Ayhan Sefer Üstün: Ali El Hemdan olayında polis yaşama hakkını ihlal etti

Ayhan Sefer Üstün: Ali El Hemdan olayında polis yaşama hakkını ihlal etti

Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün, Adana'da polis tarafından öldürülen Ali El Hemdan olayını değerlendirdi. Üstün bu olayda polisin, yaşama hakkını ihlal ettiğini vurguladı.

Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün, polis kurşunuyla hayatını kaybeden 17 yaşındaki Suriyeli sığınmacı Ali El Hemdan olayını, silah kullanmada yasalarda açıkça belirtilen ölçülü olma’ kriteri, en temel insan hakkı olan ‘yaşam hakkı’ ve Türkiye’de son dönemin en hararetli tartışması ‘otoriterleşme’ açısından değerlendirdi. İşte o değerlendirmeler:

"Maalesef 27 Nisan 2020 tarihinde Adana’da toplumun vicdanını sızlatan ve anne-babanın yüreğine evlat acısı düşüren vahim bir olay olmuştur. Covid-19 salgınından sonra oluşturulan ve daha çok hedefinin son süreçte alınan idari tedbirleri denetlemek olduğu anlaşılan polis noktasında, kimlik kontrolü sırasında, Suriyeli sığınmacı Ali el- Hendan polis kurşunuyla, kalbinden vurularak yaşamını yitirdi. Toplumun tamamını ilgilendiren bu olayı bir kaç noktadan değerlendirmek gerekmektedir.

"YAŞAM HAKKI İHLALİDİR"

Tüm hukuk düzenlerinde, İnsan Hakları Metinlerinde, Evrensel Değerlerde, dini metinlerde “yaşam hakkı", insanın insan olmasından, daha doğum öncesinden, kendiliğinden kazanılmış kutsal ve koruma altına alınmış tartışmasız bir insan hakkıdır. İnsanın yaşama hakkı o kadar öne çıkmış ki, dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de de idam cezası olmadığından, kişi hangi suçu işlemiş olursa olsun, Yargı Kararı ve Meclis onayıyla dahi kişinin yaşam hakkını elinden alabilecek bir karar verilememektedir. İçerisinden geçmekte olduğumuz salgın sürecinde bir kişinin dahi yaşaması için herkesin olağanüstü bir seferberlik halinde iken, 17 yaşında gencecik birinin polis kurşunu ile vefat etmesi hayati derecede önemli İnsan haklarından biri olan “ yaşam hakkının ihlalidir". Olay hiçbir tereddüde mahal vermeyecek şekilde aydınlatılmalıdır.

"ÖNCE BEDENİ GÜÇ KULLANILIR"

Polisin görevini yaparken bir dirençle karşılaşması durumunda, direnişi kırmak amacıyla, kademeli olarak artan nispette; 1 ) Bedeni kuvvet, 2 ) Maddi güç, 3 ) Silah kullanabilir. Polisin silah kullanma aşamasına geçmeden önce kendi bedeni gücünü kullanacak, bu yeterli değilse polis araçlarını, toma vs devreye sokacak hala direniş kırılamamışsa kurallı, sınırlı, kademeli ve ölçülü silah kullanma yetkisi devreye girebilmektedir. Silah Kullanma Yetkisini Kanun şu şekilde belirlemiştir:

- TCK çerçevesinde meşru savunma hakkı kapsamında, kendisine karşı ciddi, yakın bir saldırı olacak.

- Bedeni kuvvet ve maddi güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde .

- Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde.

- Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına… Molotof, patlayıcı, yakıcı, yanıcı… silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde, silah kullanmaya yetkilidir.

"KANUNUN BELİRLEDİĞİ KRİTERLERE UYULMADI"

Görüleceği üzere meşru savunma dışında ( bu ihtimalde ölçülülüğü zaten TCK düzenlemiş ) tüm ihtimallerde ölçülülük krıteri mevcut. Polisin silah kullanması olayın mahiyetine göre ölçülü olmak zorundadır. Yine özellikle c bendinde sayılan ihtimalde öncelikle duyulabilecek şekilde “DUR” ihtarında bulunacak, dur ihtarına uyulmuyorsa kademeli olarak uyarı amacıyla ateş edilecek, kaçmaya devam ediliyorsa ve bu kişinin ele geçirilmemesi ve başkaca bir yöntemle de ele geçirilmesi mümkün olmaması durumunda ise sadece kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir. Maalesef Adana’da yaşanan hadisede kanunun belirlediği kriterlere uyulmadığı görülmektedir.

Olaydan bir gün sonra ve tepkiler yükselmeye başlayınca Adana Valiliği basın açıklaması yapmak zorunda kalmış. Basın açıklanmasında doğru belli hiçbir şey açıklanmadığı gibi aksine yargının yerine geçilerek eylemin hukuki nitelemesi yapılmıştır. Ayrıca bir gün öncesinde basında çıkan olayın çarpıtılmasına yönelik gerçek dışı bilgilerin hangi kurumca veya kimlerce verildiği de araştırılması gereken başka bir konudur.

"BAZI MEDYA ORGANLARI OLAYI ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞTI"

Olayın gerçekleştiği ilk günde, her daim iktidarın söylemlerini onaylayan, eylemlerini kutsayan küçük büyük bir kısım medya organları olayı çarpıtma, örtbas etme, olduğundan farklı gösterme çabasına girmiştir. Ne acıdır ki, bazı medya organları olayın üzerindeki sis perdesi kalkmaya başladıktan sonra dahi manipülasyonlarına devam etmiştir. Bu tavırlarıyla, halkı aydınlatma görevi olan basının bu görevini terk edip ne hale düştüğünün çarpıcı bir örneği olmuştur.

Nasıl ki; 15 Temmuz Hain Darbe girişiminden sonra demokratikleşme yolunda adımlar atılması gerekirken farklı bir tercihle Türkiye’nin otoriterleşmesinin önünü açacak bir iklime geçilmişse, şu anda da Korona virüs bahane edilerek Türkiye’nin 15 Temmuz’dan sonrası içine girdiği otoriterleşme iklimini daha da koyulaştıracak adımlar atılmaya devam ediliyor.

"OTORİTERLEŞME ZEMİNİ OLMASIN DİYE UYARILARDA BULUNMUŞTUK"

Daha önceki beyanlarımızda korona süreci otoriterleşmenin zemini olmasın diye uyarılarda bulunmuştuk. Bu uyarılarımız bir vehimden değil iktidarın attığı anti demokratik somut adımlarından kaynaklanmaktaydı.

Nitekim dernekler kanunu ile getirilen anti demokratik hükümler, Vakıf üniversitelerini cendereye alacak ve kapatacak YÖK kanununda ki değişiklikler, muhalif belediyelere yapılan idari ve hukuki baskılar, sosyal medyada yapılan en küçük eleştirilere karşı polis takibatının yapılması, beyaz torosları hatırlatacak şekilde siyah transporterlarla Ankara’nın göbeğinde kişilerin kaçırılması, basın mensuplarına yapılan baskılar, güvenlikçi politikaların kutsanması, darbe girişiminin üzerinden yıllar geçmesine rağmen olağanüstü hal tedbirlerinin devam etmesi, illerin giriş çıkışlarında polis ve jandarma barikatlarının kalıcı hale gelmesi otoriterleşmeyi pekiştiren örneklerden bazısı olmuştur.

"HUKUKA AYKIRI EYLEMLER SORUŞTURULMUYOR"

Olağanüstü zamanlardan geçildiği iddiasıyla polisin veya jandarmanın yapmış olduğu hukuka aykırı eylemler çoğu zaman etkin bir şekilde soruşturulamamıştır.

Adana olayı gibi benzer olaylar olduğunda kurumların tepkisi ve yaklaşımı çok önemlidir. Bu tür olayları sıfıra indirgemek mümkün olmamakla birlikte olay vuku bulduğunda anında tepki verilmesi, etkin bir soruşturmanın ve devamında adil bir yargılama yapılması gerekir. Maalesef Türkiye’nin yerleşik kurumları son zamanlarda benzer olaylar karşısında reflekslerini yitirmiş gözüküyorlar.

"BİR DÖNEM HUKUKSUZLUĞA SIFIR TOLERANS YAYGINLAŞMIŞTI"

Bir dönem Türkiye’de işkenceye, kötü muameleye ve hukuksuzluğa karşı sıfır tolerans anlayışı yaygınlaşmış idi bu dönemde İzmir’de bir kadının karakolda darp edildiği duyumunu alınca derhal TBMM İnsan Hakları Komisyonu olarak karakolda inceleme yaptık. Karakolun önünde basın açıklamasında bulunduk ve İzmir Valiliğinde toplantılar gerçekleştirdik. Bu tür olaylar karşısında kurumlar ani ve etkin tepki verdiğinde kamu görevlilerinin hukuk dışına çıkma ihtimalleri azalmaktadır.

Türkiye otoriteleşme ikliminden biran önce çıkmalıdır. Baskıcı politikalar terk edilmelidir. Kamu görevlilerinin hukuk dışı eylemleri etkili şekilde soruşturulmalıdır. Başta yaşam hakkı olmak üzere her türlü İnsan hakkı güvence altına alınmalıdır.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN