Devleti mi suçlayalım milleti mi?
Geçenlerde, zamanın ruhuna uygun bir şeyler okuyayım diyerek, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç” romanını oturup yeniden okudum.
Bildiğiniz üzere, bu eser 1911 yılında yeryüzünün çok yakınından geçeceği ve belki de dünyaya çarpıp büyük bir yıkılışa yol açacağı düşünülen Halley Kuyrukluyıldızı bütün gezegende korku ve kaygıyla beklenirken eski bir İstanbul mahallesinde yaşanan komik ve eğlenceli bir aşk hikayesini anlatır.
Eski İstanbul yaşayışının ve o günkü toplumsal kültürümüzün realist bir fotoğrafı bu hikâyenin çerçevesini oluşturur. Okumayanlara tavsiye ederim. Daha önce okumuş olanlar da bugünlerde yeniden okuyacak olurlarsa kitapta yeni şeyler bulacaklarından emin olabilirler. Hep öyle olur çünkü. Çünkü şair Necatigil haklıdır: “Bekler bazı kitaplar bazı yaşları.”
Mesela ben “yeni bir şey” olarak şunu buldum bu defaki okumamda: Dünyadaki hayatın çok kısa bir süre sonra bütünüyle sona erecek olma ihtimali bile insanların alışkanlıklarını, davranış ve düşünüş tarzlarını ve hatta hayattan beklentilerini hiç mi hiç değiştirmemiştir.
İnsanın tabiatının icabı herhalde bu. Zira bugünkü koronavirüs salgını esnasında yaşananlar da Hüseyin Rahmi’nin roman kahramanlarının hal ve tavırlarının büsbütün kurgusal nitelikte olmadığını gösteriyor.
***
Öncelikle hepimizin hayatını tehdit eden küresel çapta bir virüs salgını var karşımızda, ikincisi başımızdaki bu musibeti atlattıktan sonra da bizi bekleyen başka türlü problemler. En başta salgın yüzünden üretimin durma noktasına gelmiş olmasına ve uluslararası ticaretin asgari seviyeye düşmesine bağlı olarak yaşanacak ekonomik kriz. İşsizlik, pahalılık… Belki kıtlık… Ve bunlara bağlı gelişebilecek toplumsal çatışmalar, hatta savaşlar…
Aklımız varsa önce bu salgını en az hasarla atlatmanın yolunu birlikte arayıp bularak yine birlikte hepimizin “ortak dert”lerinin çözümü için elbirliğiyle çaba göstermemiz gerekir. Aklımız varsa küçük hesapları, hizip çıkarlarını, kimlik politikalarını vs. bir kenara bırakıp bir sonraki adımda karşımıza çıkabilecek sorunlar için güç birliğiyle hazırlık yapmamız gerekir.
Ama görüyoruz ki bunları yapmaya hevesi ve niyeti olmayan zümreler var. Görüyoruz ki virüs salgını falan dinlemiyor siyasi fanatizm. Kıyamet suruna üflendiğini işitseler kavgayı bırakmayacak ve bundan bile rakip partiyi suçlama gerekçesi bulmaya çalışacak insanlar var bizim toplumda. Sayıları da az değil.
Orta çağda İtalyan şehir devletlerindeki “ticaret zihniyeti” hakkında Henri Pirenne ilginç bir ayrıntı aktarır: İslam ülkeleri kendilerinde bulunmayan kereste ve demiri Venedikli tacirlerden temin ediyorlardı. Bu kerestelerle yapılacak gemilerin ve demirlerden dökülecek silahların Hıristiyanlara ve hatta Venedikli denizcilere karşı kullanılacağında kuşku yoktu ama tacir kısa vadeli çıkarından ötesini göremiyordu.
Bir düşünün, eski Venediklilerin ticaret zihniyetine benzer bir siyaset zihniyeti yok mu bizim toplumda da?
***
Bu zihniyetteki bir kişi kendi uzun vadeli çıkarını hesap edebilmesini engelleyen fanatizmin boyunduruğu yüzünden milletin ortak meseleleri hakkında söylenen her şeyi bir siyasi partiye taraftarlık veya karşıtlık olarak anlıyor. Mesela virüs salgını konusundaki önlemlere ilişkin uyarılarda veya önerilerde bulunan kişilerin siyaset üstü bir yaklaşım sahibi olabileceğine ihtimal vermiyor. Bizzat kendisinin ve en yakınlarının da hayatını ilgilendiren bu uyarılara ve önerilere “haklı mı” diye, “doğru mu” diye bakmıyor. “Bizim partinin duruşuna uygun mu” diye bakıyor… Uygun değilse “Hainler!” diyor, “böyle bir konuda bile hükümete muhalefet ediyorlar.”
Dolayısıyla hiç şaşırmadım, “Devlet tedbir alıyor ama millet uymuyor. Bu da mı AK Parti’nin suçu” sözlerini duyduğumda. “Devlet”i aklamak uğruna milleti suçlayan arkadaş, “Öyleyse devlet sokağa çıkma yasağı ilan etsin” itirazına da şu cevabı veriyordu: “O zaman da hükümeti halka baskı yapıyor diye, yasakçı diye suçlarsınız. Bu tuzağa düşmez bizim reis!”
İşte böyle bir zihniyetten söz ediyorum. Taraftarı olduğu siyasi yapının her icraatında muhakkak bir hikmet bulmak zorunda olduğunu düşünen bir kafa. Şunu söyleyemiyor: “Sokağa çıkma yasağı elbette daha etkili bir önlem olur ama muhtemelen hükümet bunun ekonomik etkilerini hesap ederek şimdilik başka önlemleri hayata geçirerek bu mücadeleyi yürütüyor.”
Bunu niye söyleyemiyor? Çünkü bu açıklama aklına gelmiyor. Çünkü, “Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç” romanında da gördüğümüz üzere, dünyanın sonunu getirebilecek büyüklükte bir felaketi beklerken bile değişmiyor alışkanlıklarımız, davranış ve düşünüş tarzlarımız… Siyaset yapma tarzımızı da değiştirmiyor hiçbir şey. Atalarımızın “Can çıkar huy çıkmaz” dedikleri durum bu olsa gerek.
Umalım ki bu yaşadığımız sıkıntılar “Her şerde bir hayır vardır” hükmü gereğince, bu zihniyetin en azından bir parçacık değişmesine vesile olsun.