Türk siyasi tarihi üzerine çalışmalar yapan Kutlu Kağan Dalkılıç “Türkiye etkisi giderek artan sosyolojik bir dönüşümün ayak seslerini artık iyiden iyiye duyuyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
Türkiye son yıllarda etkisi giderek artan sosyolojik bir değişim ve dönüşümün ayak seslerini artık iyiden iyiye duyuyor. Bu durumun elbette aktüel siyasete yansımasını da yakın zamanda göreceğiz.
Bu dönüşüm elbette hayata dair maddi içeriği, sosyal - siyasal etkileri ve politik psikolojik içeriği bakımından ele alındığında, uzun zamandır yokluğu derinden hissedilen “merkez” kavramıyla nasıl bir pratik geliştirecek bugünden tahmin etmek zor olsa da belirli çıkarımlar yapılabilir. Buna mukabil en azından yakın gelecek için, yeni nesillerdeki bu “dönüşüm” ile “merkez” kavramı arasındaki uzlaşma ve çatışma alanlarını tartışmakta oldukça fayda var.
Bugün memlekette uzun zamandır çökmüş olan ve boşluğu sosyal hayattan aktüel siyasete, ekonomiden hukuk sistemine, demokrasi arayışından yeni bir mutabakat endişesine kadar derinden hissedilen “merkez” kavramını yeniden inşa edebilmek için yoldaki işaretlere bakmak gerekiyor. Yani merkezin esas yöntemi olan “demokrat tavrı” ve “uzlaşma kültürünü”; yeni nesillerde etkisi giderek artarak hissedilen bu sosyal dönüşümün çok yönlü etkileşimiyle birlikte ele almak gerekiyor.
Genç kuşaklarda sosyal dönüşümün ivmesinin artması, eğitimin vasat düzeyde de olsa yaygınlaşması, metropol ve kent hayatının birkaç kuşak tecrübe atlatması, şehir hayatı görgüsünün gelişmesi, küreselleşme ve dünyayı tanımanın kolaylaşması, sosyal etkileşimin ve diyaloğun artması, mutabakat ve merkez arayışına duyulan ihtiyaç vb. etkenler; hangi siyasi aidiyetten gelirse gelsin ortak yaşama arzusunun kuvvetleneceğini gösteriyor. Bu etkenleri genel olarak, nesillerin dönüşümünde büyük pay sahibi olan “hayatın maddi kuşatması” olarak tanımlayabiliriz. Bütün bu parametreler, yeni bir mutabakat inşasını ve demokrat tavrı güçlendiren, uzlaşma kabiliyetini geliştiren dolayısıyla “merkez” kavramına olumlu etkileşimde güvenebileceğimiz şeyler.
Sosyal medyada rastladığım, kıymetli bir arkadaşımın tespitini de ekleyerek konunun bu maddi şartlar kısmını kapatalım: ““Öfkeli Genç Türkler”, “Huzursuz Muhafazakârlar”, “Neo Kemalistler” gibi yaratıcı kavramlar üzerinden tanımlanan siyasi gruplar aslında kimlik/fikir temelinde ayrışıyor gibi görünseler de kaygıları ortak: Geleceksizlik, fakirliğe mahkûmiyet, konforlu bir hayat ihtimalinin ölmesi!”
Dönüşümün elbette bir de aktif “siyasi” tarafına bakmak ve bunun “merkez” kavramıyla kurduğu ilişkiye göz atmak gerekiyor. Yeni kuşaklara “Gezi Parkı” olaylarından beri süregelen bir eleştiri var: Apolitik olmak. Bana kalırsa genç kuşaklar; ideolojik formatlarla zihinleri uyuşmuş, kendi katma değerini kendi varlığının cevherinden üretememiş ve buna mukabil ideolojik kılıf altında toplumsal kimlik kazanmış, elinden ideolojik aidiyeti ve kimliği alınınca önce maddi menfaatleri sonra manevi dünyası çökecek olan ataları yani “ahlakçı kamuflajlı gelenekçilik” tarafından hedef alınıyor. Bunun en önemli sebebi, genç kuşakların politik alanda, hemen tüm mahallelerde ayrım gözetmeksizin, bir “hâl-i tabii” arıyor oluşudur.
Siyasi mahallelerin ideolojik baskısı, genç kuşaklarda etkisini büyük ölçüde kaybetse de siyasi aidiyet kültürel olarak hâlâ hatırı sayılır biçimde kuşaktan kuşağa taşınıyor. Hâl-i tabii diyebileceğimiz bu zemin, kültürel geçişkenlikleri artırıyor dolayısıyla uzlaşma ve demokrat tavra yani merkeze dönük “melez ve hibrit” karakterler doğuruyor. Bu yeni siyasal dönüşümün adı apolitiklikten ziyade politik tavrın ve meşrebin değişmesidir. Hayatın maddi realitesinin kuşatması bu politik tavır değişikliğiyle birleşince, tüm siyasal spektrumda etkisi temelde orta sınıf olma hayaliyle şekillenen hukuk, refah, konfor, özgürlük ve demokrasi arayışı oluyor. Bu değerler ideolojilere aşkın ve tüm vatandaşları ilgilendiren bir mutabakat zemini doğuruyor. Merkez arayışının olumlu çarpan etkisi burada giderek önü alınamaz şekilde büyüyor.
Son olarak, merkez kavramına yarar kadar bir o kadar da zarar verdiği iddia edilebilecek ve merkez inşası için endişenin düğümlendiği yer “politik psikoloji” olarak görünüyor. Siyasal yelpazenin neresine bakarsanız bakın, genç kuşaklar son yirmi yılda fazlasıyla yıprandı. Bu yıpranmışlık hâli politik açıdan psikolojilerini de günden güne radikalleştiriyor.
Gerek iktidara duyulan siyasal tepkinin psikolojik tahribatı gerekse ataların geleneksel hayat formuna ve gelenekçi ahlak kamuflajına karşı duyulan öfke elbette ifrat ve tefriti de beraberinde getiriyor. Şunu unutmamak lazım: Bir dönüşüm gerçekleşiyor ve bu oldukça ağır baskı ve şartlara rağmen oluyor. Siyasal popülizmin, otoriterizmin, patrimonyalizmin ve devlet baskısının dibinde genç kuşaklarda bir dönüşüm yeşeriyor. Tavandaki otoriter radikalizme, aile ve geleneğin baskısına tepki de hâliyle bir o kadar radikalist oluyor.
Bu şartlar altında Milliyetçi gençler, Muhafazakâr nesiller, Liberal kuşaklar, Kemalist genç aktörler, Sosyal Demokrat yeni temsiller toplu biçimde sekülerleşiyor. Bu sekülerleşme, aslına bakarsanız ertelenmiş bir sekülerizm.
Tüm bu siyasal-ideolojik kavramlar, Kıta Avrupası’nda sanayi devrimi ve moderniteyle beraber şekillense de burada memleketin sosyolojik realitesiyle yani tarım ve asker toplumu, taşra ve köy hayatı, ticaretin durağanlığı, tüzel kurumların yokluğu, devletin merkezi yegâne otoritesi ve kültürel - dini direnç gibi olumsuz maddi manevi etkenlerle çarpışınca sekülerleşmesi ertelenmiş kavramlardı. Modernleşme krizimizin odak noktası da bir ölçüde burada aranabilir; önce sekülerleşmiş bir toplum yerine modern kurumlar ve kavramlar hayatımıza girince tüm doğal denge alt üst oldu. Sosyal siyasal sonuçları da bugünlere kadar geldi. Bugün yukarda bahsedilen değişen hayatın tüm bu maddi kuşatması, bu ertelenmiş sekülerizmi memlekette yeniden dolaşıma sokuyor. Sancı biraz da buradan doğuyor.
Bu ertelenmişliğe karşı tüm siyasi mahallelerdeki genç aktörler, politik psikolojide doğal tepkisel olarak da nitelendirilebilecek aceleci ve radikalist sayılabilecek bir tavır alıyor. Bu ertelenmişliğin öznesini arıyor ve karşısında atıl gelenek tecrübesi ile ceberrut siyasi iktidarları buluyor. Öfke, hınç ve radikalizm genç kuşaklarda psikolojik olarak kendini gösteriyor ve ertelenmişliğin yarattığı sosyal ve maddi travmaları kognitif olmasa da refleksif biçimde belki binlerce bilinç dışı müessirin etkisiyle aşmaya çalışıyor.
Dolayısıyla tüm bu psikoloji, gelecekte büyük bir mutabakatla merkez kurmanın meşrebini yani uzlaşmacı demokrat tavrı da olumsuz olarak etkiliyor. Merkez için endişelenmemiz gereken yegâne noktayı bu “politik psikolojik radikalizm”de arayabiliriz.
Sonuç olarak, genç kuşaklardaki sosyolojik değişim ertelenmiş ve tepkisel de olsa uhrayı değil dünyayı merkeze alıyor; çatışmayı değil uzlaşmayı görüyor. Orta sınıf olabilme umudunun beslediği demokrasi, refah ve hukuk arayışı da güçleniyor. Hayatın değişen maddi şartlarla bizleri kuşatması, değişimin ivmesini artırıyor. Kültürel politik geçişkenliklerin artması siyasi bir mutabakat ve merkez adına oldukça umut vadediyor ancak yine merkez adına temkinli olunması gereken psikolojik radikalizmi aşmak umudu da zamanın ve tecrübenin kanatları altında bizleri bekliyor.