Bizde şairler, yazarlar, fikir ve ilim adamları, çok önemli başarılar kazanmış olsalar bile, eğer ideolojik kimlik taşımıyorlarsa, birileri onların arkasına saklanarak kavga vermiyorsa, pek hatırlanmazlar. Onlar hakkında yazılan kitaplar da okunmaz. Fahri Celâl Göktulga bunlardan biri... Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi’ne yolu düşenler, muhtemelen onun bu hastahanenin bahçesindeki büstünü görüyor, kim olduğunu pek merak etmeden ve tabii bir zamanlar burada yaşamış bazı delilerin onun hikâyelerinde hâlâ yaşadığını öğrenemeden geçip gidiyorlar.
Mesleğinde önemli hizmetlere imza atmış bir ruh hekimi olan Fahri Celâl (F. Celâleddin), Türk hikâyeciliğinin hâlâ en önemli isimlerinden biridir. Ne var ki, sözünü ettiğim sebeplerle yok sayılmış, Tahir Alangu’nun Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman’da onun hakkında verdiği hükümler de hiç tartışılmadan benimsenmiştir. Herhangi bir sahafta onun ‘Avur Zavur Kahvesi’, ‘Eldebir Mustafendi’, ‘Kına Gecesi’ gibi hikâye kitaplarından birine yahut A. Cüneyt Issı tarafından hazırlanan ve Yapı Kredi Yayınları tarafından geçen yıl ‘Kedinin Kerameti’ ismiyle yayımlanan ‘Bütün Hikâyeler’ine rastlarsanız kaçırmayınız derim. Hafif bir mizahla tatlandırılmış bu gerçekçi hikâyelerin -istisnalar hariç- hemen hepsinde İstanbul var; okurken kendinizi “çitlembik ağaçlı, kuytu bahçeli, mezarlıklı, mescitli sokaklar”da, cumbalı, tahtaboşlu ahşap evlerde ve saf İstanbullular arasında hissediyorsunuz.
İstanbul dedim de... Fahri Celâl’in ‘Rüzgâr’ (1955) isimli kitabında hikâyelerinin yanı sıra bazı denemeleri de vardır. İstanbul Belediyesi’nce 1950-1953 yılları arasında gerçekleştirilen imar faaliyetlerinin tanıtıldığı albüm hakkındaki denemede, İstanbul’da betonlaşmanın kaçınılmaz olduğunu belirtildikten sonra, betonun asaletsizliğine işaret edilir: “Resmini yapsan olmuyor, fotoğrafını çeksen olmuyor, yani hoş olmuyor demek istiyorum. Hâlbuki tahta evlerin, aşı boyalısının bile, ressam Ali Rıza Bey’in fırçasından çıkma bir hâli var. Eğri büğrü sokakların, havagazı fenerlerinin, yüksek, perişan bahçe duvarlarının meydana getirdiği o eski İstanbul’dan pek yakında eser bile kalmayacak. Ondan sonra Taksim’deki Talimhane Meydanı’ndaki şık apartmanların neresinin resmini yapmağa değer tarafı vardır, hangi bir köşe başını döndükten sonra olmayacak şeylerle bizi karşı karşıya bırakacak? Artık çitlembik ağaçlı kuytu bahçeli, mezarlıklı, mescitli so kaklar kalmadı.”
O günlerde Kandilli’deki Kont Ostrorog Yalısı, Kont’un oğlu tarafından hemen yanındaki kübik yalılara meydan okurcasına aslına uygun olarak restore ettirilmiştir. Fahri Celâl, bir yabancının kültür mirasımıza karşı bizden vefakâr çıktığını hatırlattıktan sonra şöyle devam ediyor: “Topkapı semtinden Beyoğlu tarafına bakar sanız içinizi sıkıntı basacaktır, soğuk soğuk beton apartman ların çiy çiy renklerini görerek... Hâlbuki ağaçlar dikilseydi, adım başına kuruyan çeşmelerde sular akıtılsaydı, türbeler tamir edilse, mezarlıklar satılmasaydı (...) Yarınki İstanbul’a gelecek seyyahların arayacakları şey apartmanları görmek için olmayacak, kendine mahsus hava sını, rengini, evini, köşesini muhafaza etmeyi bilen bir İstan bul olacaktır.”
Fahri Celâl’in ‘Talâk-ı Selâse’, ‘Kına Gecesi’, ‘Eldebir Mustafendi’, ‘Avurzavur Kahvesi’ ve ‘Rüzgâr’ adlı hikâye kitaplarıyla bazı portre yazıları ilk defa Mustafa Baydar tarafından bir araya getirilmişti: ‘Bütün Hikâyeler’ (1973). Ama tek baskıda kalan bu kitabı ve bu kitapta bir araya getirilen kitapları sahaflarda bile bulmak zordu. Yıllar önce bir yazı yazmak için peşine düştüğüm bu kitapların hepsini güç bela bulup kütüphanemde bir araya getirmiştim, bir gün bir şeyler yazarım diye... Yazamadım tabii.
Fahri Celâl hakkında derli toplu ilk kitap, başka bir hikâyeci tıp doktorunun imzasını taşır: Dr. Muhtar Tevfikoğlu... Yahya Kemal’in bir şiirini ithaf ettiği Tevfikoğlu, TKAE tarafından 1993 yılında yayımlanan bu kitabında, aziz dostunun hayatını, mizacını, edebî şahsiyetini, eserlerini ve nüktelerini vukufla anlatmaktadır.
Usta bir portre ve fıkra yazarı olarak da basın ve kültür tarihimizde önemli bir yere sahip olan Fahri Celâl’in Yeni Gün, Vakit, Ulus ve Cumhuriyet gazetelerinde yazdığı lezzetli fıkraların da kitaplaştırılması gerekir. Bu işi en iyi yapacak olan, hiç şüphesiz, azız doktorun hikâyelerini yayına hazırlayan ve ‘Fahri Celâl’in Hikâyeciliği’ (2011) isimli önemli bir kitaba imza atan A. Cüneyt Issı’dır.

Bu yazıyı hoş bir nükteyle noktalamak istiyorum. Yahya Kemal, sinirlerinin bozuk olduğu bir gün ruh hekimi Fahri Celâl Göktulga’yı görmek ister, fakat doktorun Lamartin Caddesi’ndeki muayenehanesini o kadar aradığı hâlde bulamayınca kan ter içinde Park Otel’e döner, telefona sarılıp irticalen söyleyiverdiği şu beyti doktora okur:
Şuurun ihtilâli tecennün raddesinde,
Arar Fahri Celâl’i Lamartin Caddesi’nde.
