Görüşler

Zorunlu eğitimde sorun nedir veya sorun var mıdır?

Zorunlu eğitimde sorun nedir veya sorun var mıdır?

“Yıllar önce 4+4+4 sistemiyle zorunlu eğitimin süresi 12 yıla çıkarıldığında mevzunun süre olmadığını, zorunlu eğitimin kendine has bir yapısı bulunduğunu, bu yüzden yapılan düzenlemenin zorunlu niteliğiyle problem teşkil ettiğini ve bunu sorgulamanın kaçınılmaz olduğunu vurgulamaya çabalamıştık.”

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “zorunlu eğitimin çok uzun olduğunu düşünüyorum. Yakında bu konu tartışmaya açılabilir. Çocukları standart bir eğitim sistemine zorlamak doğru olmayabilir” değerlendirmesi çok önemli. Çünkü ciddi bir sorun alanına parmak basıyor. Zorunlu eğitim, maalesef modern dönemin tabularından birisi. Bu yüzden bu yapıyı tartışmak, gerekliliğini, varlığını sorgulamak neredeyse doğa kanununa karşı çıkmak gibi algılanıyor günümüzde. Yıllar önce 4+4+4 sistemiyle zorunlu eğitimin süresi 12 yıla çıkarıldığında mevzunun süre olmadığını, zorunlu eğitimin kendine has bir yapısı bulunduğunu, bu yüzden yapılan düzenlemenin zorunlu niteliğiyle problem teşkil ettiğini ve bunu sorgulamanın kaçınılmaz olduğunu vurgulamaya çabalamıştık. Ancak ne bizi duyan ne de neye itiraz ettiğimize kulak kesilen olmuştu. Onlarca yıl birtakım bahanelerle (örneğin kılık kıyafet) eğitime erişimin engellendiği bir ülkede, zorunlu eğitimin kendisini tartışmak, biraz fantastik tavır olarak algılanmaya müsaitti. Nitekim bizim durumumuz da biraz öyle oldu. Zorunlu eğitimin süresinin 12 yıla çıkmasının ardından alanda yaşadığımız sıkıntılar derinleşmiş, eğitimin niteliğine ilişkin yaşadığımız kriz kronikleşerek bugün masaya yatırılmayı gerektirecek boyutlara ulaşmıştır. Bu açıdan bakıldığında önemli bir sorunun görülmesi ve kamusal tartışmaya konu edilmesi çok önemlidir. Ancak önemli bir sorunun tartışmaya konu edilmesiyle anlamlı bir çözüme kavuşturulması arasında çok uzun bir mesafe olduğunu unutmamak lazım.

***

Eskiden, güvenlik meselesinin güvenlik güçlerine bırakılmayacak kadar önemli olduğu belirtilirdi. Aynı şey fazlasıyla eğitim alanı için de geçerli. Bu yüzden eğitim tartışmasına akademinin, sivil toplum yapılarının katkısı hayati önem taşımaktadır. Bu vesileyle birkaç hususa değinmekte yarar görüyorum. Zorunlu eğitim, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana uygulamada olan evrensel bir kültürel form olarak düşünülmemeli. Zorunlu eğitim, temelde yaklaşık iki yüzyıllık mazisi olan bir düzenekten bahsediyoruz. Modern dönemin koşullarıyla bağlantılı. Dolayısıyla muayyen bir zaman ve zeminle ilintili bir yapıdan bahsediyoruz.

***

Homojen bir nüfus oluşturmaya yatkın modern devlet, itaatkâr ve üretken işgücü talep eden sanayiye dayalı ekonomik gerçeklik, matbaaya da imkân veren teknolojik gelişmeler ve Aydınlanma’yla yaygınlaşan düşünsel-felsefi anlayış (özellikle pozitivist damarı) zorunlu eğitimi hem mümkün hem de motive eden temel yapısal dinamikler olarak öne çıktılar. Bu gelişmelerin şekillendirdiği zorunlu eğitim uygulaması temel eğitimden başlayarak hem süre hem de bünyesine kattığı nüfus açısından genişleyerek bugüne kadar geldi. 4-5 yılı kapsayan ve genelde merkezden başlayarak taşraya seyreden yayılımı süre olarak bugün itibarıyla ülkemizde 12 yıla çıkmış durumda.

***

Geldiğimiz noktada zorunlu eğitimin varlık koşullarında köklü başkalaşım gerçekleşti. Modern ulus devlet ve vatandaşlık kurgusu, toplumsal mühendislik uygulamalarının yaygın olduğu dönemden önemli ölçüde farklılaşıyor. Ekonomik alanda yaşanan başkalaşım sadece toplumsal hayatı değil aynı zamanda meslekleri, ihtiyaç duyulan becerileri bambaşka bir noktaya sürüklemiş durumda. Çok ciddi ve yapısal kırılmalara sebebiyet veren önemli bir husus ise teknolojik-bilimsel alandaki hızlı ve büyük devinim. Teknolojik gelişmeler sadece bilginin ölçü tanımayan artışına yol vermiyor aynı zamanda yeni tekno-gerçeklik, bilgiyle kurduğumuz ilişkiyi büsbütün başkalaştırıyor. Konvansiyonel bilgi aktarım düzenleri gün geçtikçe anlamsızlaşıyor, işlevsizleşiyor. Modern okulların zaten doğalarında bulunan kapatılma kurumu olma hüviyetleri yeni gerçeklikle gittikçe daha fazla görünür oluyor, daha çok göze batıyor. Düşünsel-felsefi anlayışta da çoğulculuk, farklılık, post-pozitivist anlayışlar tekçi, katı yapılar üzerinde yıkıcı bir basınç oluşturuyor. Marx’ın ifadesiyle katı olan her şey buharlaşıyor. Bu gerçeklik dikkate alındığında, zorunlu eğitim formu tarihsel olarak miadını doldurmuş bir yapı olarak hayatımıza uzanmış durumda.

Eğitim alanındaki manzara böyle, ancak bununla sınırlı görmek gerçekliği görmemek anlamına gelir. Zorunlu eğitimi konuşmak, sayın bakanın ifadesiyle “çocukları standart bir eğitim sistemine zorlamak doğru olmayabilir” meselesi, zorunlu eğitimin süresini azaltmakta tüketilebilecek bir mevzu değil. “Zorunlu eğitimin süresi ne olsun” tartışması daima bir yüzü pedagojik, bir yüzü politik olan bir tartışmadır ve matematiksel bir işlemle tasarlanabilecek ve nihayete erdirebilecek bir nitelikte değildir. Bu işin bir yönü. Diğer çok önemli bir yönü ise zorunlu eğitimin, ülkemizde maalesef çok konuşulmayan modern hayat organizasyonu içinde yaşam alanı buluyor olmasıdır. Türkiye’de (dünyanın genelinde de denilebilir) belirli yaş aralığındaki milyonlarca çocuğun yaşam döngüsü, ev ve okul düzlemine yerleştirilmiş durumdadır. Bu ikili yapı dışında yaygın, erişilebilir bir hayat tanziminden bahsetmenin imkânı maalesef söz konusu değil. Milyonlarca öğrencinin gündelik hayatını güvenli bir şekilde geçireceği yer eğitim ortamlarıdır. Sosyalleşecekleri, oynayacakları, eğlenecekleri, eğitim alacakları yer, okul olarak planlanmıştır. Dolayısıyla hem hayat tanziminin fiilî işleyişi hem yasal zorunluluklar zorunlu eğitimi tahkim etmektedir. Ayrıca eğitimde devlet tekeli, diploma-sertifikasyon sisteminin zorunlu okula iliştirilmiş yapısı, okul dışındaki bir arayışı olanaksız hatta gayrimeşru kılmaktadır. Okuldan atılmak, okul dışında kalmak çoğu öğrenci ve aile için fiilen lanetlenmek anlamına gelmektedir.

***

Bu şartlar içerisinde zorunlu eğitimi tartışmak, hayatı bütünlüklü bir hâlde ele aldığımızda anlamlıdır ancak. Zorunlu eğitim, esas itibarıyla modern devlet ve toplum ilişkisinde güvensizlik zemininde hayat bulmuş ve yaygınlaşma sürecini bu güvensizliğin tahkimine borçludur. Toplumsal hayatta pek çok yapı (cemaat, cami, aile vs.) tarafından üstlenilmiş fonksiyon oralardan alınmış ve okula aktarılmıştır. O yüzden okul kendisine bindirilmiş bu ek işlevlerin altında kımıldayamaz hâldedir. Altına girdiği yükü kaldıracak kapasitesi olmadığı gibi destekleyici yapıların çoğu işlevsizleşmiş, gayrimeşrulaştırılmış ve çözülmeye terk edilmiştir. Bu hatta sorunsallaştırılması gereken önemli bir nokta var ancak yukarıda da değindiğim üzere mevcut eğitim kavrayışımızla bu tip tartışmaları yapacak düzeyin çok uzağındayız. Modern devlette toplum, inşa edilmek üzere operasyona alınan bir nesnedir. Bu tip konumlanmalar, modernist kabuller açığa çıkarılıp yüzleşilmediğinde hayatın açık ve örtük amaçlar doğrultusunda zorunlu eğitim parkuruna yönlendirildiğini fark etmek mümkün olmuyor. Okul “makbul vatandaş” üretim istasyonuna çevrilmiş, alanda bilgi tekeline gidilmiş ve alternatif yolların tümü devletin ideolojik-baskı aygıtları üzerinden özenle kapatılmıştır. Yazının başında değinilen tarihsel-toplumsal dönüşümleri burada sıralanan hususlarla etkileşim içinde değerlendirmeyen bir zorunlu eğitim tartışması ve düzenlemesi beyhude bir girişime dönüşecektir. Üstelik gerçekten de yapılması gereken bir zorunlu eğitim tartışmasından da bizi yoksun bırakacaktır. Modern hayatın en önemli fetişlerinden birisi olan zorunlu eğitimi kollayan bu görünmez duvarları aşarak tartışmak zaten neredeyse imkânsız kılınmış durumdadır. Yaşadığımız modern kent hayatının tanzimi de bu mecburiyeti fiilen pekiştirerek kaçınılmaz bir düzenlemeye çevirmiştir. Öğrenciler, çocuklar için okul dışı hangi yaşam alanları oluşturduğumuzu düşünerek zorunlu eğitimin süresinin kısaltılmasından bahsediyoruz? Bugün kentlerimizin hangisinde çocuklarımızın güvenle ve rahatlıkla gidebileceği kültür-sanat-spor merkezleri var? Her çocuk gerçekten de kendi ilgi, istidat ve kabiliyeti doğrultusunda gelişebileceği olanaklara rahatlıkla ulaşabiliyor mu? Soruları uzatmak mümkün. Ancak zorunlu eğitimin zannettiğimizden daha geniş ve derin bağlantıları olan bir duruma işaret ettiğinin altını çizmek ve kamusal bir tartışma için genel bir çerçeve sunmak açısından bu kadarının yeterli olduğunu zannediyorum. Gerçekten de konuştuğumuz mesele zannettiğimizden büyük bir mesele ve tam da bu yüzden hazır cevaplardan, çözümlerden önce ciddi konuşulmaya, tartışılmaya muhtaç olduğumuz bir mesele. Üstelik sadece ülkemizde değil tüm dünyada böyle.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum
  • Barut Osman / 21 Mart 2025 12:03

    40-45 kişilik ahır gibi sınıflara doldurulmuş öğrencilerin en büyük sorunlarından biri de bu dur...

    Yanıtla (0) (0)
  • vatandaş / 21 Mart 2025 08:58

    Sorun belli.

    Yanıtla (0) (0)
  • Tamam / 21 Mart 2025 07:59

    Hüseyin Çelik’in bakan olduğu günden beri yapılan her değişiklikte bir ‘iyilik’ arayan mutlaka bulunuyor. Sayın yazarda şimdiki bakanın zorunlu eğitimle ilgili söylediklerinde bir hikmet arıyor. Bu konu tartışılırken arkada neleri değiştireceklerine bakalım.

    Yanıtla (0) (0)
Bunlar da İlginizi Çekebilir