Spectrum House'un, "Kürt Meselesi ile İlgili Algılar ve Siyasal Eğilimler" araştırmasının sonuçlarını paylaştı. Kürtlerin yüzde 39'u Kürt sorununu AK Parti'nin çözeceğini düşünüyor. Spectrum House Genel Koordinatörü Zeki Gürür, araştırmanın detaylarını KARAR’a anlattı.
SEMA KIZILARSLAN
Spectrum House Düşünce ve Araştırma Merkezi, Türkiye’nin temel sorunlarına odaklanan bir araştırma merkezi olarak demokratikleşme, toplumsal barış, sosyal eşitsizlikler, kent yönetişimi, yerel yönetimler, ekoloji ve göç politikaları gibi alanlarda saha çalışmaları yapıyor ve çözüm önerileri geliştiriyor.
22 Ekim’de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşması ve ardından yaptığı açıklamalar, Kürt meselesi ve çözüm süreci tartışmalarına yeni bir boyut kazandırırken, Spectrum House’un gerçekleştirdiği son araştırma, bu konudaki toplumsal eğilimleri anlamak adına önemli veriler sunuyor.
Merkez, son dönemde özellikle Kürt seçmenlerin eğilimlerine yönelik gerçekleştirdiği araştırmalarla dikkat çekiyor. Son olarak, 25 Kasım-3 Aralık tarihleri arasında İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır, Kocaeli, Bursa, Adana, Antalya, Hatay, Manisa, Gaziantep, Trabzon, Aydın, Kayseri, Konya, Samsun, Tekirdağ, Van, Balıkesir, Malatya, Mardin, Zonguldak, Kırıkkale, Erzurum, Ağrı ve Kastamonu’da toplam 2 bin 28 kişiyle görüşerek hazırladığı “Kürt Meselesi ile İlgili Algılar ve Siyasal Eğilimler” başlıklı raporunu kamuoyuyla paylaştı.
‘KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ KONUSUNDA CHP VE AK PARTİ ARASINDA REKABET VAR’
Araştırma, Kürt meselesinin yalnızca iç politika değil, bölgesel ve uluslararası etkileri de olan çok boyutlu bir sorun olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Kürt seçmenlere Kürt meselesinin sebepleri, çözüm önerileri, siyasal eğilimler ve medya algısı gibi konular soruldu. Katılımcılar, Kürt meselesinin çözümünde halk ve sivil toplum kuruluşlarının muhatap olmasını desteklerken, çoğunluk barışçıl çözüm için umutlu olduğunu belirtiyor. Siyasal tercihlerde ise CHP ve AK Parti arasında yakın bir rekabet olduğu görülüyor. Medya algısına dair, katılımcıların çoğu medyanın bu konuda taraflı bir tutum sergilediğini düşünüyor.
Rapordan öne çıkan bazı bulgular ise şöyle:
-Katılımcıların,
Yüzde 53’ü yeni bir anayasa yapılmasını desteklerken, %47’si bu konuda olumsuz veya kararsız bir tutum sergiledi. Yüzde 59,3’ü Kürt meselesini Türkiye için önemli bir sorun olarak değerlendirdi. Yüzde 24,5’i diyalog ve müzakere süreçlerinin başlatılması gerektiğini ifade ederken, yüzde 21,8’i şiddet ve terörle mücadeleye öncelik verilmesi gerektiğini belirtti. Yüzde 25’i çözüm sürecinde halk ve STK’ların temsilci olarak yer alması gerektiğini söylerken, Yüzde 18,9’u Kürt liderlerin görüşmelere dahil edilmesini önerdi. Yüzde 29,4’ü Kürt meselesinin barışçıl yollarla çözülebileceğine inanmadığını ifade ederken, her üç kişiden ikisi çözüm için umutlu olduğunu belirtti. “Bu pazar seçim olsa” sorusuna verilen yanıtlar arasında CHP yüzde 32,4 ile birinci sırada yer alırken, AK Parti yüzde 31,3 ile ikinci sırada geldi. DEM Parti yüzde 10,5, MHP yüzde 7,1 ve İYİ Parti yüzde 4,5 oranında destek gördü.
KÜRT SEÇMENLERİN %43,5’İ, TÜRK SEÇMENLERİN İSE %67’Sİ BAHÇELİ’NİN AÇIKLAMALARINI YANLIŞ BULDU
Spectrum House Genel Koordinatörü Zeki Gürür ile araştırmanın detaylarını konuştuğumuz bir röportaj yaptık. Gürür, Kürt meselesinde çözüm süreçlerinin başarısızlığında hükümetin siyasi menfaat odaklı yaklaşımı temel sebep olarak öne çıktığını, yeni süreçlerin kapsayıcı ve çok aktörlü bir yapıda olması gerektiği vurgulandığını anlattı.
-Bahçeli’nin açıklamaları Kürt seçmen üzerinde nasıl bir etki bıraktı?
Bahçeli’nin Ekim ayının başında Meclis açılışında DEM Partililerle selamlaşmasıyla başlayan ve daha sonra Abdullah Öcalan’a yönelik çağrılarıyla devam eden açıklamaları, Kürt ve Türk seçmen üzerinde birbirinden farklı etkiler ortaya çıkardı. Yaptığımız araştırmada etnik köken faktörünün bu farklılıklar üzerinde etkili olduğunu gösteren bulgular var.
Özetlemek gerekirse; Kürt seçmenlerin %43,5’i Bahçeli’nin açıklamalarını yanlış bulurken, Türk seçmenlerde bu oran %67 olarak ölçüldü. Yine Kürt seçmenlerin %34,9’u Bahçeli’nin açıklamalarını desteklerken, Türk seçmenlerde bu oran %19,4 olarak tespit edildi. Kürt seçmenlerde yaklaşık %21,6 oranında ise bir kararsızlık ve kafa karışıklığı durumu söz konusu.
Bahçeli’nin açıklamalarının Kürt seçmenler tarafından geniş bir “barış” çağrısı olarak algılanmaması, bu söylemlerin taşıdığı taktiksel ve stratejik karmaşa ile doğrudan bağlantılı diye düşünüyorum. Açıklamaların zamanlaması, muhatapları ve kullanılan dil, Kürt seçmen nezdinde bir güven zemini inşa etmekten uzak görünüyor. Bununla birlikte, Kürt seçmenlerin geçmiş deneyimlere dayanan ihtiyatlı yaklaşımı, bu tür çağrılara tamamen kapalı olmadıklarını da ortaya koyuyor. Özellikle her beş Kürt seçmenden birinin açıklamalar hakkında net bir görüşe sahip olmaması, çağrıların yeterince kapsayıcı bir perspektifle sunulmadığını göstermesi açısından önemlidir diye düşünüyorum.
Bu durum Kürt seçmenlerin hafızasına yerleşmiş olan, çözüm süreçlerinin sekteye uğratıldığı önceki deneyimlerle de ilişkilendirilebilir. Bahçeli’nin açıklamalarına yönelik şüpheci yaklaşım, Kürt meselesine dair tarihsel birikimin ve kolektif hafızanın bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda Kürt seçmen, bir yandan açıklamaları dikkatle izlerken, diğer yandan bu söylemlerin siyasi gündeme gerçek bir dönüşüm getirme potansiyelini sorgulamaktadır.
‘HİÇBİR ADIM ATILMAMALI” DİYENLERİN ÇOĞUNLUĞU TÜRK, ERKEK, ORTA VE İLERİ YAŞ GRUBUNDAN VE DÜŞÜK EĞİTİM DÜZEYİNDE’
-Kürt meselesinin çözümü için önerilen adımlar arasında "hiçbir adım atılmamalı" diyen %15,3'lük kesimin motivasyonları neler?
Son yaptığımız araştırma ile daha önceki bulgular ışığında, Kürt meselesi yahut Türkiye’deki herhangi bir sorunun çözümünde “hiçbir adım atılmamalı” diyen eğilimlerin genellikle sorunun varlığını reddetme motivasyonundan kaynaklandığını söylemek mümkün. Bu kesim, Kürt meselesini bir sorun olarak görmeyen, dolayısıyla herhangi bir çözüm girişimine karşı çıkan, geleneksel statükoyu savunan ve eşitlik ya da “hak” kavramlarını ayrımcı ve dışlayıcı bir perspektifle ele alan bir kesim olarak değerlendirilebilir.
Araştırmamızın bulguları, bu eğilimi benimseyenlerin demografik ve siyasi özelliklerine dair önemli ipuçları sunuyor. “Hiçbir adım atılmamalı” diyenlerin büyük çoğunluğunun etnik kimlik olarak Türk, cinsiyet olarak erkek, yaş grubu olarak orta ve ileri yaş, eğitim düzeyi açısından ise daha alt seviyede olduğu görülmüştür. Siyasi parti tercihlerine baktığımızda ise bu görüşün ağırlıklı olarak MHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi seçmenleri arasında yaygın olduğu görülmektedir.
Bu veriler, bu kesimin genel olarak reddiyeci ve statükocu bir duruş sergilediğini, Kürt meselesinin varlığını inkâr eden bir çerçevede konumlandığını ortaya koymaktadır. Burada dikkat çeken bir diğer unsur ise, bu grubun çözüm arayışlarına yönelik tepkisinin sadece bir siyasi pozisyon almakla sınırlı kalmayıp, Kürt meselesini bir hak ve eşitlik meselesi olarak ele almayı toptan reddetmesidir. Bu bağlamda, “hiçbir adım atılmamalı” görüşü, yalnızca Kürt meselesine dair bir çözüm önerisini değil, bu türden tartışmaların dahi önünü kesmeye yönelik bir direnç olarak okunabilir.
-Çözüm Süreci’nin başarısız olmasında "hükümetin sürece siyasi menfaat açısından yaklaşması" en önemli sebep olarak görülüyor. Bu durum, yeni bir süreçte nasıl engellenebilir?
2013-2015 yılları arasında başlatılan çözüm ve diyalog süreci, özellikle Kürtler başta olmak üzere toplum genelinde büyük bir umut ve beklenti yarattı. Kürt meselesi gibi tarihsel bir sorunun çözümü için atılan bu adımlar, hükümetin inisiyatifinde şekillenmiş ve doğal olarak sürecin kaderi hükümetin siyasi hesaplarıyla doğrudan ilişkilendirilmiştir. Ne var ki bu girişimin nihayete erdirilememesi, akamete uğrayarak yerini yeniden şiddet sarmalına bırakması, hükümete yönelik “siyasi menfaat odaklı” yaklaşım eleştirilerini de beraberinde getirdi.
‘KATILIMCILAR, ÇÖZÜMÜN SADECE HÜKÜMET ODAKLI DEĞİL, GENİŞ TABANLI KATILIMLA YÜRÜTÜLMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYOR’
2013-2015 yılları arasındaki süreç, içeriği ve yöntemleri eleştirilere konu olsa ve sonuç itibariyle daha şiddetli bir çatışma zeminine dönüşse de, Kürt meselesinin çözümüne yönelik geleneksel devlet politikalarından farklı bir deneyim olarak kayıtlara geçti. Ancak bu süreçte hükümetin pragmatik öncelikleri ve dönemsel siyasi kazanımlara odaklanması bu süreci akamete uğrattı. Erdoğan’ın “400 vekil verin, bu iş huzur içinde çözülsün” açıklaması, sürecin siyasi bir araç olarak ele alındığını açıkça ortaya koydu. Bu beyan ve sonrasında yaşanan gelişmeler, 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarıyla hükümetin tek başına iktidar olma vasfını kaybetmesiyle birleşince, sürecin sonlandırılması ve daha kutuplaştırıcı bir siyaset atmosferine geçiş bu algıyı perçinlemiştir.
Her ne kadar mevcut gelişmeler ve dinamikler bakımından “yeni” bir sürecin varlığından bahsetmek mümkün olmasa da geçmiş deneyimlerden hareketle, sürecin başarısını engelleyen faktörlere dair önemli dersler çıkarılabileceğini düşünüyorum. Yaptığımız araştırma, katılımcıların çözüm için sadece hükümet odaklı bir girişimi yeterli görmediğini, sürecin geniş tabanlı bir katılımla yürütülmesi gerektiğini düşündüklerini gösteriyor. “Halk,” “sivil toplum” ve “siyasi partiler” gibi farklı aktörlerin işaret edilmesi, sürecin tek bir siyasi partinin çıkarlarına hizmet eden bir konu olmaktan çıkarılması açısından önemlidir diye düşünüyorum.
Bu bağlamda yeni bir çözüm süreci tasarlanacaksa, tüm tarafların katılımını sağlayan şeffaf ve kapsayıcı bir diyalog mekanizması oluşturulmalıdır. Bu mekanizma, hükümetin inisiyatifini tek başına belirleyici bir unsur olmaktan çıkararak, sürecin çok aktörlü bir zeminde şekillenmesini sağlayabilir. Böylelikle, “siyasi menfaat” eleştirileri minimize edilebilir ve sürecin toplumsal meşruiyeti güçlendirilebilir diye düşünüyorum.
‘KÜRTLER, ÜÇÜNCÜ TARAF/ARABULUCU İSTEMİYOR’
-Katılımcıların %70,8'inin Kürt meselesinde üçüncü taraf/arabulucu istememesinin altında yatan nedenler neler?
Kürt meselesinin çözümü, tarihsel arka planı, bölgesel ve küresel dinamiklerle ilişkisi, dönemsel konjonktür ve farklı aktörlerin rolü gibi unsurlar göz önünde bulundurulduğunda, kapsamlı ve çok boyutlu bir yaklaşım gerektiren bir meseledir.
Çatışma çözümü literatürüne baktığımızda, genellikle taraflar arasında güvenin eksik olduğu durumlarda üçüncü tarafların arabulucu olarak devreye girdiği ve bu aktörlerin yardımcı ya da tamamlayıcı roller üstlendiklerini görüyoruz.
Ancak, yaptığımız araştırma sonuçları, Kürt meselesinin çözümünde katılımcıların %70,8’inin üçüncü taraf/arabulucu istemediğini ortaya koymaktadır.
Bu durum büyük ölçüde bu Kürt meselesinin Türkiye’nin bir iç meselesi olarak algılanmasından kaynaklandığını gösteriyor. Katılımcılar, bu meselenin uluslararası ya da bölgesel bağlamda ele alınmasının ülke çıkarlarına ve bekasına yönelik bir tehdit oluşturabileceğine inanmakta ve bu nedenle üçüncü tarafların sürece dâhil edilmesini uygun görmedikleri şeklinde de yorumlanabilir.
Öte taraftan üçüncü taraf/arabulucu kavramının Türkiye’de sıklıkla “dış güçler” retoriği ile ilişkilendirilmesi de bu algının temel motivasyonlarından biridir diye düşünüyorum. “Dış güçler” söylemi, toplum nezdinde hassasiyetle yaklaşılmasına neden olan bir konu olarak anlaşılmakta ve üçüncü taraf fikrine yönelik bir direnç ortaya çıkarmaktadır.
Kürt hareketi açısından da bu dinamiğin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Türkiye bağlamında Kürt meselesi, genellikle bir iç sorun olarak değerlendirildiği için, üçüncü tarafların sürece dâhil edilmesi şimdiye kadar güçlü bir politik söylem ya da yöntem olarak benimsenmemiştir.
Kürt hareketinin bu yaklaşımı, toplumda zaten var olan “iç mesele” algısını pekiştirmekte ve üçüncü taraf ihtiyacına yönelik talebin zayıf kalmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla, katılımcıların üçüncü taraflara mesafeli yaklaşımı hem toplumsal algıların hem de siyasi aktörlerin söylemlerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
‘KÜRT MESELESİ BEKLENTİSİ, İKTİDAR VE CHP'NİN YETERSİZLİĞİNE DAYALI'
-CHP'nin Kürt meselesine dair politikalarının %70,9 oranında yetersiz bulunması, parti politikalarının nasıl değiştirilmesi gerektiğine işaret ediyor?
Yaptığımız araştırmada, katılımcıların %70,9’u CHP’nin Kürt meselesine yönelik politikalarını yetersiz bulduğunu ifade etti. Bu bulgu, iki temel noktaya işaret ediyor.
Birincisi, Kürt meselesinin çözümüne yönelik beklentinin büyük ölçüde iktidar partisinin inisiyatifiyle ilişkili olduğu bir algısının hâkim olması, ikincisi ise CHP’nin bu konuda açık, şeffaf ve somut bir çözüm programı ortaya koyamaması.
CHP, ana muhalefet partisi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu öznelerinden biri olarak, yalnızca eleştiren değil, aynı zamanda çözüm üreten bir parti olma yükümlülüğüne sahiptir. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde önemli kazanımlar elde eden CHP, bu başarıyı genel seçimlere taşımayı hedeflerken Kürt meselesi gibi tarihsel ve yapısal bir sorunda güçlü bir vizyon sunmak zorundadır. Araştırma bulgularına göre, AK Parti’nin ardından Kürt meselesini çözebilecek ikinci parti olarak %26,8 oranında CHP’nin görülmesi, partinin bu konuda büyük bir sınavla karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
CHP’nin mevcut politikalarının yetersiz bulunmasının temelinde yatan sebeplerden biri, partinin Kürt meselesini konjonktürel bir mesele olarak ele almasıdır. Bu yaklaşım, meselenin sürekliliğini göz ardı etmekte ve CHP içinde farklı figürlerin bu konudaki tutarsız açıklamalarıyla birlikte güven sorununu daha da derinleştirmektedir. Kürt meselesine yönelik çözüm vizyonunun hem parti tabanı hem de seçmen nezdinde anlaşılır, istikrarlı ve net bir çerçeveye oturtulması gerek diye düşünüyorum.
‘CHP’NİN KÜRT MESELESİ POLİTİKALARININ YETERSİZLİĞİ, ELEŞTİRİ DEĞİL, DÖNÜŞÜM FIRSATIDI’
Kürt meselesi, sadece bir bölgesel kalkınma sorunu ya da terörle mücadele başlığı olarak ele alınamaz. CHP, Kürtlerin eşit yurttaşlık taleplerini ve demokratik haklarını merkeze alan, çok boyutlu bir politika geliştirme konusunda bir program geliştiremedi. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, ana dilinde eğitim, kültürel haklar ve toplumsal barışın inşasına yönelik somut öneriler geliştiremedi. CHP içerisindeki farklı figürlerin Kürt meselesinin çözümüne yönelik yaklaşım farklılıkları, parti politikalarının güven oluşturamamasının güncel sebepleri olarak düşünülebilir.
CHP’nin Kürt meselesine dair politikalarının yetersiz bulunması, yalnızca eleştirel bir durum tespiti değil, aynı zamanda parti için bir dönüşüm fırsatı olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin ikinci yüzyılında Kürt meselesi gibi köklü bir sorunun çözümünde etkin bir aktör olmak isteyen CHP, hem tarihsel sorumluluğunu yerine getirmek hem de iktidar alternatifi olarak güven inşa etmek adına daha cesur, kapsayıcı ve çözüm odaklı bir politika geliştirmelidir.
‘KATILIMCILARIN %39,8'İ TÜRKİYE'NİN ORTA DOĞU'DAKİ SAVAŞLARDA DİYALOG VE ÇÖZÜM ARAYIŞINI DESTEKLEMESİ GEREKTİĞİNİ BELİRTMEKTE’
-Suriye ve Irak’taki Kürt bölgelerine yönelik Türkiye politikalarının desteklenmemesinin nedenleri ne olabilir ve uzun vadede nasıl bir stratejik değişim gerektirebilir?
Irak ve Suriye’deki Kürt bölgeleri, yalnızca bölgesel dinamiklerin değil, aynı zamanda Türkiye’nin iç siyasetinin ve Kürt meselesine dair yaklaşımlarının yansımalarının görüldüğü alanlardır. Bu bölgelerdeki gelişmeler, özellikle 20. yüzyıldaki paylaşım ve sınır çizim süreçlerinin günümüzde de etkisini sürdürdüğünü göstermektedir.
Türkiye’nin Suriye ve Irak politikaları büyük ölçüde hükümetin kendi bekası ile ülkenin bekasını aynı söylem etrafında kurduğu çatışmacı bir yönetim perspektifine dayanmaktadır. Bu politikalar, sınır güvenliği ve terörle mücadele perspektifinden şekillendiği için, bölgedeki Kürtlerin temel hak talepleri askeri tehdit olarak algılanmaktadır. Dolayısıyla Kürt bölgelerinin hak ve özgürlüklerini merkeze alan bir siyasetin yürütülmediği açık.
Türkiye’nin Kürt meselesini yalnızca bir iç sorun olarak görmekten çıkıp bölgesel ve uluslararası bir mesele olarak algılamaya başlaması, meseleyi çözmek yerine komşu ülkelerdeki Kürt oluşumlarını baskılamaya yönelmesine neden olmuştur. Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki Kürt bölgelerine yönelik politikaları, Kürt meselesinin çözümü için daha geniş bir koalisyonun oluşmasını engellemektedir.
Türkiye’nin mevcut yaklaşımı, kısa vadede güvenlik kaygılarını tatmin edebilir, ancak uzun vadede daha derin sorunlara yol açma riski taşımaktadır. Bu nedenle, daha sürdürülebilir ve çözüm odaklı bir politika benimsenmesi zorunludur. Araştırma bulgularına göre, katılımcıların %39,8’i Türkiye’nin Orta Doğu’daki savaşların çözümünde diyalog ve çözüm arayışını desteklemesi gerektiğini belirtmektedir. Bu durum Türkiye’nin bölgesel ve Kürt aktörlerle diplomatik ilişkileri güçlendirmesi gerektiğini göstermektedir.
Araştırma bulgularımıza baktığımızda her üç kişiden biri Türkiye’nin Irak (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ve Suriye’deki (Kuzey ve Doğu Suriye-Rojava) Kürt bölgelerine yönelik politikalarını destekliyor. Yine katılımcıların %40’a yakını ise Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki Kürt bölgelerine yönelik politikalarını desteklemiyor. %14,5’lik bir kesim ise herhangi bir fikir sahibi değil ya da cevap vermek istemiyor.
Türkiye’nin izlediği strateji, kısa vadede güvenlik odaklı olabilir fakat uzun vadede bu tür bir yaklaşımın telafisi zor sonuçlar doğurabileceği aşikâr. Bu noktada Türkiye’nin, Suriye ve Irak’taki Kürt bölgeleriyle ilişkilerinde daha kapsamlı ve barışçıl bir diplomasi izleme zorunluluğu ortaya çıkıyor. Zira sadece güvenlik odaklı bir politika, Kürtlerin siyasi haklarını tanımadan bölgedeki sorunları çözüme kavuşturamaz. Türkiye’nin, bölgedeki Kürtlerle sadece askeri güç kullanımı bağlamında değil, daha geniş bir diplomatik çözümle yaklaşması gerekiyor.