Yapay zeka sohbet robotları neredeyse pıtrak gibi arttıkça reklamlarını yapmak da şart oldu. Ama sen kalk, en zeki beyinlerle yapay zeka sohbet robotlarını geliştir ama şöyle akıllarda kalacak reklamlarını yapam...
GÜLAY ERDEMLİ
Yapay zeka sohbet robotları neredeyse pıtrak gibi arttıkça reklamlarını yapmak da şart oldu. Ama sen kalk, en zeki beyinlerle yapay zeka sohbet robotlarını geliştir ama şöyle akıllarda kalacak reklamlarını yapama…
Google’ın yapay zeka sohbet robotu Gemini için Olimpiyatlarda gösterilmek üzere bir reklam hazırlamıştı. Reklam o kadar eleştirildi ki Google reklamı geri çekmek zorunda kaldı, Gemini’nin de karizmasını çizdi. ‘Sevgili Sydney’ başlıklı reklamda, profesyonel bir sporcu olma hayali kuran ve 400 metre engellide dünya rekoru sahibi ABD’li atlet Sydney McLauglin-Levrone’a mektup yazmak isteyen küçük bir kız çocuğu anlatılıyor. Baba, kızına yardım etmek için Google Gemini’yi kullanmaya karar veriyor ve ondan şampiyona göndermek üzere bir mektup yazmasını istiyor. Baba, “Kelimelerle aram çok iyi ama bu gerçekten mükemmel olmalı” diyor reklamda. Reklam yayınlandıktan sonra ‘soğuk, sönük’ olarak tanımlandı, ebeveynler ve çocuklar arasındaki yakınlığın bir makineye devredilmesini öneriyordu ve pek de yaratıcı değildi. Google bu reklamıyla internette on binlerce eleştiri alınca Olimpiyatlardaki gösterim programından çıkarıldı.
Yapay zeka sohbet robotlarının başarısız reklamlarında Google yalnız değil. Diğer teknoloji şirketleri de ‘chatbot’ların tanıtımını yapmakta zorlanıyor. Bu yazın başında Meta, Meta AI için hazırladığı reklamı yayınlamıştı. Reklamda bir kişi maraton koşmak için eğitim planı istiyor, bir diğeri Meta AI’den teleskopun belirli bir yerden yıldızların nasıl göründüğünü göstermesini talep ediyor. Küçük bir çocuğun dedesine göstermek için Meta AI’den 1954 yılında NewYork’ta ‘Küçük İtalya’ olarak bilinen mahalleyi hayal etmesini bekliyor…
Meta AI’nin verdiği yanıtlar ve görseller hiç de yaratıcı değil. Basit bir Google aramasıyla bulunacak kadar sıradan bile denilebilir.
Bir diğer teknoloji devi de Microsoft… Olimpiyatlar için her yaştan sporcunun antrenman yapmasına yardımcı olması amacıyla bir program hazırlaması isteniyor Microsoft’un chatbot’u Copilot’tan. Reklamdaki bölümlerden birinde bir kullanıcı Copilot’tan kalp atış hızı hakkındaki verileri analiz etmesini istiyor. Ancak veriler çok sağlık değil çünkü sohbet robotlarının tıbbi yardım sağlaması için yapılan girişimler şimdilik istenen sonuçları veremiyor. Hatta bazılarının kullanıcı sağlığı açısından ciddi sonuçlar doğurabilecek hatalar yaptığı biliniyor.
Teknoloji dünyası son iki yıldır yapay zeka konusundaki yüksek beklentilerin sonuçlarıyla baş etmeye çalışıyor. Ama coşkulu heyecan bir yana bu araçların somut uygulamaları beklenenden daha az heyecan verici, hatta şimdilik şişmiş bir balon. Dünyanın pazarlama konusundaki en yaratıcı şirketlerinin üçünün de benzer başarısızlığı yaşamasının nedeni de belki bu…
BEN BİLMEM, YAPAY ZEKAM BİLİR!
Yapay zeka, kendisini yaratan şirketlerin reklam konusundaki başarısızlığına inat kendi tanıtımını daha iyi yapıyor gibi görünüyor. Japonya merkezli reklam ajansı Dentsu’nun araştırmasına katılanların neredeyse yarısı 2035 yılına kadar alışveriş, iletişim gibi günlük işlerini yapay zekanın halletmesini istiyor. Uluslararası danışmanlık firması McKinsey’in çalışması da küresel tüketicilerin yüzde 16’sının iş dışında düzenli olarak yapay zeka kullandığını, Asya Pasifik ülkelerinde bu oranın yüzde 30’a çıktığını gösteriyor. Aynı raporda Z kuşağının tatil güzergahları oluşturma, ev dekorasyonu için tüyolar alma konusunda AI kullandığını ortaya koyuyor.
TRUMP VE MUSK’IN İNİŞLİ ÇIKIŞLI İLİŞKİSİ...
Biri ABD eski başkanı ve 2024 seçimlerinin başkan adayı, diğeri dünyanın en zengin adamlarından biri. Eski adıyla Twitter, şimdinin X’inin şu anki sahibi malum Elon Musk. ABD Başkan adayı Donald Trump, 2021’de Twitter’ı bırakmış, daha doğrusu hesabı askıya alınmış sonrasında sadece birkaç kez paylaşım yapmıştı.
Trump, geçen hafta platforma görkemli bir dönüş yaptı. Platformun Space adlı sesli görüşme alanında canlı yayın yapan Trump ve Musk, tam bir şov yaptı. Diğer ülkelere korku salacak bir ABD liderine ihtiyaç duyulduğunun altını çizdiler. Musk, Trump’ı övüp durdu. İki saat boyunca devasa egoların voltranı oluşturduğu bir yayın oldu. Trump ve Musk, yayın öncesi senaryosuz, konu sınırlaması olmayan eğlence olacağını vadetse de çoğunlukla tahmin edilebilir konulardan bahsettiler ve birbirlerinin övüp durdular.
Söyleşi tam bir kaostu. Musk, trafiği çözmek için tünel inşa etmekten bahsetti, Trump Çin’in yüksek hızlı demir yolu sistemini övdü. Oysa Musk, Tesla otomobilleri için yapılacak tünellerden bahsediyordu. Her ikisi de Kamala Harris’in ‘aşırı sol’ bir politikacı olduğu konusunda hemfikirdi. Hükümetin aşırı harcamaları konusuna değinirken Trump Eğitim Bakanlığı’nı kapatacağını, eğitimi tekrar eyaletlere taşıyacağının ilan etti. Eski Başkan ayrıca Musk’ın 2022 yılında Twitter çalışanlarını toplu olarak işten çıkartmasından övgüyle bahsetti.
Oysa Trump ve Musk her zaman kanka değildi. 2016 seçimleri öncesi Musk, verdiği bir röportajda Trump’ın ‘doğru adam’ olmadığını söylemişti. Başkan seçildikten sonra ise Trump ile dostça bir ilişki geliştirmeyi başardı hatta Beyaz Saray’ın iki danışma kuruluna katıldı. Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çekilmesinin ardından istifa etti.
2022 yılındaki bir mitingde Trump, Musk’ın 2016 yılında kendisine oy verdiğini söylediğini iddia etti, milyarderi ‘saçmalık sanatçısı’ olarak adlandırdı. Musk ise Trump’ın gün batımına doğru yelken açması gerektiğini söyledi. Bu ağız dalaşı devam edip durdu.
Size tanıdık gelecek, ne de olsa eski düşmanların dost olması ya da tam tersi bizim siyaset arenasında da sık karşılaştığımız bir durum. Trump ve Musk’ın düşmanlığı da geride kaldı, ikili ortak amaçlarda birleşti. Ayda en az birkaç kez telefonla görüşüyor ve teknoloji, göçmenlik gibi konularda tartışıp görüş alışverişinde bulunuyorlar. Şimdilerde bu kadar yakın olmalarının nedeni elbette tamamen ‘duygusal.’ Ortak noktaları çok; ikisi de kendilerini yüceltme ve başarılarını abartma konusunda uzman. İkisinin de kameralar karşısında ya da sosyal medyada kışkırtıcı şeyler söyleme alışkanlığı var ve ateşli bir hayran kitlesi oluşturmak için sosyal medyayı kullanmayı çok iyi biliyorlar. Bir diğer ortak noktaları da ‘mağdur’ edebiyatını iyi becermeleri. Trump Demokratların hukuk sistemini kendisine karşı bir silah olarak kullandığından şikayet ediyor, siyasi rakiplerinin peşine düştüğünü iddia edip dert yanıyor. Diğer taraftan Musk, siyasi görüşleri nedeniyle baskıya uğradığının anlatıyor. İnsanların kendisini ‘aşırı sağcı bir adam’ olarak göstermesinden yakınıyor, “Bunlar çok saçma iddialar çünkü ben elektrikli araçlar üretiyorum” açıklaması ise gerçekten komik. 2022’de daha önce Demokratlara oy verdiğini ancak 2022’de ‘nefret’ partisi olduklarını ve Cumhuriyetçilere oy vereceğini söyledi. Geçen yıl ‘belgesiz’ göçmenlerin ABD’ye getirilerek ‘beyaz’ların yerini alacakları komplosunu iddia eden bir grubun söylemlerine katıldı.
İki çılgının (çılgını sempatik anlamda söylemiyorum) bu kadar çok ortak noktada buluşması dünya için hiç iyi değil!
SAHİPSİZ...
Tartışmalı Sokak Hayvanları Yasası yürürlüğe girdi ve ne yazık ki sağdan soldan pek de hoş olmayan haberler geliyor. Oysa herkes biliyor ki sokak hayvanları Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri bizimle birlikte yaşıyor. Hong Konglu yönetmen Elizabeth Lo’nun İstanbul’daki sokak köpeklerini odağına aldığı ‘Stray-sahipsiz/başıboş’ adlı belgeselin 4 Eylül’de KüçükÇiftlik Bahçe’de HAYTAP (Hayvan Hakları Federasyonu) yararına gösterileceği haberini okuyunca aklıma tekrar geldi bu belgesel.
Stray’, İstanbul sokaklarında hayatta kalmaya çalışan Zeytin, Nazar ve Kartal isimli üç sokak köpeği üzerinden statüsüz bir canlı olarak yaşamanın ne demek olduğunun anlatıyor.
Köpeklerin şehirde özgürce dolaştığını, hayatı kendi kurallarına göre yaşadıklarını görünce çok etkilendiğinin söyleyen Elizabeth Lo, İstanbulluların köpeklerle ilişkisini şöyle anlatıyordu belgeseli çektiği yıllarda: “İnsanlar köpeklere karşı gerçekten çok saygılı, onları kendi topluluklarına ait vatandaşlar” olarak görüyor.
Belgeselde yüzyıllardır İstanbul’a gelen yabancı gezginlerin hayal güçlerini en çok etkileyen şeylerden birinin sokak köpekleri olduğu da anlatılıyor. ABD’li yazar Mark Twain 1867’de şöyle yazmış: “Köpekler şehrin her yerinde sokakta uyuyor… Sultan yanlarından geçiyor ama onlar hiç hareket etmiyor.”
Hem 19. yüzyıl litografilerinde hem de 21. yüzyılın viral olan videolarında ayrıntılı olarak görülebiliyor şehir ve köpeklerin ilişkisi. Videolarda köpekleri yeşil ışıkta karşıya geçmek için beklerken, Boğaz’ı vapurla geçerken, protestolarda insanların yanında yürürken, kaldırımlarda kendilerine verilen yemekleri yerken, muziplikleriyle bizi eğlendirirken görüyoruz.
Belgeselde köpeklerin İstanbul’daki tarihi de anlatılıyor. Bir hikayeye göre Fatih Sultan Mehmet 1453’te şehri fethedince onunla birlikte geldiler. Yenikapı’da Bizans döneminde yapılan limanda yapılan ve yüzlerce köpek kafatasının ortaya çıkarıldığı arkeolojik kazı ise köpeklerin şehirle ilişkisinin çok daha önce başladığını gösteriyor. Belgeselde Osmanlı döneminden kalan tarihi kaynaklar da yer alıyor. Belgelere göre köpekler mahalle bekçileri olarak hizmet ediyor, yangın çıktığında insanları uyarmak için havlıyordu -ki o dönemde çok sayıda yangın olduğunu biliyoruz- .
İstanbul’un sokak hayvanlarını şehrin somut olmayan kültürel mirasının bir parçası olarak inceleyen Kimberly Hart da belgeselde şunu hatırlatıyor: “İnsan ve köpekler arasında sadece işlevsel bir ilişki yoktu. Onları beslemek ve onlarak bakmak ‘iyi bir iş’ olarak görülüyordu.” İstanbul sakinlerinin şehrin köpekleri ve çok sayıda kedisi için sokaklara koyduğu yiyecek ve su kapları, ev yapımı kulübeler Osmanlı dönemine kadar uzanıyor. Hepsi güzel ama bir o kadar da savunmasızlar. İstanbul’un köpek nüfusunu ortadan kaldırmak için 1800’lerin başında da girişimlerde bulunuldu, 1990’lara kadar devam eden katliamlar da oldu. En korkuncu pek çoğunuzun bildiği gibi 1910 yılında 80 bin köpeğin Sivriada’ya sürgün edilmesiydi. Ağaçsız ve ıssız adada su ve yiyecek olmadan acı içinde öldüler, Kimi tarihçilere göre ulumaları denizi aşıp şehre ulaştı. Belgeselde Lo diyor ki; “Yerel inanca göre 1911’de şehrir kasıp kavuran yıkıcı yangın ve İstanbul’un işgaliyle sonuçlanan 1. Dünya Savaşı ilahi bir ceza olarak görüldü.” Bazı tarihçiler bu acımasız katliam kampanyalarının nedenini Batılı diplomat ve ziyaretçilerin sokak köpeklerinden şikayet etmesine bağlıyor.
Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul ve köpekleri arasındaki ilişkiyi çok güzel anlatan bir belgesel. Şimdi tekrar izlemenin tam zamanı.