Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer “Milyonlarca insanın hayatını ve kaderini şekillendiren bir faaliyete ilişkin rakamların, istatistiklerin soğuk ve manipülatif penceresinden bakmak yerine insanların hak ve hukukunu, izzet ve onurlarını gözeten bir sorumluluk bilinciyle yaklaşmak durumundayız” diyor.
Çalışma veya ücretli emeğin tartışılmaz bir önkabul şeklinde özellikle günümüz toplumunda nasıl “toplumsal ve politik iyi” olarak yer aldığını tartışan Kathi Weeks “Çalışma Sorunu” adlı kitabının hemen başında şu tespitlerde bulunur: “Çalışma bireylerin sadece ekonomik sisteme değil, toplumsal, politik ve ailevi işbirliği tarzlarına da entegre olduğu birincil araçtır. Bireylerin çalışmak durumunda olması temel toplumsal sözleşme için aslidir; gerçekten çalışma, özneleri liberal tahayyülün bağımsız bireylerine dönüştürdüğü varsayılan ve bu nedenle vatandaşlığın temel bir yükümlülüğü olarak ele alınan şeyin bir parçasıdır.” Dolayısıyla çalışmanın toplumsal ve politik hayatımızın en önemli normatif unsurlarından birisi olduğunu kabul ettiğimizde çalışma hayatımızın niteliği büyük bir önem kazanıyor. Ekonomik bir faaliyet görünümündeki çalışma, kendisine iliştiren toplumsal-politik kabuller nedeniyle sadece ekonomik hayatı değil, sosyal, kültürel, politik hayatı da doğrudan şekillendiren geniş bir etki alanı oluşturuyor. Ulrich Back’in “İş, ortak kimlik örüntüsü işlevi görür; onun yardımıyla kişisel ihtiyaçları ve yetenekleri, ayrıca ekonomik ve sosyal konumu saptarız. (Evet) insanları meslekleriyle bir tutmak tuhaf şey. Ama hayatın meslek ipinin üzerinde sürüp gittiği bir toplumda kişinin işi onunla ilgili belli ana bilgileri verecektir: gelir, statü, dilsel yetenekler, muhtemel ilgi alanları, toplumsal ilişkiler vs.” değerlendirmesi de benzer bir çözümleme sunuyor bize.
O halde toplumsal sözleşmenin asli parçası ve modern vatandaşlığın temel yükümlülüğü olan “çalışma”nın günümüz toplumunda sosyal, ekonomik ve politik olarak nasıl organize edildiği önemli. Zira insanları sadece bireysel değil aileleriyle birlikte tüm hayatlarının nasıl şekilleneceğini doğrudan tayin eden bir organizayon bu. Bu açıdan bir toplum tasavvurunu, bir devlet-toplum ilişkisi tahayyülünü ve bütün bunlar içinde bir yer, bir taraf seçimini barındıran konuyu Bauman’ın ifadesiyle “yoksulluğun mücrimleştirildiği” günümüz dünyasında kamusal bir tartışmaya taşımak varoluşsal bir yükümlülük olarak önümüzde duruyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun 2021 yılına ilişkin çalışmalarını sürdürdüğü şu günler mevzuyu kamusal bir ilginin muhatabı kılmak görece daha kolay. Bu açıdan çalışmaları da vesile kılarak hem devletin pozisyonunu, hem çalışanların durumunu ve kendileriyle kurulan ilişkiyi, hem de bu ilişki üzerinden milyonlarca insanın aileleriyle birlikte ne tür bir yaşam biçimine layık görüldüğünü tespit etmek mümkün hale geliyor. Bütün bunların yanında asgari ücret dolayımında yaşadıklarımızın ayrıca yukarıda dile gelen toplumsal sözleşmenin ve vatandaşlık yükümlülüğünün niteliğine de ayna tuttuğunu ekleyelim.
* * *
Birincisi, devlet; yansıtılmak istendiği gibi çalıştıranlar ile çalışanlar arasında çoğunlukla nötr bir hakem olmamıştır ve de değildir. Geniş anlamda emeği yücelten bir söylemle sersemletilsek de Bauman’ın yerinde tespitiyle “devlet ile piyasa arasındaki işbirliği kapitalizmde bir kuraldır, çatışmaysa istisna. Genelde devletin politikaları, ister “diktatoryel” ister “demokratik” nitelikte olsun, piyasaların çıkarına karşı değil, onların menfaatine olacak şekilde yorumlayıp hayata geçirilir.” Dolayısıyla “çalışma” alanının hukuki düzenlenişi, çalışanların mali ve özlük haklarının belirlenmesi; kaynakların bölüşüm sürecindeki etkin pozisyonu dikkate alındığında devletin nerede, nasıl, kimden yana durduğunu zaten serahaten açık ediyor. Ayrıca genel ekonomi yönetimi, siyasal katılım imkânları, hak ve özgürlüklere duyarlılık gibi hususlarda söz konusu duruşun mahiyetini izhar eden hususlar. Ülkenin ve ekonominin gerçekleri gibi “nesnel-nötr” görünümlü atıflar da büyük oranda gerçekliğe değil mevcut olan içerisindeki tavır alışa göndermede bulunurlar. Dolayısıyla memur maaşlarının yüzde 3+3 oranında artacağı 2021 yılında asgari ücretin ne olacağı TÜİK vs. gibi kurumlardan gelen teknik rakamlardan çıkarılacak aritmetik bir çıkarım değil devletin, iş veren temsilcilerinin ve çalışanların pazarlık güçlerinin, tercihlerinin bir sonucu olarak gerçekleşecektir. Açıklanacak sonuç kaçınılmaz bir matematiksel işlem değil sosyal, sınıfsal, siyasal tercihlerin/güçlerin bu tercihleri/güçleri ile orantılı olacak şekilde yansıması olacaktır. Asgari ücret “geçim ücreti” değil elbette. Ancak ülkemizde çalışan nüfusun yüzde 50’ye yakını geçimini asgari ücret ile sağlıyor. Avrupa’da bu oranları çalışanlarının çok büyük bir ksımının asgari ücretle çalıştığı dikkate alındığında fiili olarak asgari ücretle çalışanların nasıl bir ekonomik dolayısıyla sosyal, sınıfsal, politik hayata maruz bırakıldıklarını görebiliyoruz. Önceki yılın enflasyon rakamlarına, Orta Vadeli Program’ın enflasyon tahminine bakmak üzerinden seyreden süreci milyonlarca insanın zorlu yaşam koşullarına bağlamak, süreci yönetmeye dönük işleyen kamu politikasını insanların insanca yaşam haklarını gözetecek bir iradeye, tercihe dönüştürmek günümüz dünyasının temel önceliklerinden birisidir. İktidar ile siyaset arasında mesafenin açıldığı; iktidarın sorumsuz siyasetin ise iktidarsız hale geldiği küresel dünyada tercihi, iradeyi, mücadeleyi nereye teksif etmemiz gerektiği açık.
* * *
İkinci husus çalışanların durumu. Çalışanların ve ekonominin gerçek durumunu ölçen araçlara (enflasyon oranı vs.) dönük müdahalelerin istiatistiki verileri keyfileştirdiği genel kabul gören bir tespit. Bu tür müdahaleler neticesinde kağıt üstünde hem daha zengin görünebiliyorsunuz hem de şu an tespit komisyonunun yürüttüğü çalışmalarda olduğu üzere önümüzdeki yıla ilişkin alacağınız miktarı düşüren bir etkiye neden oluyor. Yani çalışanlar bu tür müdahaleler nedeniyle iki açıdan zararlı çıkıyorlar. Birincisi gerçek kayıpları dikkate alınmıyor, ikincisi de gerçek kayıpları manipüle edildiği için bu kayıpları en azından belirli düzeyde giderecek adımlardan da mahrum kalıyorlar. Dolayısıyla enflasyon oranında bir atışın fiili olarak hiç bir zam alamamak anlamına geldiği noktada, hesaplama sistematiğindeki değişikler nedeniyle bırakın iyileşme almayı önceki yılın bile çok altında bir rakama mahkum edilmiş oluyorsunuz. Mutfak enflasyonu yüzde 40’ları geçti. Türk lirası dolar karşısında sürekli değer kaybederken maaşlar eridi, alım gücü düştü. 2020 yılının birinci döneminde önceki yılla karşılaştırıldığında elektrik yüzde 32,3 doğalgaz 34,7 zamlandı. Halbu iken 2020 yılına ilişkin enflasyon rakamları yüzde 12-13 aralığında konuşuluyor. Enflasyon rakamları böyleyken 2020 yılında vergilerde yüzde 21.4 artışa gidildi. Korona virüs salgını nedeniyle küresel ölçekte devletlerin vergi indirimlerine gittiği bir süreçte üstelik.
* * *
Üçüncüsü, yukarıda kısmen değinildiği gibi, çalışma ve karşılığında alınan ücret salt ekonomik bir rakamı yansıtmıyor. Bu rakam üzerinden milyonlarca çalışana ve ailelerine bir yaşam standardı, marjları belli olan siyasal, sınıfsal, sosyal bir ilişki biçimi, bir hayat tarzı tayin ediliyor. Dolayısıyla toplumsal hayatımızın niteliğini doğrudan etki eden, milyonlarca insanın hayatını ve kaderini şekillendiren bir faaliyete ilişkin rakamların, istatistiklerin soğuk ve manipülatif penceresinden bakmak yerine insanların hak ve hukukunu, izzet ve onurlarını gözeten bir sorumluluk bilinciyle yaklaşmak durumundayız. Devletin “sosyal” olma iddiası da ayrıca ancak bu tarz duyarlılıklar ve güvenceler oluşturduğunda anlamlıdır.
Asgari ücret adı üstünde çalışma için en alt limiti belirler ancak hem ülkemizde hem de dünya genelinde maalesef asgari ücret temel geçim ücretidir. Ekonomideki vaziyet, çalışanların kayıplı hallerinden yaşadıkları kayıplar, bu kayıpların oluşturduğu ‘karakter aşınması’ gibi hususlar günümüz dünyasının asli toplumsal sözleşmesi ve temel vatandaşlık yükümlülüğü görülen bir alana ilişkin dikkat etme ve duyarlılık gösterme çağrılarıdır. “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” ikazı soyut bir ahlaki ilkeyi değil sosyal, siyasal, ekonomik düzenlemeler gerektiren pratiği, bu pratik yönünde kararlı bir mücadeleyi gerektiriyor.