Günlerdir zihnimde Adorno'nun yurt tanımı yankılanıyor. Adorno için yurt "Çocukluğumda saklandığım en güzel yer..."
Bu açıdan bakılınca benim yurdum, ülkem Büyükçekmece...
Çocukluğumun geçtiği, tüm heyecanlarımı, tecrübelerimi, beni ben yapan ne varsa kazandığım yer.
Tüm sevdiklerimin meskun, hatta medfun (defnedildiği) olduğu yer.
Belki biraz da bu yüzden meftunum Büyükçekmece'ye.
Dünya'nın neresine gitsem biraz Büyükçekmece.
Bir yer güzelse Büyükçekmece'ye benzediği için güzel...
Güzel bir yer gördüğümde ise burası Büyükçekmecem için muhayyilemde yeni bir ufuk.
1924'de dedelerim Selanik'den buraya göç etmişler.
95 yıllık bir mazimiz var burada yani.
Yön hafızası konusunda çok başarısız olduğum halde, Büyükçekmece'yi avucumun içi gibi bilirim.
Esnaflarını tanırım, esnafları benim çocukluğumu bilir.
İnsan yaşadığı yere benzer Edip Cansever'in dediği gibi...
Ben Büyükçekmece'ye benziyorum. Büyükçekmece de bütün sakinlerine olduğu kadar, biraz da bana.
Ama Büyükçekmece'de bugünlerde çok mutsuzum.
Neden mi? Edip Cansever'in yukarıdaki dizeyi alıntıladığım Mendilimde Kan Sesleri şiirinin devamında belirttiği gibi.
"Çünkü gülmek, bir halk gülebiliyorsa gülmektir."
Bu beldenin sorunları ile kederleniyorum. Düzeltilmesi için tüm kapıları çalıyorum. Bazen karşıma bekçi Murtaza'lar çıkıyor, bazen "adam sen de!"eciler. Bazen "arkadaşlara iletiyorum, gerekeni yapacaklar" diye tek yön bileti kesenler.
Tıpkı benim gibi burada Büyükçekmece'de büyümesini istediğim oğlumu, kanadında bu coğrafyanın rengini taşımasını istediğim oğlumu tek başına okula bile gönderemiyorum.
Okul uzak olduğu için değil. 300 metrelik okula tek başına gönderdiğimde aklımı kemiren Allah sakınsın binbir türlü tehlikeli senaryo zihnimi kemirdiği için.
Okul önündeki trafik keşmekeşinin, çocukların, yakın bir zamanda içişleri bakanlığı genelgesi ile tüm yayalara teslim edilmiş geçiş hakkı üstünlüğünün şöförlerin keyfine, tepe tepe kullanmalarına teslim edildiği için.
Belediye buraya bir trafik sinyalizasyonu koyma işini oğlumun mezuniyetine kadar ötelediği için.
Hiç değilse yaraya merhem olsun diye bir trafik zabıtası talep ettiğimizde de görevli zabıtanın binbir dereden su getirerek, işini bihakkın yapmadığı, ikazları umursamadığı için.
Kabristana gönül rahatlığı ile girip, rahmetli anneme bir dua okuyacak gönül ferahlığına sahip olamadığım için. Zira Büyükçekmece eski mezarlığına tek başına yakınlarına dua etmek için ne kadınlar girebiliyor, ne de erkekler. Çünkü kabristanda madde bağımlılıları, alkol kullananlar hatta popülasyonu bir hayli artmış köpekler insanların gönül rahatlığı ile bir Fatiha, bir Yasin-i Şerif okumasına müsaade etmiyor.
Yakınları aynı yerde gömülen başka bir komşumuz ancak yanında silah olduğu halde kabristana gidebildiğini söylediğinde şaşırmıştım. Haklıymış.
En sevdiğim ülke Büyükçekmece'de dahi böyle bir ruh sürgünü yaşamaktan yoruldum.
Başka bir ülkeye yerleştiğimde de yine Büyükçekmece burnumda tütecek, hem burayı özleyecek, hem hasretle kederlenecek, hem de bura insanın derdiyle uzaklarda bile olsa kederleneceğim.
Büyükçekmece yılların verdiği ataletle değil, her dem yeniden doğan bir zindelikle yönetilmeyi hak ediyor. Tıpkı başka insanların yurtları, ülkeleri gibi.
Büyükçekmece burayı yurt yapan ahalisinin seçimden seçime hatırlanmasını değil, hangi bucağında olursa olsun dertlerine en hızlı dermanın sunulduğu, gerçek anlamıyla bir "derman belediyeciliğini" hak ediyor.
Belki gerçekte koşan bir başkana değil, tüm bucaklarında ara ara bir bardak su içmek için soluklanıp, derdini dinlediği ahaliyle hemhal olan, uygulamaları yerinde denetleyen bir başkana ihtiyacı var.
Büyükçekmece benim ülkem. Sevdiklerim burada meskun, burada medfun.
İşte bu yüzden Büyükçekmece'ye meftunum.
* Bu yazı 7 Nisan 2019 tarihinde Damga isimli yerel bir gazetede, bana tahsis edilen Kent Rahatsızı isimli köşede yayımlandı. Bu haftadan itibaren nasipse Çarşamba günlerini yerellikte gözlemlediğim problemlere hasretmek, Pazartesi günleri ise teknoloji ve siber güvenlik alanında yazmağa devam etmek istiyorum.