'Ütopyanın Sesleri' kitabının yazarı Halil Turhanlı, Gelenekçiliğin önde gelen düşünürü olan eleştirmen Julius Evola'nın faşizmin ideologlarından biri sayıldığını dile getiriyor.
Modern çağın ödünsüz eleştirmeni Julius Evola bazı çevrelerce aynı zamanda faşizmin ideologlarından biri sayılır. Evola’nın günümüzün radikal sağ ve neo-faşist akımları üzerindeki yoğun entelektüel etkisi göz önüne alındığında bu iddiaların büyük ölçüde gerçeklik payı taşıdığı kabul edilmek gerekir.
Evola, René Guénon ile birlikte Gelenekçiliğin önde gelen düşünürüydü. Guénon, İkinci Dünya Savaşı başladığında Avrupa’dan ayrılarak Mısır’a yerleşmiş, orada sufizme bağlanmış, bu inancın Batı’da yayılmasında ve taraftar toplamasında önemli rol oynanıştı. Onun adı İslamiyet ve sufizmle birlikte anıldı. Evola ise radikal sağı besleyen entelektüel kaynaklarından biri oldu. Aslında faşist partiye hiç üye olmamıştı. Savaş sonrasında da gizli faşist hareketlerle örgütsel bağı yoktu. Buna rağmen yazılarında faşizmi canlandırmaya çalıştığı gerekçesiyle hakkında birkaç kez dava açıldı. Faşist harekette küçük bir canlanma belirtisi görüldüğü her defasında Evola olağan şüpheliydi. 1970’lerde yarı yatalak olan Gelenekçi düşünür ölümüne kadar tekerlekli iskemleye bağlı olarak yaşamak zorunda kaldığı Roma’daki apartman dairesinde neofaşist hareketin liderleri tarafından sıklıkla ziyaret ediliyordu.
Demokrasi karşıtı olması, otoriterliği savunması nedeniyle Avrupa’daki radikal sağ hareketler bugün de onu manevi liderleri arasında sayıyorlar.1980’de Bologna’da tren istasyonuna bomba yerleştiren ve seksen beş kişinin ölümüne neden olan neofaşist örgüt üyelerinin evlerinde yapılan aramalarda Evola’nın kitapları bulunmuş, terör eylemini gerçekleştirenlerin Evola okurları oldukları tespit edilmişti. Ama onun düşünceleri esas olarak radikal sağın entelektüelleri arasında tartışılıyor, analiz ediliyor. Avrupa’daki radikal sağın önemli entelektüellerinden Alain de Benoist üzerinde belirgin bir etkisi söz konusu.
Esasında İtalyan Gelenekçi düşünürün etkisi Avrupa’nın çok ötesine uzanıyor. Trump’ın başkanlık döneminde görünürlük kazanan ve sesini yükselten, Trump’ın başkanlığı kaybetmesinden sonra da direnen alternatif sağın (alt.right ) entelektüel simalarının da Evola’ya özel bir ilgileri mevcuttu. Trump’ın ideoloğu ve baş stratejisti Steve Barron bunlardan biri. Barron ezoterik ve karanlık düşünceleriyle ünlü Gelenekçi düşünürden övgüyle söz etmişti.
Özünde Çarlık Rusya’sının emperyal politikalarını günümüze uyarlama girişimi olan Yeni Avrasyacılık akımının bir numaralı kuramcısı Alexander Dugin de Evola’nın düşüncelerinden beslenen radikal sağcılar arasında. Dugin daha gençliğinde Sovyet rejimine muhalefet eden Yuzhinski örgütüyle temas kurmuş, bu örgüte katılmıştı. Aslında Sovyet rejimine muhalefet eden entelektüellerin yeraltı örgütlenmesi olan, materyalist felsefeye alternatif arayan bu çevrede Gelenekçi düşünürler ilgi görüyordu. Bir başka deyişle aradıklarını Gelenekçiliğin ezoterik düşüncelerinde, Guenon ve Evola’da buldular. Dugin’in Evola’nın düşünce dünyasıyla tanışıklığı da o döneme değin uzanıyor. Radikal sağcı İtalyan düşünürün Pagan Emperyalizm kitabını Rusçaya çevirecek kadar yakındı bu temas. Evola bugün de Dugin’in ve Rusya’nın emperyal güç nostaljisine kuramsal destek sağlıyor.
Radikal sağ hareketlerce küresel çapta böylesine ilgi duyulan ve ruhani önderler arasında sayılan Baron Julius Evola 1898’de Sicilyalı soylu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşta Katolik eğitimine başkaldırdı. Hristiyanlıkla ilişkisi ömrü boyunca karmaşık ve sorunlu oldu. Hristiyanlığa bakışında Nietzsche’yi çağrıştıran bir yön vardı. ; bu inanca zayıf, iradesiz, mücadele etme gücünden yoksun kitleler yarattığı için mesafeliydi.
Birinci Büyük Savaş sonlarında Dadaizm’e ilgi duyan Evola, Roma’da açılan Cabaret Voltaire benzeri bir mekânda performanslar sunmuştu. Anti-semitik duygu ve düşüncelerini açıklayınca, Tristan Tzara’yı komünist ve Yahudi olduğu için aşağılayınca bu çevreyle ilişkileri koptu.
Evola’nın Yahudi nefreti patolojik boyutlardaydı. Sayfaları Yahudilere nefret dolu Zion Liderlerinin Protokolleri kitabının 1938’deki İtalyanca baskısına önsöz yazmıştı. Kitapta Yahudilerin Avrupa’nın aristokratik geleneklerini ve bu geleneklerden kaynaklanan toplumsal hiyerarşileri yıkmayı amaçlayan “okült savaş planı”nın dile getirildiğini ileri sürüyordu. Konuşmalarında yalanlarla dolu bu kitaptan sözümona kanıtlar ileri sürerek Yahudilerin dünya devriminin bir numaralı failleri olduklarını, onların Batı uygarlığını çökme aşamasına getirdiklerini iddia ediyordu.
Evola 1930’ların sonlarında Berlin’de Nasyonel Sosyalistlere heyecanla izledikleri konferanslar verdi. Esinini ve kaynağını kadim Aryan ruhunda bulacak gelenekçi bir karşı-devrimin zorunluluğunu vurguladı. Yahudiler, komünistler masonlar bu devrimin hedefinde olmalıydılar. Aristokratik eski Avrupa’nın değerlerini savundu. Ona göre devrimin hedefi bu değerlerdi. Devrimi önleyebilmek için Bolşevizmin ve Yahudiliğin yıkıcı, karanlık güçlerine karşı faşist İtalya ile Nazi Almanyası arasında ittifak ve kültürel alışveriş önerdi. Savunduğu görüşler esasında Mihver Devletleri’nin emperyalist saldırganlığını, militarizmini meşrulaştırmaya çalışan eklektik düşüncelerdi.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nde Evola’nın görüşlerine karşı çıkan bir kesim de vardı, bunlar konferansların devamını engellediler; çünkü ırk sorununa biyolojik değil, spiritüel bir temelde yaklaşıyordu. Dahası, bireyi kitleden, yığından üstün tutuyordu. Bütün ideolojisini halk ( Volk ) üzerine inşa etmiş olan Nazilere bu tutumu da ters geliyordu.
Evola, ilk kez 1934’de yayımlanan Modern Dünyaya Başkaldırı’da çağdaş uygarlığın beşiği olan Batı’nın önlenemez bir biçimde çökmekte, karanlığa doğru sürüklenmekte olduğunu ileri sürüyordu. Bunun asli nedeni geleneklerden kopma ve esasında bir “hastalık” olan modernleşmeydi.(Evola, Modern Dünyaya Başkaldırı, çev. F.Topaçoğlu, İnsan Yayınları, ikinci baskı 2016, s. 10 ).İşin asıl kötüsü Batılı insanın bu durum karşısında sadece cılız ve etkisiz tepkiler vermesiydi. “Yani, içten gelen ve bir temeli, ilkesi, merkezi olan eylem” söz konusu değildi ( Evola, s.11 ).Peki, nedir yapılması gereken? Evola’nın cevabı kesindir : “ büyüleyici çemberi kırmak gerekir”. Daha açık deyişle ayakta kalabilmek için etkisiz tepkiler yerine ilkeli eylemlerde bulunulmalıdır.
Evola’ya göre yirminci yüzyılın büyük metafizik çelişkisi ve karşıtlığı iki farklı insan arasındaydı. Biri geleneklere bağlı tradisyonel insan, diğeri geleneklerden kopan, ilerleme anlayışına tapınan modern insan. İtalyan düşünür bu ikinci insanın karanlığa sürüklendiğini ileri sürüyor, gelişme fikrini ve onun beraberinde getirdiği ilerleme anlayışını “ saçma ve boş inanç” olarak görüyordu.(Evola, s.12). Beri yandan, geleneklerin inkâr edilmesi, geleneklerden kopuş çöküşün nedenleriydi. Evola çöküşün başlangıcıyla ve modernleşmenin başlangıcını çakıştırmanın uygun düşeceğini görüşündedir. Ona göre çöküşün başlangıcı modern dünyanın da başlangıcıdır.
Evola çöküşün ilk belirtilerinin İ.Ö. VIII ve VI. yüzyıllar arasında belirdiğini ileri sürüyordu. Gelenekçi düşünüre göre. Bu dönemde kavimlerin manevi yaşamlarında değişiklikler görülmüştü ve bu değişiklikler çöküşün başlangıcıydı. (Evola, s.13 ). Çöküşün, yani modern dünyanın oluşumunun ikinci aşaması Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Hıristiyanlığın ortaya çıkışıdır. Roma İmparatorluğu’nu yeniden inşası, Roma’nın savaşçı ruhunun canlandırılması tam da bu nedenle Evola’nın asli politik idealidir. Bu Mussolini’nin de idealiydi; imparatorluğu yeniden inşa konusundaki idealleri örtüşüyordu. Mussolini’nin Etiyopya’ya zehirli gaz atmasını Roma İmparatorluğu’nun yeniden inşası yönünde atılmış önemli bir adım olarak görmüştü.
Üçüncü aşama Ortaçağın sonunda feodalitenin çöküşünden Rönesans’a kadar uzanır. Bu noktadan itibaren modernleşme yayılmış ve evrenselleşmiştir. Modernleşme öncesi dönem geleneklere, mitlere dayanıyordu. Modernleşme ve tarihsel gelişme geleneksel olan her şeyi önüne katıp sürüklemiştir. Evola’nın modern kavramı gelip geçiciliği, zaman karşısında dirençsizliği, aşınma ve çürümeyi, tek kelimeyle “tarihsel olan”ı ifade eder. Bu noktada eleştirilerini tarihsel ilerleme anlayışına yöneltir. Gelenekçi düşünüre göre modern dünyayı anlayabilmek için öncelikle tarihsel olanı, tarihsel süreç nosyonunu iyi kavramak gerekiyordu. O, gelenekleri kadim değerleri yıkan, yok eden tarihsel ilerleme düşüncesini ve tarihsel süreç nosyonunu çürümenin nedenleri arasında görüyordu.