Kitapları kapaklarıyla tanırız. Kapaklar ele verir kitapları. Kapaklarıyla severiz. Bizler yani bibliyomanlar için kitabın taşıdığı anlam, içindeki ışık, ifade ettiği şey kadar kapaklarıyla, kâğıdın hamuruyla, harflerin stiliyle, onun kütüphanedeki ‘duruşuyla’ da ilgiliyiz. Bu kelime, ‘kütüphane’ yani, ilkin Orta Çağ’ı çağrıştırıyor bana: şatolarda yaşayan soyluların mütevazı kitaplıklarını...
ÖMER FARUK
Ciltlerin tek tek elle yazılıp çoğaltıldığı, her bir kopyanın özenle hazırlandığı masalsı dönemleri. O zamanlar bir ağırlığı var gibiydi kitabın, varmış. Pahalı bir nesne olduğu için mi? Her eve giremediğinden mi?
Kitap endüstrinin parçası olduktan sonra kendisine gösterilen özeni yitirdi gitgide. Daha hızlı çoğaltılması, ucuzlaması, baskı ve kâğıt kalitesinin artması yanıltmasın bizleri. Teşbihte hata olmaz, bağışlayın lütfen ama yayın endüstrisini biraz da otomobil piyasasına benzetiyorum. Meraklısı olmasanız da gözünüzün önüne eski zarif Amerikan otomobillerini getirin lütfen: Cadillac, Chevrolet, Buick, Dodge… Ya da Almanların ikonik Volkswagen’ini! Bu otomobillerde konfor kadar belki ondan da önce, ‘estetik’ ön plandaydı. Teknoloji ilerledikçe estetik irtifa kaybetti. Otomobillerden kitaplara, gündelik eşyadan kılık kıyafetimize kadar hemen her şeye siniyor zamanın ‘dijital’ ve ‘telaşlı’ ruhu.
Kitap kapaklarına da bulaşıyor, onlar da bozuluyor giderek. Sait Faik’in üzerindeki ‘telif örtüsü’ kalkınca, peş peşe bütün ciddi yayıncılar tekrar basmaya başladı ya öykücüyü; en çok Can Yayınları’nın kapakları hayrete düşürdü beni. Bu değişim üzerine sohbet ederken Saliha Sultan’ın dediği gibi, “Sait Faik, Sait Faik’ten çok bir James Dean, bir Hollywood yıldızı sanki…” Ne gerek vardı böyle bir illüstrasyona sahi? Beyaz kapağın üstünde çerçeve içi bir resim görüyorsanız sağında solunda ‘küçük kırmızı kalbe’ rastlamasanız da o kitabın Can Yayınları’na ait olduğunu anlardınız eskiden. ‘Geleneğe’ sadık kalınarak daha yaratıcı ve estetik bir kapak hazırlanamaz mıydı?
Sadece Can değil elbette. Yapı Kredi Yayınları da bazı kitapların baskılarında, o canım klasik kapaklardan vazgeçti nedense. ‘Ses ve Öfke’ye kelimeler boca edilmiş; ‘Kayıp Zamanın İzinde’nin üstünde anlamsız desenler. Niçin? Soldan aşağıya inen siyah şeridin nesi vardı?
Kapaklarıyla severiz kitapları dedik. Sırf kapağından dolayı satın alırız bazılarını. Bir de ‘şömiz ciltlisi’ bulunsun isteriz aynı baskının. Ben Orhan Pamuk’un hem Yapı Kredi’deki hem İletişim’deki kitaplarını, sonra Kemal Tahir’in bugüne kadarki bütün ciltlerini topluyorum buldukça. Birincisi kapak konusunda en titiz yazarımız bence; ikincisi en talihsizi. Pamuk kitaplarının kapağını bile disiplinle çalışırken, Kemal Tahir hep yeteneksiz illüstratörlere denk gelmiş sanki. Ama bakın hakkını verelim; Ketebe Yayınları’nın ‘Devlet Ana’ özel baskısı için Harun Tan’ın tasarısı, gelmiş geçmiş en iyi Kemal Tahir kapağıdır: kırmızı sert cildin üzerinde ‘püsküllü bir tuğ!’ Hem sade hem de 1967 baskısına şık bir gönderme.
Altı üstü bir kapak deyip geçmeyin. Yıllar önce Elif Şafak’ın ‘Aşk’ romanı pembe bir kapakla basılınca, ‘erkek okurlar’ daha doğrusu ‘pembe bir kitap’ okuyor görünmek istemeyenler için aynı romanın bir de ‘siyah ciltlisi’ basılmıştı alelacele. Önemlidir. Çok önemli!
‘Botokslu kapaklar’dan söz ettik. Bir de geleneklerinden kopmayanlar var. Her kitabın hem kapağına hem önsözüne/sonsözüne fazlasıyla itina eden İletişim Yayınları gösterdiği bu istikrar ve kararlılık için bir tebriği hak ediyor bence. Hasan Ali Yücel dizisini alışılagelmiş beyaz kapaklarla basmaya devam eden Türkiye İş Bankası Yayınları da öyle. (Modern Klasikler Dizisi için aynı şeyi söyleyemiyoruz ne yazık ki.) Dünya klasikleri demişken, tümünü bordo renkli sert kapaklarla basan Ötüken’e de değinmeden olmaz. İştah kabartır! Sonra, yayıncılığa yeni bir soluk getiren Vakıfbank için de bir parantez açmalı. Öyle hoş kapaklar tasarlıyorlar ki, hiç merak duymasa da bir konuya, insanın satın alası geliyor o kitabı, sırf kapağından ötürü. Keza Ayrıntı ve Doğu Batı Yayınları da öyle.
Bir yayınevini diğerlerinden ayırt eden en önemli şey kitap kapaklarında gösterdiği ısrar ve tutarlılık. Okuru yayınevine bağlayan şey de bu birazcık. İngilizler’in dediği gibi: “İf it ain’t broke don’t fix it!” Ve Orhan Pamuk haklı: “Roman kapaklarında kahramanların yüzlerini ayrıntılı bir şekilde göstermek, okurun ve yazarın hayal gücüne yapılmış kabul edilemez bir saldırıdır.”