan çıkmış olan ama benim ıskaladığım ‘Kaleme Karşı’ ve ‘Balkaşığım’ isimli deneme kitapları masamdalar. Ahmet Yaşar Ocak’ın biri Selçuklu diğeri de Osmanlı dönemine ayrılmış iki ciltlik ‘İslam’ın Ayak İzleri’nin yeni baskılarının Timaş Yayınları’nca yapılmasınaysa çok sevindim. Kitaplığınızda eski baskıları yoksa iki ciltlik ‘İslam’ın Ayak İzleri’ni hiç kaçırmayın derim. Çünkü, bu kitaplarla, size çizilen ufuk çizgisini geçip, başka bir dünyaya geçeceksiniz. ‘İslam’ın Ayak İzleri’ ile ilgili ayrıntılı bir yazıyı, okuyup bitirdiğimde kaleme alacağım. Ayşe Ünüvar’ın Ötüken’den çıkan ‘Yaralı Badem Ağacı’ isimli hikâye kitabı ve Deniz Gezgin’in Can Yayınları’ndan çıkan ‘’Gözler Kanatlar Çiçekler Kuyruklar’ isimli romanıysa iki gün önce elime geçtiler. Mehmet Çapkan kardeşimin gönderdiği ‘Çarpışma’ ile ‘Mukaddime’nin Özü’ ise çok ilgimi çekti. ‘Çarpışma’ Bizans askerî taktiklerini anlatan bir metin. Hüseyin Uçar çevirmiş. ‘Mukaddime’nin Özü’ ise İbn Haldun’dan Cemal Aydın’ın çevirisi ve düzenlemesi. Cemal Aydın, bu düzenlemeyi, ‘İbn Haldun’u İbn Haldun veya Mukaddime’yi Mukaddime yapan bütün bölümlerin bir araya getirilmiş şekli’ olarak tanımlıyor. Bu iki eser de Timaş Yayınları’ndan...
1300 YILLIK TONYUKUK YAZITI
Türk dilinin ilk derli toplu ve büyük yazılı metni olan Tonyukuk Yazıtı yazılalı 1300 yıl, bilim dünyasınca keşfedileli 123 yıl oldu. Bu yazıt, II. Köktürk Devleti’nin kuruluşunda başkomutan ve danışman olarak önemli görevler yapan Bilge Tonyukuk’un kendi dönemindeki seferleri, savaşları ve devletin içinde bulunduğu şartları anlattığı, tecrübelerini gelecek nesillere vasiyet olarak bıraktığı bir metindir. Yazıt, Moğolistan’ın başkenti Ulan Batoor’a 56 km mesafede yer alan Nalayh kasabası yakınlarındaki Bayan Çokto’da bulunmaktadır.
HER GÜN BİRER İKİŞER AZALIYORUZ
Eğitimci ve yazar Pakize Türkoğlu’nun vefâtını Sercan Ünsal’ın paylaşımından öğrendim. ’68 yılından beri aile dostumuzdu, oğulları Gürcan ile Gürsan ise arkadaşlarımdı. Uzun yıllar Küçükyalı’da ve Bostancı’da oturdular. Pakize Teyze, son yıllarında memleketi Gazipaşa’ya yerleşmişti. Ardında ‘Tonguç ve Enstitüleri’, ‘Kısa Süren Hasat’ ve ‘Kızlar da Yanmaz’ gibi çok önemli eserler bırakan Pakize Teyze’ye Allah’tan rahmet, Gürcan’a ve Gürsan’a da sabırlar diliyorum. Ondan bir gün sonra da babamın arkadaşlarından Yılmaz Gruda yaşama vedâ etti. ’75 yılında Suâdiye’deki evimize birkaç defa geldiğini anımsıyorum. Koza Yayınları’ndan ’76 yılında çıkan ‘Şu Bizim Tiyatromuz’ isimli nefis kitabını ise bana imzalayıp babamla göndermişti. Gruda’nın romanını okuyamadım ama şiirlerini hep sevdim. Onun şiirlerini benden çok arkadaşım Ahmet Zeki Pamuk sever, ne zaman şiirlere ve şâirlere ilişkin bir sohbete dalsak, Gruda’nın ismini de mutlaka anıyor. Sevdiklerimizin çoğu artık yukarıda bir yerlerdeler, bizse aşağıda her gün birer ikişer azalıyoruz. Bir ‘Gıravatlı’ açıp da, edebiyattan, filmlerden, mûsikiden ve kaybettiğimiz şehr-i İstanbul’dan konuşacak kaç kişi kaldık? Ağzına rakının katresini sürmezlerden Oğuzhan Murat Öztürk’ü aramıza aldığımızda bile yine de iki elin parmaklarının toplamını bulamıyoruz. Yazık! Aslında sadece dostlukları ve dostlarımızı kaybetmedik, asıl kaybettiğimizse, Ahmed Rasim’in, Hüseyin Rahmi’nin, Sermet Muhtar’ın ve Reşad Ekrem’in İstanbul’u oldu.
HESAP HATASINDAN ‘SAĞ SOL ÇATIŞMASI’NA
‘Sosyal medya’ denilen şeye fazlasıyla uzağım. Bu yüzden Ötüken Neşriyât’ın başına gelenleri önce Ali Aktan’dan duydum, sonra da işin aslını Göktürk Ömer Çakır’a sordum. İş yoğunluğundan çok az vuruşlu ve çok az sayfalı bir metnin dizgi işini dışarıdan birine vermişler, o zamanki hesapla sanırım iki yüz kırk altı lira filan ediyormuş, fakat dizgi işini yapan arkadaş matematik hatası yapıp yirmi üçün önündeki sıfırları hesaba katmayınca işin bedelini yirmi dört bin altı yüz altmış altı lira olarak çıkarmış. Oğuzhan Murat Öztürk telefonda dizgicinin bu hesap hatasını ‘Bir düşünün, yazara yedi sekiz bin lira gibi telif ödenirken, az vuruşlu kısa bir metnin dizgisine böyle bir meblağ çıkarmanızda ters bir şey yok mudur?’ şeklinde izah edince, o arkadaş maalesef hiç düşünmeden ve yeniden çarpma işlemi yapmadan, Ötüken Neşriyât için bombardımana başlamış. Bu paylaşımlarda, sormadan soruşturmadan keser mabadı gibi konuşan ‘sosyal medya okur yazarları’ da mandepsiye basınca, hesap hatası bir ânda ‘sömürü’ mersiyesine ve ‘sağ-sol çatışması’na dönüşüvermiş. Şu Soğuk Savaş ambalajlı ‘sağ-sol çatışması’ meselesindeki dangalaklıklara hiç girmeyeceğim, ama her kim Ötüken Neşriyât’ın ‘sömürücü’ olduğunu söylerse, işte buna şiddetle karşı çıkarım.