Süleyman Demirel Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Ümit Alperen, Çin ile Hindistan arasında yaşanan sınır çatışması üzerinden değerlendirmede bulunuyor.
DR. ÜMİT ALPEREN
Asya’nın iki devi Çin ve Hindistan ordusuna bağlı kuvvetler15-16 Haziran gecesi iki ülke arasındaki sorunlu sınır hattı Galvan Vadisi’nde çatıştı. Çin-Hint askerleri arasındaki gerginlik son aylarda çeşitli seviyelerde devam ediyordu. Taşlı, sopalı, demir çubuklu çatışmada 20 civarında Hint askeri yaşamını kaybederken Çin tarafı kayıpları konusunda bir açıklama yapmadı. 1975 yılından bu yana sonra ilk defa iki ülke askerleri arasında yaşanan çatışmada can kaybı yaşandı. Aynı zamanda, Galvan Vadisi çatışması 1967’den sonraki en kanlı çatışma olarak kayıtlara geçti. 21 Haziran’da Yeni Delhi Hükümetinin, Hint birliklerine hareket serbestisi izni vermesi, Çin tarafında ateşli silah kullanılması izni olarak değerlendirilmişti. Bu revizyon, Pekin tarafından 1996 ve 2005’de imzalanan mutabakatlarda tarafların birbirlerine karşı askeri güç kullanmayacakları taahhüdünün de ihlali olarak görülmekte. Şimdiye kadar taraflar sorunlu hatlara askeri yığınak yaptılar veyeni bir artçı çatışma yaşanmadı. Fakat Hindistan yönetimi, Çin menşeli tiktok, wechat, weibo, baidu gibi uygulamaları yasakladığı gibi Çin mallarına karşı da boykot başlattı.
Galvan Vadisi çatışmasının nedenleri
Batı Himalaya bölgesindeki Çin-Hindistan arasındaki sınır sorunlarının 1950’lerin sonunda iki ülke arasında gerginlik alanı olmaya başladı. Batı sektöründeki Çin-Hindistan sınırında fiili olarak tarafların kontrol ettiği bölgeler, Fiili Kontrol Hattı’na (FKH, Line of Actual Control, LAC) göre belirlenmiş durumda. LAC ilk defa Çin Başbakanı Zhou Enlai’ın Hint Başbakanı Jawaharlal Nehru’ya 1959 yılında yazdığı mektupta geçmekte. Bu belirsiz sınır hattı, 1962 Hint-Çin Sınır Savaşı sonrasında ‘resmileşti’. Diğer bir ifade ile Çin-Hindistan sınırının batı kesiminin büyük bir kısmında tarafların resmi olarak anlaştığı bir sınır hattı bulunmuyor. Taraflar hattın nereden geçtiği konusunda da bir fikir birliği içerisinde değiller.
Hindistan’ın Ladak’taki Fiili Kontrol Hattına yol-köprü inşaatı Çin tarafından statükonun değiştirilmeye çalışılması olarak görülüyor. Çin’in büyük gazetelerinden Huanqiu Shibao’da yer alan editöryal yazıda Hindistan’ın sınır hattında sınır sorunlarını gözardı ederek kapsamlı altyapı tesisleri inşa ettiği ve Fiili Kontrol Hattı’nı zorlayarak tesislerini Çin tarafına kaydırdığı öne sürülüyor. Yazıda ayrıca tarafların bir kaç defa fiziksel çatışmaya girdiği ve Çin askerlerinin Hint askerlerini durdurduğunu belirtiliyor. Çin tarafına göre Çin askerleri kendi egemenlik alanlarını korudu. Benzer şekilde Haziran 2017’de de iki ülke tartışmalı bölge Doklam’da Çin’in bölgeye yol yapımı için ekipmanlar getirmesi nedeniyle benzer bir çatışma yaşamıştı. Son yaşanan çatışma, Çin’in 2017’deki girişimine Hindistan’ın cevabı olarak da değerlendirilebilir.
Çin-Hint çatışmasının dinamikleri
Her ne kadar Çin-Hindistan çatışması, Çin tarafında ABD’nin Hint-Pasifik stratejisi ve ABD’nin provokasyonu çerçevesinde tartışılsa da, 1975’den sonra ilk defa can kaybı ile sonuçlanacak şekilde iki ülke kuvvetlerinin çatışması dikkate değer. Hintli ve Çinli liderlerin Ekim 2019’da Hindistan’ın Chennai kentindeki gerçekleştirdikleri yıllık gayri-resmi görüşmelerinde ‘Kapsamlı Ekonomik Ortaklık’ ve teröre karşı işbirliği tartışılıyordu. Özellikle 2019’da Çin tarafında, Çin-Rusya stratejik işbirliğine benzer bir Çin-Hindistan işbirliği iyimserliği vardı. Çin-Hindistan stratejik işbirliği hem ABD’nin Çin politikasında Hindistan’ın tarafsız kalması hem de Kuşak-Yol Girişimi’nin başarılı bir şekilde sürdürülebilir olması açısından önemli görülüyordu. Hindistan tarafının da Çin’in bu yaklaşımına bigane kaldığını söyleyemeyiz. Yeni Delhi yönetimi, ABD Başkanı Trump’ın Hint-Pasifik Stratejisine açık ve güçlü bir destek vermediği gibi Tibet, Tayvan, Hong Kong ve Güney Çin Denizi sorunlarında da Pekin’i rahatsız edecek bir pozisyon almadı. Fakat tarafların ilişkilerinin stratejik işbirliği beklentilerinden sınır çatışmalarına dokuz ay gibi kısa bir sürede evrilmesi Çin-Hint ilişkilerinin tekrar başa dönmesine neden oldu.
Çin-Hint askeri çatışması, potansiyel bir sorunun süreç içerisinde tetiklenmesi olarak değerlendirilebilir. Bu gerginliğin tırmanmasında ve çatışmaya evrilmesinde iç, bölgesel ve küresel dinamiklerdeki değişimin rol oynadığını söyleyebiliriz. Pandemi ile birlikte küresel boyutta ekonomik ve sosyal sorunlar artmaya başladı. Bu süreçte iktidarlar sorunların çözümüne odaklanmak yerine güçlerini konsolide edebilmek için iç politikada popülist ve milliyetçi söylemlere daha fazla başvurmaya, dış politik konuları iç politikada araçsallaştırmaya ve burdan güç devşirmeye yöneldiler. Hem Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin milliyetçi çizgisi hem de Çin Başkanı Xi Jinping’in tavizsiz egemenlik anlayışı Çin-Hint askeri çatışmasını tetikleyen nedenler arasında. Xi, Ocak 2013’te Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro’nun bir çalıştayında hiç bir ülkenin Çin’in ulusal çıkarlarını pazarlık konusu yapmasını beklememesini aksi takdirde bunun acı meyvesini tadacağını ifade etmişti. Dolayısıyla Çin’in Tayvan, Hong Kong ve Güney Çin Denizi gibi temel çıkar alanları olarak belirttiği noktalarda yaşadığı sorunlarda alışılmış yumuşak diplomasi dilinin yerini ‘savaşçı kurt diplomasisi’ alırken, bunun askeri alanda da ‘savaşçı kurt ordu’ya dönüşmeye başladığını görüyoruz.
İç politikada derinleşen ve karmaşıklaşan sorunların yanı sıra, küresel boyutta hegemon gücün zayıflaması ve mevcut küresel ve bölgesel dengelerin bozulması ile bölgesel sorunlar ve çatışmalar daha görünür hale geliyor. 1990’lardan itibaren Çin küresel ekonomide ve politikada nasıl hızlı bir şekilde yükseldi ise günümüzde de nüfus, pazar büyüklüğü, artan üretim kapasitesi ile Hindistan benzer bir sürecin eşiğinde. Ayrıca ABD, Japonya ve Avustralya gibi Çin’e mesafeli ülkelerle ittifak yapabilme potansiyeli barındıran Hindistan jeopolitik ve jeoekonomik olarak Çin’in denizden ve karadan batıya açılmasını engeleyebilecek bir aktör. Birbirine komşu iki dev Çin ve Hindistan arasında Orta Asya, Güney Asya ve Güneydoğu Asya başta olmak üzere rekabet içerisinde oldukları çok sayıda jeo-politik ve jeo-ekonomik çıkar alanı bulunuyor. Hindistan, Çin’in bölgesel politikalarından çevrelenme tehdidi algılarken, ‘aynı dağda iki kaplan barınmaz’ (yi shan burong er hu) sözünde de ifade edildiği gibi Çin de Hindistan’ın yükselişini kendi çıkar alanlarına tehdit olarak algılıyor. Diğer bir deyişle Tukidides Tuzağı denilen karşılıklı güvensizliğin beslediği bir rekabet ve husumet ortamı ortaya çıkıyor. Bu çerçevede de hegemonik istikrarın zayıflaması ile değişen uluslararası sistemde, bölgesel güçler kendi yaşam alanlarını güçlendirme yolunu seçiyor. Böylesi bir ortam, Çin-Hint örneğinde de görüldüğü gibi hassas stratejik dengeleri daha çok hassaslaştırıyor.
Asya’da kaotikleşen güç dengeleri
Son 10 yıldır yoğun bir şekilde dünya güç dengesinin Batı’dan Doğu’ya kaydığı ve artık Asya döneminin başladığı tartışılmakta. Açıkçası Çin-Hindistan askeri çatışması da gösterdi ki, Batı-merkezli küresel sistemin zayıflaması orantılı olarak Doğu-merkezli küresel bir sistemin ortaya çıkması anlamına gelmiyor. Hatta Asya’da Çin merkezli işbirliğinin daha yoğun bir rekabete/çatışmaya yol açabileceğini de gösteriyor. Hatırlanacağı üzere Çin’in desteği ile Pakistan ve Rusya’nın desteği ile Hindistan, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne 9 Haziran 2017’de tam üye oldular. Çin-Hint sınır çatışması, aynı zamanda Şanghay İşbirliği Örgütü’nün iki büyük üyesinin henüz stratejik bir işbirliği örneği gösteremeden kolayca çatışabileceğini gösterdi.Taraflar arasındaki ikili mutabakatlar dışında çatışmayı önleyici araçların olmaması da, değişen ve kaotikleşen küresel sistemin içerisinde Asya güç dengelerinin kırılganlığına işaret ediyor.
Haziran 2020 tarihini, Çin-ABD-Hindistan, Çin-Rusya-Hindistan ve Çin-Pakistan dengelerinin yeniden şekillenmesinin dönüm noktası olarak değerlendirebiliriz. Hindistan ve Çin birbirini tehdit olarak algılarken Çin’in bölgesel ve hatta küresel düzeyde stratejik işbirliği yaptığı Rusya, Hindistan’ın en büyük silah tedarikçilerinden birisi. Hindistan 2018’de Rusya’dan S400 hava savunma sistemleri satın almak için 5 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. Buna ek olarak, Hindistan’ın Rusya’dan 20 adet süpersonik Mig-29 savaş uçağı almayı planladığı rapor ediliyor. ABD’nin Hindistan’ı yanına çekerek Hint-Pasifik stratejisi ile Çin’i büyük bir bölgesel güç ile sınırlamak istediği de bilinen bir durum. Çin-Hindistan gerilim tırmanır ve Rusya, Hindistan’a bu süreçte Çin’e avantaj sağlayacak silahları satmaya devam ederse, Çin-Rusya stratejik işbirliği de bundan zarar görebilir.
Bundan sonraki süreçte, Hindistan’ın Çin tehdidi algısının artacağını ve şahin kanadın Çin politikasındaki etkisinin artacağını bekleyebiliriz. Yeni Delhi özellikle Çin’in Kuşak-Yol Girişimi aracılığı ile Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru, Sri Lanka’daki yatırımları ve Hindistan’ın komşu ülkeleri ile derinleşen çok boyutlu ilişkileri nedeniyle Pekin tarafından çevrelendiğini düşünüyordu. Yeni Delhi muhtemelen bu çevrelenmeyi Çin’den tehdit hisseden ülkeler Japonya, Avustralya, Tayvan ve Vietnam ile işbirliğini artırarak aşmaya çalışacak. Aynı zamanda bu süreçte Hindistan’ın Nepal ve Bhutan gibi ülkelerle ilişkilerini geliştirmesi, daha hassas ve dengeli bir ilişki geliştirmesi beklenebilir. Bunlara ek olarak Hindistan’ın Rusya ve ABD ile eş zamanlı iyi ilişkiler geliştirmesi durumunda Çin’in de tehdit algısı artacaktır. Ayrıca, Yeni Delhi Trump’ın Çin politikasında büyük önem verdiği Hint-Pasifik stratejisini daha çok dikkate alacak. Hindistan’ın Çin politikasını sadece ABD’ye dayandırarak bütün yumurtalarını aynı sepete koymak istemeyeceğini söyleyebiliriz.
Gerilimin ilk günlerinde Çin medyası çatışmayı ve olası bir Çin-Hint savaşını kazanma-kazanamama üzerinden sıfır-toplamlı bir yaklaşım üzerinden değerlendirmişti. Çin-Hint çatışmasının derinleşmesi zafer kazananın da kaybedeceği bir ‘Pirus zaferi’ olacaktır. Çatışmanın derinleşmesi hem Çin ve hem de Hindistan açısından ekonomik ve politik kayıpların yanı sıra ciddi bir imaj kaybına da neden olabilir. Ayrıca Çin’in çevre coğrafyasında gerilimin artması, savaşçı kurt diplomasinin askeri boyuta da taşınması ile küresel boyuttan daha çok bölgesel boyuta odaklanmasına neden olabilir. Bu durumda Çin, ABD’ye yakın aktörler tarafından daha fazla çevrelenirken aynı zamanda askeri harcamaların artması da ekonomisine yüksek bir maliyet getirecektir. Çin’in diplomatik barışçıl yollarla sorun çözebilme kapasitesi, yeteneği ve bunu kanıtlayabilmesi küresel sistemdeki nüfuzunu artırabilmesinde önemli rol oynayacak. Aksi takdirde, küresel değil bölgesel sorunlara angaje bir Çin göreceğiz. Kesin olan ise Çin-Hindistan ilişkilerinde tarihin tekerrür etmeye başladığı.