Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik olarak, "Niye 7 ay boyunca ticaret yaptın İsrail ile?" sorusunu sordu.
Gelecek ve Saadet Partisi'nin ortak grup toplantısında konuşan Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Filistin konusunda sert bir dille eleştirdi. Davutoğlu, Erdoğan'ın İsrail'le ticareti 7 ay boyunca sürdürdüğünü vurgulayarak, "Bizim bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti, Filistin'e sahip çıkardı. Ama maalesef, 7 ay boyunca demir-çelik ve petrol gönderildi" dedi. Bu durumun Türkiye'nin uluslararası arenada itibarını zedelediğini belirten Davutoğlu, hükümetin dış politikasını insanlık vicdanından kopmuş olarak nitelendirdi.
Davutoğlu ayrıca, 15 Mayıs'ın önemine vurgu yaptı. Konuşmasında, 15 Mayıs 1919'da İngiltere'nin ve Yunan ordusunun İzmir'e çıkmasını hatırlatarak, bu tarihin Türkiye için önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Davutoğlu, İstiklal Mücadelesi'nin başlangıcında rol oynayan kahramanları ve Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmetle anarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin anti-emperyalist bir seçim sonucu ortaya çıktığını vurguladı. Ayrıca, Filistin meselesine de değinerek, 1948'den bu yana Filistin halkının yaşadığı zorluklara dikkat çekti ve uluslararası toplumdan bu konuda adım atılmasını istedi.
Davutoğlu'nun Gelecek ve Saadet Partisi ortak grup toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Evet, bitmeyen bir felaketi yaşıyor Filistin. Bitmeyen bir felaketi yaşıyor Gazze. Bunu görerek 7 Ekim'den itibaren çok aktif bir çalışma temposu içinde olduk. Burada yaptığımız çalışmaları tekrar anlatmayacağım. Uluslararası ölçekte şöhret sahibi bilim adamlarına, entelektüelleri bir araya getirdik. Deklarasyonlar yayınladık, konferanslar yaptık. Ve bundan kısa bir süre önce bu sefer bir çağrıda daha bulundum.
"BEŞ DEFA HİÇBİR CEVAP GELEMDİ"
Yine bu kürsüden 2-3 hafta önce. Dedim ki 15 Mayıs Nakba gününün özel bir eylem planı çıkarılsın. Ve bunun önceliğini Türkiye Cumhuriyeti yapsın, Sayın Erdoğan yapsın. Bir mektup kalemi aldım arkadaşlar. Ve dünya liderlerine gönderdim. Daha önce gönderdiğim mektupların devamı olarak. 15 Mayıs için şöyle bir teklifte bulundum. Dedim ki 15 Mayıs Nakba günü bütün dünyada küresel matemvi olarak ilan edilsin. 1948'den 2024'de kadar şehit edilen, katledilen ve son olarak da 7 Ekim'den bu yana katledilen, soykırıma tabi tutulan o mazlum halk adına bayraklar yarıya indirilsin. Ve Filistin dostu, insanlık dostu olanlar. Bu mektubu Sayın Ramaphosa başta olmak üzere bütün liderlere gönderdim. Bu ikinci gönderişimdi. Heyhat! Beş defa hiçbir cevap gelmedi. Sayın Dışişleri Bakanı'na durumu aktardım. Bu mektup Sayın Cumhurbaşkanı getirsin. 15 Mayıs önemli bir gündür. Öncülük etsin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Birleşimletler Genel Kurulu liderler düzeyinde toplansın dedim. Ve bunu takriben 3 hafta önce söyledim.
"TÜRKİYE ÜSTÜNE BİR UTANÇ"
Eğer harekete geçirmiş olsaydı 10 Mayıs'ta yapılan ve Birleşimletler Genel Kurulu'nda Filistin'in tam üyeliğini onaylayan toplantı liderler düzeyinde 15 Mayıs'ta yapılabilirdi. Ben bilirim Birleşimletler sistemini. Büyükelçiler düzeyinde yapılan Genel Kurulu toplantıları dünya yansımaz. Ama aynı toplantıya dünya liderleri gitmiş olsaydı yer yerinden oynar İsrail tilki titrerdi. Ama yapmadılar. Yapılacak şey çok basitti. Sayın Erdoğan telefonun başına geçip başta Ramufozu olmak üzere Sayın Dula'yı, Sayın Putin'i, Dolevya, Nicaragua, Kolombiya Cumhurbaşkanları'nı arayacak ve diyecekti ki biz orada olalım. Biz Birleş Milletler Genel Kurulu'nda olalım ve arkasından eminim Malezya Başbakanı, Pakistan Başbakanı hepsi harekete geçerdi. Ve kimse o şeyin dışında kalmazdı. Ve Türkiye'nin üstüne bir utanç, bir kara leke olarak sürülmüş olan ticaretin devamı meselesini örtecek bir hamle yapılırdı. Niyetim borç almak değildi.
Niyetim sadece ve sadece bir fırsatın kaçmamasıydı. Eğer orada yapılacak konuşmayla Birleşmiş Milletler'in organları yani yörüsü Gazze'li çocuklar için, Dünya Sağlık Örgütü, Gazze'li hastalar için, Dünya Tarım Gıda Örgütü, Gazze'deki açlık için ve bütün örgütler bir kararla görevlendirilmiş olsaydı İsrail bir değil on kere düşürülmek zorunda kalırdı. Yine o teklifin içinde bir heyet oluşturun ve İsrail'e sulh sumatını verin. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu olarak bu heyet Gazze'ye gidecek ve bu heyet orada rapor hazırlayacak. Eğer bu heyete bir saldırı olursa bunu Birleşmiş Milletler'e saldırı olarak görüyoruz diye bir karar asarlar. Hayır efendim yapamadılar. Tek cevap yine beklediğim gibi Güney Afrika'dan geldi. Güney Afrika Büyükelçiliği bu mesajlar üzerine beni Güney Afrika'ya davet etmek üzere ziyaret ettiler. Ve Güney Afrika'ya gittim. Son dört gün Güney Afrika'daydım. Güzel bir şey vereyim önce. Sonra da benim üzen bir gelişim.
Üzeni şu. Güney Afrika'da yapılan bu toplantı. Filistin'de anti Apartheid'e karşı yapılan mücadele zirvesi. Dünyanın 50 ülkesinden gelen önemliliği akademisyenler ve sosyal aktivistler tarafından. Bazı devlet benim gibi bazı eski devlet başkanları ve aslında tek hükümet başkanı biz vardık ama bakanlar ve diğerlerinin katılımıyla yapıldı. Ama güzel olan neydi biliyor musunuz? Onların içinde Müslüman vardı, Hristiyan vardı, Yahudi vardı, Ateist vardı dedikleriydi onlarda. Bu yapının kökü Güney Afrika'da Apartheid Nelson Mandela'nın başladığı anti Apartheid'e karşı mücadelenin örgütünün devamıydı. Ve Güney Afrika şunu dedi. Nelson Mandela'nın sözü bakın arkadaşlar. Bunu diyemedi bizimkiler. O büyük lider dedi ki Nelson Mandela Apartheid bittiğinde Filistin özgür olmadan Güney Afrika gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşamayacaktır dedi.
"NİYE TİCARETİ 7 AY DEVAM ETTİRDİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ?"
Başbakan'a sormak istiyorum. Niye Türkiye ayağa kalkmadı? Niye Türkiye bizim açtığımız davaya aylar sonra müdahil oldu? Sonra başka bir televizyon kanalında yine yüreğimi yakan sorular. Niye ticareti 7 ay devam ettirdi Türkiye Cumhuriyeti? Bizim bildiğimiz Erdoğan, bizim bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Filistin'e sahip çıkardı. Filistin'de katliam yapan, sol kırım yapanlara 7 ay boyu demirçeliği petrolü niye gönderdi diye sordu Filistinliler, Bolivyalılar, Nicaraguallar, Kolombiyallar. Ve ben ülkemi savunurken zorlandım arkadaşlar. İlk defa zorlandım. Yüzlerce mekanda ülkemi savundum. Ama ilk defa insanlık vicdanından kopmuş bir dış politikayı savunmak zorunda kaldım. Savunamadım. Yazıklar olsun diyorum bir kez daha. Bizim bu sorulara muhatap edenler bu halk önünde mutlaka ve insanlık önünde mutlaka hesap verecekler. Sitemler, sitemler, sitemler duydum. Neden? Hatta biri şunu söyledi, bir ekonomist. Sol gelenekten gelen bir insanlık savunucusu. Biz takip ediyoruz. Türkiye'nin hala üçüncü ülkeler üzerinden ticareti devam ediyor. İşaretleri alıyoruz dedi. Hala petrol gidiyor işaretleri alıyoruz dedi. Daha dediğimiz statistikler çıkmadı. Haziran ayında çıkınca biz de takip edeceğiz. Arkadaşlar, şunu söyleyeyim bir kez daha. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nevzuhur bir devlet değildir. Türkiye Cumhuriyeti başkalarının kuyruklarına takılacak bir devlet değildir. Türkiye Cumhuriyeti, mazlum milletlerin ayağa kalkışının, anti-sömürgeçsizin ilk ateşleyicisi, ilk meşalesi olan ülkedir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin onurunu korumak bizim asli görevimizdir. Şimdi, Sayın Bahçeli'yi dün dikkatlice dinledim. Bugün Bahçeli'den çok bahsedeceğim, kusura bakmayın ama. Sayın Bahçeli'yi dinledim. Ne diyor? Gazetenin savunması, gaziantepin savunması. Çok güzel. Bunu ben aylar önce demiştim ki, gaziantep savunmasının büyük kahramanı Ali Şefik Özdemir Bey, Ejder'de okurken İzzetin Kastam'la birlikte okudu. Birlikte Trablus Garba ne yaparız İtalyanlara karşı diye düşündü. Ali Şefik Bey, Gaziantep'e geldi, direnişi katıldı Suriye savaşlarından sonra. İzzetin Kastam da aynı çizgide antemperist mücadele için Suriye'de kaldı. Bu arada şunu söyleyeyim, bu kürsüden anlattı İzzetin Kastam. Dünyada öyle yankı yapmış ki, Filistinler gelip İzzetin Kastam'ı biz dahi böyle tanımıyorduk dediler. Ve teşekkür ettiler. Milyonlarca izlendi o TV. Türkiye'de sınırlı ama yurtdışında daha farklı.
"FİLİSTİN KONUSUNDA TÜRKİYE'YE ŞÜPHEYLE BAKILMASI BENİ DERİNDEN ÜÜZYOR"
Şimdi Sayın Bahçeli'ye soruyorum. Sözünüz çok doğru. Evet, bizim için. Benim dedem de Suriye cephesinde savaştı. Evet, çok doğru söylediniz Sayın Bahçeli. Ama yedi ay niye sustunuz Gaziantep'i işgal eden Fransızlara? Oradaki Türklerden birileri mal satıyor olsaydı, Ali Şefik Bey ne derdi o Türke? Karayılan ne derdi o Türke? Şahin Bey ne derdi o Türke? Hain demez miydi? Hiçbir iki demez miydi? Peki, Gazze ile Gaziantep aynıysa. Gazze'de çocuklar katledilirken, bu hastaneler bombalanırken, oraya İsrail ordusuna yakıt gönderen, demir-çelik gönderen Türklere, şimdi dünya ne diyor biliyor musunuz? Yüreğimi yakarak söylüyorum, soykırımcılar, istilik yapanlar diye. O kategoride neredeyse bizi ele alıyorlar. İlk kez bir uluslararası platformda Filistin konusunda Türkiye'ye şüpheyle bakıldığını görmek beni derinden yaraladı.
Değerli Arkadaşlar, Nakba sadece Filistin ile ilgili değildir. Emin olunuz, 15 Mayıs'ta Hasan Tahsin o kurşunu atmasa ve mücadele başlanmamış olsa, bizim yaşadığımızda Nakba olurdu. Her hedef oydu. Ve iki Nakba'dan daha bahsedeceğim bu vesileyle. Birisi 18 Mayıs, Tatarlarımızın, Kırımlıların Nakba'sı. 18 Mayıs sürgünü, 1944, 80. yıla gidiyoruz. İki gün, üç gün sonra. Ve 21 Mayıs, Büyük Çerkes Nakba'sı. Aynı soykırım. Sürgün, sürgün, sürgün. Biz bunlara sahip çıkmayacaktık arkadaşlar. Biz bunlara sahip çıkmazsak, insanlık vicdanından kopmuş bir devlet olarak hangi kategoriye ineriz? Bir kez daha, başta Cengiz Dağcı olmak üzere, o sürgünü yaşamış, o acıyı yaşamış bütün Kırımlı kardeşlerime, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden, mazlum milletlerin meclisinden selamlar ediyorum, rahmetler diliyorum.