Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. E. Fuat Keyman, Türkiye’nin sınır ötesindeki terör temizliğine yönelik operasyonlarını değerlendiriyor.
Savaş çalışmalarının hâlâ birincil referanslarının başında gelen Carl von Clausewitz, savaşın “sahadan çok masada” kazanıldığını, bu temelde de “askeri güç, kapasite ve strateji kadar, siyasi ve diplomatik alanın da kazanan tarafın belirlenmesinde temel rolü oynadığını” önerir.
“Saha ve Masa”ya, algı ile gerçekliğin birbirine karıştığı, hatta algının gerçeklikten daha etkili olduğu bugünün “Gerçek Sonrası” postmodern küresel dünyasında, ağırlıkla sosyal medya temelinde “Medya ve Algı”yı da eklemeliyiz.
Savaşların giderek “asimetrik” nitelik kazanması, yani ordular arasında değil fakat devlet ile devletaltı örgütler arasında yapılması da savaşın kazananın “Saha-Masa-Algı ekseni”nde belirlendiği gerçeğini güçlendiriyor.
Türkiye, jeopolitik güç ve çıkar mücadelesi yapan diğer aktörlerden farklı olarak güvenlik ile insani durumu, ahlak ile realizmi birleştirdi.
Saha, Masa, Algı; Türkiye’nin Fırat Kalkanı’nda, özellikle de Afrin’de, Zeytin Dalı Harekatı’nda elde ettiği ve büyük bir olasılıkla Münbiç’te de elde edeceği başarıyı belirleyen üç boyut. Türkiye’nin başarısı, bu üç alanda birlikte ve eş-zamanlı yürüttüğü stratejide yatıyor. Her alanı eşit önemde görmek, tüm alanlarda güçlü ve kapasiteli olmak ve doğru hamleleri yapmak başarıyı getirdi.
Sahada askeri kapasite ve strateji, masada diplomatik doğru hamleler ve siyasi kararlılık, algıda sivil kayıplar temelinde ve çatışma sonrası talana karşı doğru hamleler ve mesajlar, Afrin’de ve Münbiç’te elde edilen başarının anahtar niteliğindeki unsurları.
Özellikle Washington’daki ve Paris, Berlin, Brüksel, Londra’daki tartışmaları ve toplantıları izlediğiniz zaman da Türkiye’nin başarısının ve bu başarıyı elde etmedeki yönteminin konuşulduğunu görüyorsunuz.
Gerek Afrin-Zeytin Dalı Harekatı’nın askeri stratejisinin askerlere bırakılması gerekse de Türkiye’nin askeri kapasite ve teknoloji alanında son dönemde attığı önemli adımlar, sahadaki başarı ve algıyı yarattı. Batı ve uluslararası toplum da Afrin ve Münbiç başarısında Türkiye’nin askeri güç ve kapasitesini gördü.
Türkiye, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Afrin harekatının öncesi ve başlangıcından itibaren gösterdikleri “siyasi kararlılık ve irade”, Washington-Moskova ekseninde Türkiye’yi doğru noktada konumlamaları ve Amerika ve Rusya arasındaki çıkar ve güç çekişmesini Türkiye yararına kullanmaları sayesinde, masada başarılı oldu. Washington ve Batı, Türkiye’nin, sadece askeri değil, siyasi düzeyde de bölgesel güç-kilit aktör konumunu bir kere daha görmüş oldu.
Afrin Harekatı’ın başında, özellikle Washington ve Batı medyasında ve uluslararası toplum içinde, “Bu süreçte sivil kayıpların çok yüksek sayıda olacak”, “Türkiye, Suriye’yi işgal ediyor”, “Türkiye, Kürtlere düşman” haberleri arka arkaya yapılıyordu. Türkiye, gerek sivil kayıpları minimize edecek hareket tarzıyla gerek kendi güvenliği için bu harekatı yaptığı vurgusunu güçlü seslendirerek gerekse de özellikle Kuzey Irak’ta insani yardım temelinde attığı adımlarla bu haberlerin bitmesini sağladı.
Afrin’e girilmesinden sonra hızla yayılan, “ÖSO güçleri kenti yağmalıyor” haberlerine karşı da Türkiye’nin kentte yağma girişimlerine karşı kontrolü hızla sağlaması bu haberlerin bitmesini sağladı.
Yani Türkiye, algı boyutunda da sahada ve masada kazandığı başarıyı elde etti.
Birincisi, sahada PKK-PYD-YPG yenilgiye uğratıldı, Türkiye’nin sınırlarında, “Terör Koridoru” ya da “bir tür Kürt Devleti” kurulması süreci durduruldu. Türkiye, bu bağlamda, yakın gelecek için kendisini askeri ve siyasi olarak “güçlü ve etkili bir konuma” getirdi.
İkincisi, masada başta Suriye ve Irak’ın ve de Orta Doğu’nun, bugünü ve yarınının şekillenmesi sürecinde Türkiye, Washington’dan başlayarak Batı ve uluslararası topluma, “söyledikleri ve talepleri dikkate alınması gereken ve kaybedilmeyecek bölgesel güç ve kilit ülke” olduğunu bir kere daha gösterdi. Türkiye, artık, masada güçlü ve etkili bir aktör.
Üçüncüsü, algı düzeyinde, Washington ve Batı, son dönemde güçlü olarak kullandığı “anti-Erdoğan”, “anti-Türkiye” söyleminin, Türkiye’yi doğru anlamada ve analiz etmede hatalı olduğu gerçeğiyle karşılaştı. Afrin’le birlikte Batı’da, Türkiye ile ilişkilerin düzelmesi çabasının ve Türkiye’ye farklı yaklaşılmasının başlayacağını görebiliriz.
Dördüncüsü, Türkiye, “insani durum” ve “insani yardım” temelinde yaklaştığı, ülkesinin kapılarını açtığı ve sayıları 3.2 milyona yaklaşmış Suriyeli mültecilerin evlerine dönmeleri olasılığını da yaratmış oldu. Suriyeli mültecilere, Almanya hariç, kabul edilemez bir tavırla yaklaşan Batı’da, Türkiye’nin adımları sayesinde rahatlamış oldu.
Peki, Türkiye’nin başarılı olmasının gerisindeki unsurlar neydi? Üç önemli unsuru sıralayabiliriz:
Bir, Suriye ve Irak’ın, gerek bu ülkelerin devlet yapılarının ve kapasitelerinin çökmesiyle ortaya çıkan parçalanma olasılığı gerekse de Amerika ve Rusya başta olmak üzere, büyük güçlerin bu ülkelerden başlayarak bölgede hegemonya kurmak ve kendi çıkar alanlarını genişletmek çabaları, Türkiye’nin alansal ve ulusal bütünlüğüne “varlıksal tehdit ve risk” oluşturdu. Türkiye, hiç şüphesiz, Suriye ve Irak’taki gelişmelerden “gerçek anlamda etkilenen ve güvenlik riski altında olan” birinci ülke konumunda. Fırat Kalkanı’ndan Afrin’e, farklı kesimlerin ve kimliklerin yüzde doksana varan oranda bu askeri harekâtları desteklemesi, sadece milliyetçilikle açıklanamaz;
İki; Türkiye, Amerika ve Rusya’dan İran, Suudi Arabistan ve İsrail’e, bölgede at koşturan tüm büyük güçlerden farklı olarak, Suriye sorununa “insani ve ahlaki” yaklaştı, evlerinden ayrılmak zorunda bırakılan mültecilere misafirperverlik gösterdi. Bu sayı, son zamanlarda dört milyonun üstüne çıktı. Bu temelde, jeopolitik güç ve çıkar mücadelesi yapan diğer aktörlerden farklı olarak Türkiye, güvenlik ile insani durumu, ahlak ile realizmi birleştirdi. Bu birleşime, bir dış politika vizyonu ve kimliği olarak, “Ahlaki Realizm” diyebiliriz.
Üç; Türkiye, Suriye ve Irak’ın geleceği ile ilgili bir çıkar ve güç iddiasında, hamlesinde yahut talebinde bulunmadı. Bu ülkelerin iç işlerine karışma, bu ülkelerin topraklarında kalıcı olma, bu ülkelerin parçalanmasını isteme gibi bir söylem ve hareket tarzı, başından itibaren reddedildi. Türkiye, “Ahlaki Realizmi” kendi güvenliği için hareket etme noktasında kullandı.
Bununla birlikte, unutmamalıyız ki mevcut başarının elde edilmesi kadar, hatta daha önemli olarak, başarının sürdürülebilir olması esas olandır. Türkiye, Afrin’den Münbiç’e attığı doğru adımları devam ettirmek durumundadır. “Saha, Masa, Algı” alanlarında sürdürebilir başarı, pahalı ve maliyetli olduğu kadar, doğru adımların atılmasını da gerekli kılmaktadır.
İkincisi, Washington-Moskova ekseni kadar, Brüksel-Berlin-Paris ekseni de sürdürülebilir başarı için önemlidir Türkiye’nin, Avrupa Birliği ile ilişkilerini iyileştirmesi yaralı olacaktır. Bu konuyu ayrı bir yazıda ayrıntılı değerlendireceğim.
Ayrıca, ahlaki realizm, mülteci krizi alanında yapılan başarılı insani yardım ve hamleler kadar, ülke içinde de kutuplaşmaya karşı birlikte yaşamayı güçlendirecek, demokrasiye dönecek ve eşit vatandaşlığı sağlayacak adımların atılmasını gerekli kılmaktadır.
15 Temmuz FETÖ darbe girişimi püskürtülmeseydi Afrin ve Münbiç’de başarı elde edilemezdi.
Bugün, Afrin operasyonu ile devletin egemenliğine ve alansal-ulusal bütünlüğe karşı varlıksal tehditler ciddi anlamda zayıflatılmış oldu.
Türkiye’nin, dışarda insani yardım ile içeride demokrasi ve birlikte yaşamayı birleştirecek bir ahlaki realizmi, bu doğrultuda bir dış politika vizyonunu ve kimliğini inşa etme olasılığını ortaya çıkarmıştır.