Chicago İllinois Üniversitesi’nden Prof. Ali Akarca, 2023 seçimlerini 2002 örneği üzerinden incelediği yazının ikinci bölümünde değerlendirmelerde bulunuyor.
Bir önceki yazımızda, taraftarları değiştiği halde değişmeyen veya taraftarları değişmediği halde değişen partilerin, taraftarlarını başka bir parti arayışına sevk ettiğini anlatmıştık. Partinin kronik olarak kötü bir idare gösterdiği ve yolsuzluklara bulaştığı zamanlarda da benzer bir durumun ortaya çıktığını belirtmiştik. Ancak, taraftarlarının bir partiyi temelli terk etmeleri için kendilerine uygun bir alternatifin ortaya çıkmasının gerekliliğine de parmak basmıştık. Simdi, 2023 seçimi öncesinde, bu şartların ne kadar yerine geldiğine bakalım.
AK PARTİ TARAFTARLARININ TERSİNE BİR YÖNDE DEĞİŞTİ
AKP’nin, son on yılında, ilk on yılına göre, hem ideoloji, hem idare, hem de ekonomik performans bakımlarından çok değiştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İki dönem gündüz ile gece gibi.
Âdemi merkeziyetçiliği, seçimle gelenin seçimle gitmesini ve atanmışların seçilmişlere hükmedememesini savunan parti, şimdi atanmış İçişleri bakanının emri ile seçilmiş belediye başkanlarını kayyumlarla değiştiriyor. Kendi belediye başkanlarını bile, hiç bir gerekçe göstermeden, zorla istifa ettiriyor. Daha önce kendilerine yapıldığı gibi, muhalefet belediyelerine zorluklar çıkarıyor, yetkilerini ve imkânlarını kısıyor ve merkezi yönetime devrediyor.
Eskiden, Yüksek Askeri Şura tarafından, yargı kararı ve temyiz hakkı olmaksızın, ordudan atılmalara karşı çıkan parti, şimdi kanun hükmünde kararnamelerle memurların işlerine aynı şekilde son veriyor.
Başlangıçta, genel başkanınınkine yakın güçleri olan ileri gelenlerinin, bakanlarının, milletvekillerinin, belediye başkanlarının, il teşkilatlarının katkı yapabildiği müzakere ortamı, yerini tamamen otoriterliğe ve tek adamlığa bırakmış vaziyette. İsveç Göteborg Üniversitesi V-Dem Enstitüsü’nün her yıl açıkladığı 2022 Demokrasi Raporu’nda, Türkiye, son on yılda en fazla anti-demokratik hale gelen ülkeler arasında yer alıyor. Demokrasi endeksinde 179 ülke arasında 147’nci sırada.
Akdamar Kilisesi’nde ve Sümela Manastırı’nda cumhuriyet döneminde yapılan ilk ayinlere izin veren ve gayri-Müslim vakıfların mallarını iade eden AKP iktidarı, şimdi Ayasofya’yı cami yaparak ve kendi öncülüğünde imzalanan İstanbul anlaşmasından çıkarak oy kazanmaya çalışıyor. Bu, partinin başarılı 2002-2011 dönemi yerine yüzde 20’lere talim edilen 2002 öncesine dönmek, çıkarılan gömleği tekrar giymek demek. Bunun, son yirmi yılda daha şehirlileşen, sekülerleşen ve modernleşen muhafazakâr taraftarlarını ve özellikle onların büyük kentlerde yetişmiş çocuklarını partide tutmakta ne kadar başarılı olacağı meçhul. Partiye DYP ve ANAP gibi partilerden gelen merkez sağ seçmenleri partiden soğutacağı ise aşikâr.
Cesur bir adımla, Kürt açılımını başlatan parti, MHP desteğini alabilmek için neredeyse onun kadar ultra milliyetçi oldu. Bunun, Kürt kökenli taraftarlarını hayal kırıklığına uğratmaması imkânsız. Öte yandan, bütün milliyetçilik söylemine rağmen, Çin ile aramızın açılmaması için, Uygurlara yapılan zulme sessiz kalınmasının ise milliyetçi taraftarlarını rahatsız edeceği açık.
Refah ve Fazilet partilerinin Avrupa karşıtlığını bıraktıktan sonra, Avrupa Birliği ile bir fasıl açıp bir fasıl kapatan ve vizeleri kaldırma noktasına kadar getiren parti altında şimdi ilişkiler donmuş vaziyette. Dış politikada müttefiklerimizle bile çatışmalı bir hale gelindi. İyi ilişkilerimiz olan Arap ülkeleri ve Israil ile önce aramız acildi, şimdi tekrar iyileştirilmeye çalışılıyor.
İlk başta, pazar ekonomisini ve serbest rekabeti önemseyen ve Milli Görüş’ün devletçiliğini terk eden iktidar, şimdi enflasyon ile mücadeleyi, tanzim satışları düzenleyerek, devlet mağazaları açarak, zincir marketlere, hal esnafına ve soğan depolarına ceza keserek yapmaya çalışıyor. Özel şirketleri döviz almamaya, kazandıkları dövizi satmaya ve bankaları düşük faizli krediler vermeye zorluyor. İthalatı düşürmek için gümrük duvarlarını yükseltiyor. Kurduğu Varlık fonuyla, devleti ülkenin en büyük holdinginin sahibi yapmış durumda. Ülke, saygın düşünce kuruluşu The Heritage House’un Ekonomik Özgürlükler endeksinde, bu yıl 2021’e göre dünya sıralamasında 31 basamak birden düşerek 177 ülke arasında 107. ve 45 Avrupa ülkesi arasında 42. oldu. Kısmen özgür ülkeler arasından çıkarılarak çoğunlukla özgür olmayan ülkeler kategorisine kondu. AK Parti’nin, müdahaleci ve devletçi bir partiye dönüşmesinin hala daha partide kalan liberalleri rahatsız edeceği şüphesiz.
AK PARTİ ALTINDA ÖNCE İYİ OLAN İDARE VE EKONOMİK PERFORMANS SONRA BOZULDU
İdare ve yolsuzluklar bakımından, durum giderek 2002 kırılması öncesini andırmaya başladı. Orman yangınlarıyla mücadelede gösterilen yetersizlik, 1999 depremlerindeki acizliğe, dere yatağında yapılmasına izin verildiği için selin yıktığı binalar, fay hattında inşa edilmesine izin verildiği için 1999 depreminde yıkılanlara, Sedat Peker’in ortaya attığı yolsuzluk iddiaları da Susurluk kazasının ortaya çıkardıklarına benziyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütünün yolsuzluktan arınmışlık sıralamasında, 2003-2013 arasında, 77’ncilikten 53’üncülüğe çıkan Türkiye, o zamandan bu yana 46 basamak düşerek 96’ncılığa inmiş vaziyette.
Suriye ve Afganistan’dan gelen göçün iyi idare edilmemesi ve göç ile ilgili politikalar geliştirilmemesi sorunlarını da belirtmek lazım.
Ekonomik performansa gelince, AK Parti’nin ilk on yılında, 3,5 kat artarak, 2013’de 12582 dolara ulaşan ve 2023’de 25 bin dolara çıkarılması hedeflenen kişi başına gelirimiz şimdi 9539 dolara gerilemiş durumda. 2002 sonundaki yüzde 38 seviyesinden 2010’da yüzde 4’e kadar düşürülen ve 2017 ortalarına kadar da tek hanelerde tutulan enflasyon oranı şimdi yüzde 80’nin üstünde. Gelir dağılımı performansında da benzer bir durum söz konusu. Gelir eşitsizliğini gösteren ve 0 ile 1 arasında değer alan Gini katsayısı, 2003 yılında 0.42 iken 2007de 0.38’e düşürülmüştü ama simdi tekrar 0.42’ye çıkmış vaziyette.
Ekonominin geldiği duruma Covid-19 salgını ve Ukrayna savaşı gibi dış etkenlerin sebep olduğu düşünülebilir ama bozulma daha önce başlamıştı. Durum, son dokuz yıl içinde yedi seçim ve bir referandum yapılması ve gelecek secime çok az zaman kalması yüzünden sürekli popülist ekonomik politikalar uygulanması ile de ilgili. Ancak en önemli etkenin iktisat ilmi ile çelişen politikalara geçmek olduğunu söyleyebiliriz. Bu politikaların başında, kur artışlarını ve faizleri enflasyon oranının çok altında tutmaya çalışmak geliyor. Ekonomi teorisi ve diğer ülkelerde yaşanan örnekler, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda, bunların mümkün olmadığını ve gerçekleştirilmeye çalışılması halinde cari açığı, enflasyonu ve kuru patlatacağını, Merkez Bankası rezervlerini eriteceğini gösteriyor.
Nitekim öyle oldu. Ancak, piyasa ekonomisine dönmek yerine, her hafta bir yenisi açıklanan talimatlarla piyasa ile çaresizce mücadeleye devam ediliyor. Simdi bir de kredi faizini, adi konmadan yükseltilen mevduat faizinin çok daha altında tutma gayreti başladı. Bunu mümkün kılmak için devlet, iki faizin arasındaki farktan fazlasının yükümlülüğünü üzerine almış vaziyette. Bu, maliye politikasını da bozduğu için Türkiye’nin CDS primi arttı. Yani faiz düşürelim derken diş borca ödenecek faiz arttırılmış oldu. Ayrıca, negatif faizli kredilere talep, arzın kat be kat üstünde olduğu için krediler ekonomik rekabet yerine politik bağlantılara göre dağıtılıyor. Bu da, verimliliği ve dolayısıyla büyümeyi olumsuz etkiliyor. Gelir dağılımını kredi alabilenler lehine bozuyor.
Cari açığın çok büyümesinin ve Merkez Bankası rezervlerinin eksiye gelmesinin, 2002 öncesindeki gibi, ülkeyi dış ekonomik şoklara ve dış politik baskılara karşı korumasız bıraktığını belirtmekte fayda var. Rahip Brunson olayında başkan Trump’ın verdiği ültimatomun doğurduğu ekonomik çalkantılar, Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerde yaşanan U-dönüşleri, Uygurlara yapılanların görmemezlikten gelinmek zorunda kalınması ve Ukrayna harbinin yarattığı enerji fiyatı artışlarının Türkiye’yi diğer ülkelerden daha fazla etkilemesi, bu duruma örnek gösterilebilir.
Kısacası, 2002’dekine benzer bir durum için, gecen yazımızda bahsettiğimiz ilk üç şarttan sadece biri gerekliyken, her birinin gerçekleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak, dördüncü şartın yerine geldiğini, yani bir alternatifin ortaya çıktığını söylemek güç.
HENÜZ UYGUN BİR ALTERNATİF ORTAYA ÇIKMADI
Bir önceki yazımızda, alternatif olacak partinin, partilerini bırakmak isteyen seçmenleri, benzer bir dünya görüşüne sahip olduğuna, iyi bir idare ve ekonomik performans göstereceğine, yolsuz olmayacağına, kayda değer miktarda oy alabileceğine ikna etmesi ve benimseyebilecekleri bir gelecek vizyonu sunması gerektiğini belirtmiştik. Şu ana kadar, muhalefet partilerinden hiç biri bu şartları tam olarak yerine getirmiş değil. CHP ve İyi Parti dışındaki muhalefet partilerinin oy oranları anketlerde bir-iki puanın üstüne çıkmıyor. Kısır bir döngü içindeler. Taraftarları az olduğu için taraftar çekemiyorlar. Bazıları, sadece göçmen/sığınmacı karşıtlığı ve aşı karşıtlığı yaparak oy toplamaya çalıştıklarından zaten çok dar bir kesime hitap ediyorlar.
CHP, AK Parti’den kopmayı düşünenler için ideolojik bakımdan uygun bir parti değil. Bunun bir göstergesi, 2007 ile 2015 arasında AKP oyları iki defa 8-9 puan inip çıktığında, CHP oylarında kayda değer bir değişimin yaşanmamış olması. Simdi, CHP genel başkanı birçok konuda helalleşme başlattı ama partisi içinden buna kuvvetli bir destek gelmiyor. Anketler de şu ana kadar helalleşmenin parti oylarında bir artış meydana getirdiğini göstermiyor.
Deva ve Gelecek partileri, AKP’liler için ideolojik bakımdan uygun ama yukarıda bahsettiğimiz gibi, oylarının birkaç puanı geçmemesi, yer değiştirmek isteyen seçmenleri onlardan uzak tutuyor. Birleşebilseler ve Özal ’vari bir vizyon yaratabilseler, belki bunu kırabilirler. Bu konuda, liderlerinin AKP geçmişleri ile ilgili birer öz eleştiri yapmalarının ve altılı masadaki partilerle, uyumları yansıra, farklılıklarına dikkat çekmelerinin de faydaları olacaktır.
Saadet ve Yeniden Refah partilerine gelince, Milli Görüş çizgisini sürdürdükleri için, o çizgiye geri dönmesinden dolayı AK Parti’den ayırılmak isteyenlere bir seçenek olmaları imkânsız.
İyi Parti’nin alternatif olma potansiyeli ise gayet yüksek. Sağ kanatta ve mecliste ciddi miktarda sandalye kazanacağından şüphe yok. Ancak, onun oy oranı da yüzde 12-14 civarında donmuş gibi. Diğer milliyetçi partilerle yarışmak yerine merkeze kayabilirse, merkez sağdaki seçmenler için daha uygun bir alternatif haline gelebilir. Liderinin DYP’de siyaset yapmış bir kişi olması da bu bakımdan bir artı.
Ayrıca, muhalefet partilerinin bir alternatif olabilmeleri için İktidarın kötü yönetmesi yeterli değil. Seçmenleri, kendilerinin daha iyi yöneteceklerine de ikna etmeleri lazım. Seçmenler, geçmiş tecrübelerinden, koalisyonlar altında ekonomik performansın, rant kavgası ve yolsuzluklar ile mücadelenin pek de iyi olmadığını biliyorlar. Muhalefet liderlerinin, neden bu sefer durumun farklı olacağını inandırıcı bir şekilde izah etmeleri gerekiyor.
Muhalefet partilerden bir alternatif çıkmamasının ana sebebi ise bir gelecek vizyonu sunamamaları. Seçmenleri, işleri daha iyi yapacaklarına ikna edebilseler bile bu kâfi değil. İyi işler yapacaklarını da göstermeleri gerekiyor. Önerdikleri yegâne değişiklik, güçlendirilmiş parlamenter sistem. Ancak, tek adamlıktan şikâyet eden altılı masa partilerinin bu konuda imzaladıkları mutabakat metninde önseçimden hiç bahsedilmiyor. Bu durumda, bir sonraki seçimdeki adaylığı parti liderinin iki dudağı arasında olacak milletvekillerinin, cumhurbaşkanı veya başbakan olan liderlerini nasıl güçlü bir şekilde dengeleyip denetleyebileceklerini ve liderlerinin nasıl zaman içinde otoriterleşmeyeceklerini seçmenlere anlatmaları çok zor.
İstatistikler de yukarıdaki analizi doğrular mahiyette. Güvenilir kamuoyu araştırması şirketlerinden Metropoll’ün yaptığı aylık anketlerde, her beş seçmenden üçünün ekonominin kötü yönetildiğini belirtmesine rağmen, ekonomiyi kim düzeltir diye sorulduğunda, Erdoğan diyenler, neredeyse ondan hemen sonra gelen Kılıçdaroğlu, Akşener ve Babacan’ı seçenlerin toplamı kadar. 2018’de AK Parti’ye oy verenlerin yarısından fazlası, simdi oy vereceklerini söyleyenlerin üçte birinden fazlası, birkaç ay öncesine kadar ekonomi kötü yönetiliyor derken, bu oranlar simdi sırasıyla yüzde 27 ve yüzde 15. Şubat ayında yüzde 25 olan kararsızların oranı devamlı eriyerek Eylülde yüzde 14’e gelmiş. Aynı sure içinde AK Partili kararsızlar dokuz puandan beş puana inmiş. Bu yüzden, partinin oy oranındaki düşüş durmuş, hatta hafif yükselişe geçmiş vaziyette.
AKP, Kasım 2015 ve Haziran 2018 seçimleri arasında yedi puan oy kaybetmişti. Son anketler, o zamandan beri 9-14 puan kadar daha taraftar kaybettiğini gösteriyor. Yani şimdiki oy oranı yüzde 29-34 arasında tahmin ediliyor. Bunun olağanüstü bir kayıp olmadığını ve tipik iktidar yıpranması, ekonomik performansa verilen tepki, stratejik oy verme ve iktidar avantajı gibi faktörlerle açıklanabileceğini 5 Temmuz 2022 tarihli Karar gazetesindeki yazımda izah etmiştim. Yani parti bir hayli geriledi ama bu, kendi kendine yaptıkları ile. Muhalefetin başarıları ile değil. AK Parti hala birinci parti konumunda.
SONUÇ
AKP’lileri yeni bir ev arayışına iten şartlar fazlasıyla oluşmuş vaziyette ama pek çoğunun uygun bir ev bulmakta zorluk çektikleri de ortada. Bu yüzden yerlerinde kalmaya veya dönmeye karar verenler artmaya başladı. Bu trendi durdurmak veya tersine çevirmek için muhalefet partilerinin çok az zamanları kaldı. Kısa bir süre içinde etkili yeni stratejiler geliştiremezlerse, 2023’de, 2002’dekine benzer bir kırılmanın hiç beklenmemesi lazım.