Kemençe sanatçısı Sercan Halili, 9 yıl sonra çıkardığı ‘Hotel İstanbul Vol 2’ albümüyle dinleyicilerini mest etti. Bir gezginin gözünden İstanbul’u betimlediği çalışmasını anlattı: Bu kente aşık olan gezgin yıllardır görmediği sevgilisine kavuştuğunu hissediyor. İstanbul’un hem güzelliği hem olumsuzlukları saymakla bitmez. Bunların hepsi notalara yansıyor. Her müzik türünü dinler ve beğendiğim bölümleri kemençeyle çalmaya çalışırım. Bu, bazen Safiye Ayla bazen Paco de Lucia olur.
IŞIL ÇALIŞKAN / İSTANBUL
Çocuğu gibi gördüğü, gözünden bile sakındığı kemençesi onun her şeyi. Müziğinden de anlaşılır Sercan Halili’nin enstrümanına olan düşkünlüğü. Kemençe sanatçısı tam 9 yıl aradan sonra ‘Hotel İstanbul Vol 2’ isimli albümüyle dinleyici karşısında. Şiirlere, filmlere, tablolara konu olan İstanbul, Halili’nin bakışıyla ikinci kez İstanbul’u keşfettiriyor. İstanbul kemençesine 21’inci yüzyıl penceresinden eklektik bir yorum getiren sanatçı, albümün öne çıkan enstrümantal parçalarından biri olan ‘Jobim’e mektup’ olarak adlandırdığı kendi bestesi ‘Bozacının Şahidi Şıracı’ ile açılışı yapıyor. ‘Kırım Türküsü’, ‘Gnossienne’, ‘Tango’, ‘Je Crois Entendre Encore’, ‘Essential’, ‘Tiridine Bandım’ da albümdeki parçalardan birkaçı. Müzisyen, albümde doğu batı sentezini dün ve bugünle harmanlayarak ustalıkla dinleyiciye sunuyor. Albümde kemençenin yanı sıra ud, kanun, tanbur, ney gibi başlıca doğu enstrümanlarıyla çello, viyola, piyano gibi batı çalgılarına da yer veriyor. Halili’ye albümde vokalde Elif Güreşçi, Atakan Akdaş ve Emrah Günaydın eşlik ediyor. Müzisyenle yeni albümünü konuştuk.
İkinci albüm tam 9 yıl sonra geldi. Bu süreci nasıl geçirdiniz?
Aslında bu zaman aralığında başka çalışmalarım da oldu elbette. ‘Hotel İstanbul’un ilk yayınından sonra piyanist Erman Türkeli ile birlikte İstanbul Duo CD’mizi yayınladık. Daha sonra çeşitli guruplarla ve solistlerle birçok CD çalışmalarına katıldım. Diyeceksiniz ki koskoca 9 yılda daha başka birşeyler yok mu diye? Yurt içinde yurtdışında sayamayacağım kadar etnik, caz ve senfonik konserler, dizi müzikleri, reklam müzikleri ve çeşitli projelerde müzik yönetmenliği yaptım. Haliyle bir bakmışım ilk göz ağrım ‘Hotel İstanbul’un üstünden 9 yıl geçmiş.
Açılış parçası olan ‘Jobim’e mektup’ olarak adlandırdığınız ‘Bozacının Şahidi Şıracı’nın hikayesi nedir?
Brezilya’da başlayan Bossa Nova akımının öncüsü olan besteci ve icracı Antonio Carlos Jobim, yıllardır zevkle dinlediğim, sanatına hayran olduğum biri. Bu eseri bestelememde bana çok yardımcı oldu. Müziğe 1999’da başladım, Jobim ise 1994’te vefat etti ama o kadar çok dinlediğim için neredeyse benim müzik zevkime çok büyük yön vermiştir. Bu eser benim için Jobim’e bir mektuptur aslında. Belki bir yerlerden müziğimi duymuştur. İlk eserin bende hatırası çok fazla ve esprili bir isim hikayesi de var, şöyle ki aklıma ne zaman bir melodi gelse yanımda kim varsa ya bana soru soruyor ya telefonum çalıyor ya da çeşitli sebeplerden kafam karışıyor ve böyle anlarda melodileri çoğu kez aklımda tutamıyorum. Bir gün Çeşme’de eşim ile birlikte gezerken bu eserin kromatik melodi bölümü aklıma geldi. Çok hoşuma gittiği için sürekli içimden mırıldanıp, son haline getirmeye çalıştım. Bu melodiyi geliştirirken aklıma eşimin bana soru sorma ihtimalide geldi elbette ve bu sefer işimi garantiye alıp, telefonla konuşur gibi yapmaya başladım, aynı zamanda da telefonumu uçak moduna alıp ses kayıt bölümüne, mırıldandığım melodiyi kayıt etmeye başladım. Eşim telefonla konuştuğumu görünce bana soru sormaktan vazgeçti ve melodiyi tamamen kayıt etmeyi başardım. Hatta bestemin çok büyük bir kısmını o an bu şekilde tamamladım diyebilirim. Sonra tabii eşimle konuyu paylaşınca ikimiz de çok güldük. Böylece eserin ismini ‘Bozacının Şahidi Şıracı’ koydum.
‘Hotel İstanbul Vol 2’de gezgin birincisinden farklı olarak İstanbul’a nasıl bakıyor?
İstanbul her gezginin mutlaka merak ettiği ve bir defa gelip tadına doyamadığından, daha sonrada uğradığı bir şehir. Bizim gezginimizde tabii ilk olarak, büyük bir özlem duygusu ile İstanbul’a yeniden gelmeye karar veriyor. Bu karar sonucunda sanki 9 yıldır görmediği sevgilisine kavuşur gibi mutlu oluyor. Bazı yerlerin çok değiştiğini görüp şaşırıyor. Zaman zaman bu duruma üzülse de modern dünyaya ayak uydurarak bazı şeylerin yaşatıldığını görmek gezginimizi çok sevindiriyor. İstanbul’a bir defa daha âşık oluyor.
Adına şiirler yazılan, filmlere ko nu olan İstanbul sizin müziğinize nasıl yansıyor?
İstanbul belki bir çoğumuz gibi benimde vazgeçilmezlerimden biri. Ama bazen bir o kadarda uzaklara kaçmak istediğim bir şehir. İstanbul’daki güzellikleri ve güzel olmayan özellikleri maalesef saymakla bitiremeyiz. Bütün bunlar bizim müziğimize yansıyor. Acılarda, tatlılarda. Ancak şu gerçeği anlamak lazım ki, İstanbul’un acısı bile bazen güzel geliyor. İstanbul benim her anımda. Açık konuşmak gerekirse İstanbul’u dolu dolu yaşamaya çalışıyorum ve bunu seviyorum. Bestelerimde ve icra ettiğim müziklerde de bunu hissediyorum. Albümdeki ‘Rastgele’, ‘Essential’ ve ‘Cumartesi’ bu duygularımın en güzel anlatılmış şekli.
Albümün hazırlık aşamasından bahseder misiniz?
Bu albümde de birçok yenilikler oldu. İki Fransız bestecinin eserlerini çaldım. Neyzen bir arkadaşımın, kemençe için segâh makamında bestelediği bir tangoyu çaldım. Klasik Türk Müziği’nin en büyük eksiğidir beste yapmak ve o yüzden bu konu çok değerli benim için. Projenin en önemli konularından biri ise, belki ilk defa bir balalayka ile kemençe ortak bir eserde buluştu.
DÜNYANIN MÜZİĞİNİ KEMENÇEYLE UYGULUYORUM
Bestelerinizi kemençe ile yapıyorsunuz. Bu yaptığınız müziği nasıl etkiliyor?
Bestelerimi aslında kemençe çalmadığım zamanlarda, içimden şarkı söyler gibi yapıyorum ama tedirgin olmayın sorunuz çok doğru oldu. Çünkü bestelerimi yaptığım zamanlarda elimde sanki kemençe varmış gibi hissediyorum ve planlıyorum. Dünyanın her yerinde yapılan müzikleri dinlerim ve bazı beğendiğim bölümlerini içinden seçerek kemençeyle uygulamaya çalışırım. Bu yeri gelir Aleko Bacanos veya Safiye Ayla’nın bir nağmesidir, yeri gelir Henry Mancini veya Paco De Lucia’nın tek bir karakteristik müzikal hareketidir, hatta yeri gelir Mstislav Rostropovich’in yay hareketlerini bile taklit etmeye çalışmışlığım olmuştur. İşte bunun gibi örnek almayı tercih ettiğim olgular, yazdığım müziklere ve kemençe icrama tamamen yansımaktadır.
Türk müziği çalgısı olduğu söylenen klasik kemençenin batı müziği ile uyumunu neye benzetebilirsiniz?
Kemençe dünyanın her yerinde yapılan müziklere çok kolay adapte olabilen bir enstrüman. Şöyle düşünün hangi ülkede olduğunuz fark etmez, akşam ay’a baktığınızda, hep aynı yüzünü görürsünüz ve hiçbir zaman bunu yadırgamazsınız. Ama ayı izlerken mutlu olursunuz. Aynı şekilde kemençe de hangi müzik tarzında olursa olsun size uyumsuz gelmez. Dinlerken mutlu olursunuz. Yıldızların arasında tek başına parlayan bir ay gibi düşünebilirsiniz.