Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan, AK Parti ve MHP'nin uzlaşmasıyla seçim barajının yüzde 7'ye düşürülmesine tepki gösterdi. Özcan, ''Meclis'e sokmak istemedikleri partilere yönelik hesaplar var. Geçmişte de denenmiş ama tutmamış Bizans oyunları bu yüzden de devreye sokulmakta. Buradan açıkça söyleyelim, bu oyunlar tutmaz beyler. Millet o oyunları bozar; sandıkta yırtıp atar'' dedi.
Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan, partisinin haftalık basın toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu. Özcan'ın gündeminde Diyanet Başkanı Ali Erbaş'ın adli yıl açılışında dua etmesi, seçim sisteminin değişmesi ile yüzde 7'ye düşürülen seçim barajı ve Orta Vadeli Program konuları vardı.
Özcan, Cumhur İttifakının seçim barajını yüzde 7'ye düşürmesine yönelik, 'Kaybedeceklerini anladılar ve bir sonraki seçimlerin taşlarını dizme telaşındalar. Tabii ki işin içinde küçük ortağın kısa vadeli ihtiyaçları, Meclis'e sokmak istemedikleri partilere yönelik hesaplar da var. Geçmişte de denenmiş ama tutmamış Bizans oyunları bu yüzden de devreye sokulmakta. Buradan açıkça söyleyelim, bu oyunlar tutmaz beyler. Millet o oyunları bozar; sandıkta yırtıp atar.'' diyerek tepkisi gösterdi.
Özcan'ın açıklamalarından satırbaşları şöyle:
''Yargıtay’daki Adli Yıl Açılış Törenine bu sene, Diyanet İşleri Başkanının katılımı ve Dua bölümü damga vurdu. Şunu ifade etmek gerekir ki; bu tartışmada 2 kesim var. Biri “özgürlükçü değerlerden nasibini almamış vesayetçi kesim; diğeri “iktidarın sadakat kültürünü sağlamada dini araçsallaştırmasına göz yumanlar” normal bir demokraside ve hukuk devletinde aslında bu tablo sorun olarak görülmezdi.
Tıpkı, İncil üzerine yemin eden devlet başkanları gibi. Ülkemiz açısından esas sorun addedilmesi gereken mesele; dini görünürlüğün ve şiarların, iktidara sadakat bildirimine araç kılınmasıdır.
'SORUN İKTİDARIN DİNİN ŞİARLARINA SAYGIYI, KENDİSİNE SADAKAT İÇİN ARAÇSALLAŞTIRMASIDIR'
Oysa din de, laiklik de iktidara sadakatin araçları değildir. Adaleti tarumar ettiğiniz bir ülkede, din adamlarına o kurumun başında hayır duası ettirmek, dine de dindarlara da yapılmış bir kötülüktür. Oysa din; sadakatin ilkelere yapılmasını ister. O ilkelerin yüzü suyu hürmetine de bir dönemliğine hukukun üstünlüğüne bağlı kadrolar görev yapar. Madem ki dini bu kadar önemsiyorsunuz. Yargıtay açılışında ettiğimiz duaların karşılığının ne olduğunu, ancak denetimle ve hukuku işletmekle ölçebilirsiniz. Adaletin ikamesi için dua ediyoruz madem o halde hukukun evrensel normlarının işleyip işlemediğini de; şeffaflığa, denetime açık olup olmadığımız da; dinin “emanet”, “ehliyet-liyakat” ve hesap verebilirlik ilkelerini de işletmeliyiz.
Bir kez daha altını çizelim ki; burada sorun; iktidarın dinin temel ilkelerini ve evrensel normları ayağının altına alıp çiğnerken; dinin şiarlarına saygıyı, kendisine sadakat için araçsallaştırmasıdır.
'DİN, OTORİTELEŞME EMELLERİNE ARAÇ KILINIYOR'
Oysa İlkelere sadakat, kişilere ve kurumlara eleştiriyi, denetimi, sorgulamayı, hesap sormayı beraberinde getirir. Eleştiri mekanizmalarının önüne keyfiliğin konmasını; yolsuzluk gibi mekanizmaların normalleşmesini, engellemek dinin de dindarın da görevleri arasındadır.
Esas tartışma bu olmalıdır. Esas tartışma Yargıtay’da dua edilmesi ya da Diyanet’in görünür olup olmaması değil; bunların otoriteleşme emellerine araç kılınmasıdır. Yani dinin; otoriter bir yönetime koşulsuz itaate, adaletsizliklerin örtülmesine araç kılınmasıdır rahatsız edici olan. Topluma da bu gerçeklik bu şekilde anlatılmalıdır. Yargıtay açılışında diyanete yer veren ve dua ettiren iktidarın, önce bu konulardaki karnesi sorgulanmalıdır; yoksa dua seramonisi değil. Aynı sadakat seramonileri, elinde aydınlanma meşalesi taşıdığını düşünen, halka tepeden bakan vesayetçi zorbalar tarafından, geçmişte de bu halka dayatıldı. Evrensel insanlık ilkeleri umurlarında bile olmadı.
Bugün yapılanın da bundan hiç bir farkı yok. Geçmişte de, bugün de ilkeler sahada yok. Emanet’e ve kamusal alan meselesine bakışta da aynı sorunu görüyoruz aslında. Dün birileri kendisini bu ülkenin maliki görerek, kamu kaynaklarını hoyratça kullanmakta, dilediklerini zengin etmekte, güç için evrensel norm ve kurumları, ideolojik kararlarında keyiflerince araç kılmaktaydılar. İdeolojiden güç devşirmekle belli bir dini yorumdan güç devşirmenin farkı yoktur.
Hele ki ülke kaynaklarının sömürüldüğü, keyfe keder kullanıldığı, kutuplaştırmayı artırarak toplumsal barışa zarar verildiği, Meclisin işlemesinin akamete uğratılıp denetim görevini göremediği; kurumların ve bürokrasinin görevlerini savsakladığı bir ortamda, vesayetçiliğin ya da dinin bir yorumunun bu sorunları maskelemede kullanılması bildik bir yöntemdir. Konumuz madem ki Yargıtay; o halde “devletin dini adalettir” sözünü pratikte de göstermektir önemli olan. Bu yapılmıyorsa hatta tersinden örnekler arşa ulaşmışsa, o halde o duaların da bir anlamı yoktur.
“ZULÜMLE ABAD OLANIN, AHİRİ BERBAD OLUR”
Gerçek dua, fiili duadır. Yani yargı bağımsızlığını sağlayacak; evrensel kriterlere uyacak, güçlüye başka zayıfa başka hukuk uygulamayacak bir ortamı yaratmaktır. Muhafazakar-mütedeyyin kesimlerin de adalet duası, bu tablonun oluşup oluşmadığını denetlemek olmalıdır. Değilse ses vermek, itiraz etmek olmalıdır. Esas dua budur.
Yöneten ve yönetilenler olarak, hukukun üstünlüğüne inanıp ona göre davranırsak, fiili duayı da yerine getirmiş oluruz. Ne demişti Yunus Emre; “Zulümle abad olanın, ahiri berbad olur”. Duamız zulme sapmamak, sapanları uyarabilmek için feraset, bilgi ve doğru icraatlar üzerine olmalıdır. Madem ki Adalet için dua ediyoruz; O halde duamız, seçim yasalarının gayrı ahlaki bir amaçla, keyfice, sırf galebe çalabilmek için değiştirildiği değil. Her türlü yolsuzlukla mücadeleyi şiar edinmiş bir siyaset için olmalıdır.
Yasaların, siyasi iradeye muhalif olan gazeteci, siyasetçi, öğrenci, veya işadamına keyfice işletildiği değil, hukukun her şeyin üzerinde addedildiği bir siyaset için olmalıdır. Yargıtay açılışında dua ediyoruz ama dünya sıralamasındaki hukuk karnemiz tam bir fecaat. Yolsuzlukla mücadele sıralamasında 106 ülkenin gerisine düştük. O dualar adrese teslim ihalelerin olmaması,
İmar rantlarının engellenmesi, iddianameleri bile yazılmamış insanların, yıllarca cezaevinde tutulmaması için de yapılmalıdır. Sonuç olarak bugün meselemiz denge ve denetimin olmadığı, kuvvetler ayrılığının inşa edilemediği bir siyasi ahlak ve rejim sorunudur. Mesele bu ülkenin milyonlarca ferdinin ritüelinin sorgulanması sorunu değil. Bu, farklı mezhepten, dinden, etnik kökenden tüm toplulukların şiarları için de geçerlidir. Meselemiz o görüntülerin neleri örttüğü hangi yolsuzluklara usulsüzlüklere perde edildiğidir.
'ENFLASYON HEDEFLEMESİ POLİTİKASINI AÇIKÇA RAFA KALDIRMIŞIZ'
Biliyorsunuz yeni bir OVP açıklandı. Hazinenin hala bu ucube sistemde OVP yazabilmesi bile bir başarı aslında. Peki bu metne ne ölçüde itibar edeceğiz? Elbette bu metnin itibar görebilmesinin kriterleri var.
En önemli kriter hali hazırdaki sistemde; bağımsız düşünebilen, çalışma özgürlüğüne sahip bir bürokrasi olup olmadığı. TV’den sinyal alan bürokratlar tarafından yazılmış olması bile aslında bu metnin itibarının olmadığının en açık göstergesi. Bir diğer kriter ise bu metni hazırlayan siyasi iradenin geçmiş performansı, öyle değil mi? Hatırlayacak olursak; bundan 3 sene önceki OVP’ye göre enflasyonda bu yılı %5 ile kapatacaktık.
Bugün enflasyon nerede? %19. Bu denli kötü performans gösteren bir siyasi iradenin hazırladığı dokuman güven verebilir mi? OVP bize diyor ki; önümüzdeki 4 yılda ortalamada %6,25 büyüyeceğim.
“Madem bunu yapabiliyordunuz, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimizden beri; neden sadece yıllık %2,4 büyüdünüz?” diye sormazlar mı insana? Bir diğer itibar sorunu da hukuka, kurum ve kurallara olmayan saygı. Eğer bir ülkede OVP’yi hazırlayan kurum ve kurullar baştan aşağı çökertilmişse, bu metnin bir itibarı olabilir mi? TV’den “bu ay olmadıysa, bir sonraki ay faizi düşür” diyen bir akılla yönetiliyoruz.
NE OLDU DA FAİZ TEORİLERİNİZ BU ÜLKEYİ ÖNÜMÜZDEKİ YIL 250 MİLYAR TL FAİZ ÖDEMESİNE MAHKUM ETTİ?
Artık enflasyon hedeflemesi politikasını açıkça rafa kaldırmışız. 45 gün evvel Merkez Bankası’nın açıkladığı tahmin %14, OVP’de %16. 2022’de % 9.8; 2023’de % 8; 2024’te % 7.6 tahmin edip bana güvenin diyorsun ama, daha 45 gün önceki hedefinden %15 sapmışsın? 45 gün önce yaptığın enflasyon ve cari açık tahminleri, OVP’ye konulacak kadar bile değer görmemiş. Bırak vatandaşı, çalışanı, işvereni veya yatırımcıyı, seni o makama atayan hükümet bile sana inanmamış. Şimdi sırf faizleri talimatla düşürmek zorunda olduğunu bildiğin için, enflasyondaki yükseliş geçici, çekirdek enflasyon belirleyici diyorsun. Sana kim, neden inansın?
OVP’nin bir diğer parçası faiz harcamaları ile ilgili. Buradan ülkenin sırtından zengin olmaya alışmış bir avuç tefeciye, faizciye müjdeyi verelim. İktidar yine en çok sizi düşünmüş. Bu yıl faiz ödemelerini 180 milyardan 190 milyara çıkarmış. Yetmemiş, önümüzdeki yıl için de her bir saat başına yaklaşık 29 milyon TL faiz ödemesi koymuşlar. Hani faizle nasıl uğraşılırmış gösterecektiniz Sn.Cumhurbaşkanı?
Eğer doğru yönetseydiniz 2013-2017 arasında olduğu gibi hala 50-60 milyar, hadi enflasyonu da katalım 80-90 milyar ödeyecektiniz faize. Ne oldu da sizin faiz teorileriniz bu ülkeyi önümüzdeki yıl 250 milyar TL faiz ödemesine mahkum etti?
'BİZANS OYUNLARI BU YÜZDEN DE DEVREYE SOKULMAKTA'
Şu seçim sisteminin değişmesi, ve yüzde 7 seçim barajı meselesinden ne anlamalıyız acaba? Bu iktidar daha fazla demokrasi, daha fazla temsilde adalet ve yönetimde istikrar istiyor olabilir mi? “Ne ilgisi var?” dediğinizi duyar gibi oldum. Peki şimdi ne oldu da barajın yüzde 7’ye düşürülmesine karar verildi? Neden yüzde 3 ya da yüzde 5 değil de 7 mesela. Öyle ya; Cumhurbaşkanlığı sisteminde zaten tek kişilik bir hükümet söz konusu. Yani seçim barajının yönetimde istikrarla bir ilgisi kalmadı.
Belli ki ortada bir siyaset mühendisliği söz konusu. Ama bu mühendislik sadece önümüzdeki seçimleri içermiyor. Belli ki kaybedeceklerini anladılar ve bir sonraki seçimlerin taşlarını dizme telaşındalar. Müflis tüccarın eski defterleri karıştırması misali, “Yok baraj şu olsun, yok dar bölge öyle olsun” falan. “Hadi seçim bölgesi sınırlarını da şöyle yapalım.” derlerse kimse şaşmamalı.
Tabii ki işin içinde küçük ortağın kısa vadeli ihtiyaçları, Meclis'e sokmak istemedikleri partilere yönelik hesaplar da var. Geçmişte de denenmiş ama tutmamış Bizans oyunları bu yüzden de devreye sokulmakta. Buradan açıkça söyleyelim, bu oyunlar tutmaz beyler. Millet o oyunları bozar; sandıkta yırtıp atar. Bunlar yapmaz ama biz milletimizle yine de paylaşalım: Temsilde adalet ve yönetimde istikrar, güçlendirilmiş parlamenter sistemdeki değişiklerle zaten sağlanır.
Nedir onlar söyleyelim: Hükümet yıkmayı zorlaştıran ama yapmayı kolaylaştıran sistemik sübaplardır. Alternatifini ortaya koymadan gensoru verememek; Hükümet düşürememektir mesela. Bazı Batılı ülkelerde de uygulamaları olan bir sistemdir bu. Güçlü bir sistem ve güçlü bir Meclis, bunların Bizans oyunlarıyla ayakta tutmaya çalıştıkları düzensizliğin, sistemsizliğin panzehiridir. Oksijen çadırına soktukları bu sisteme inşallah hayat bahşedeceğimiz günler yakındır!''