Sizin hiç oğlunuz öldü mü?
Onların öldü, kor oldular.
Nazire yapayım derken, yanlış yazmadım, kör değil kor oldular!
Kor, yanmaktan her yanı ateş kesilmiş nesneye verilen ad.
Evlat acısı, evlatlarının yokluğu bu aileler için dinmeyen bir sızı.
Durmadan kanayan bir yara.
Cumartesi anneleri...
Onlarca yıldır bir meydanda, Galatasaray Meydanı'nda ellerinde çocuklarının resmi, bir umut bekliyorlar.
Artık oğullarını, evlatlarını değil,
Oğullarının kemiklerini, hiç değilse kendilerine bir mezar yeri gösterilmesini bekliyorlar.
Bu acının tarifi yok.
90'lı yılların ortalarında çocuk yaşımda, şimdi saçları beyazlamış bu anaları televizyonda yerlerde sürülürken, coplanırken görür, bir anlam veremezdim.
20 küsür yıl sonra, Cumartesi Anneleri'nin 700. hafta buluşmasında yeniden televizyonlarda bu anaları yerlerde sürülürken, üzerlerine biber gazı boca edilirken, örselenirken gördüğüm zaman yine bir anlam veremedim.
Daha önce çocukluğumun masum dünyasında bir yere koyamazdım.
Bu defa ülke siyasetinde, siyasilerin dün ve bugünkü ikrarlarında anaların örselenmesine bir yer bulamadım.
Zira meydanlarda bekleşen bu anaların evlatlarının çoğu 1980 askeri darbesi döneminde yahut doksanlı yıllar siyasetinin, hukukun hak getirmediği bir dönemde kaybedilmişler.
Yani bugünkü siyasi iktidarın mesul olmadığı, aksine hesaplaştığını söylediği, hesabını sormak istediği, tekrarına zinhar müsade etmeyeceğini belirttiği bir dönemin kurbanları.
Üstelik bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, 2011 yılında başbakan sıfatıyla görüşüp çözüm için söz verdiği analar bunlar!
Geçtiğimiz yıllarda ömrü nihayete eren, neredeyse yarım asra yakın bir süre oğlunu evinin kapısını kilitlemeden bekleyen Berfo Ana'nın hikâyesini Türkiye'de pek çok insan bizzat dönemin başkanı Erdoğan'ın ağzından dinledi.
Dönemin başbakanı Erdoğan'ın "Kendisini dinlediğinizde, anneliğin siyaseti ve ideolojisinin olmadığını bir kez daha gördük." dediği Berfo Ana.
Şayet yaşasaydı dün tekerlekli sandalyesinde Berfo Ana da orada olacaktı.
Ve belki de diğer analar gibi Berfo Ana'yı da tekerlekli sandalyesi ile gözaltı aracına bindirilirken görecektik.
Başka bir ana: Emine Ocak.
Günlerce kendisinden haber alamadığı oğlu Hasan Ocak'ın izini sürmek için elinden geleni ardına koymayan bir başka anne.
Tüm imkânlarını kullanarak sesini duyurmaya çalışıyor, oğlundan haber almaya, oğluna dair bir bilgi almaya çalışıyordu.
Ocak ailesi de bu seferberliğe katılmış kendisinden haber alamadıkları Hasan Ocak'ın izini sürüyor, seslerini duyurmak için tüm yolları deniyorlardı.
55 gün süren arayış sürecinde aile fertleri CHP’yi işgal etmiş, açlık grevini denemiş, kendilerini meclise zincirlemiş ve hatta seslerini duyurmak için dönemin özel TV kanallarından Kanal 6’nın yayınını dahi basmışlardı.
İyi ki de ısrarcı olmuş, tepkilerini haykırmışlar.
O dönemde vaka-ı adiyeden sayılan gözaltında kayıplara rağmen, Ocak ailesinin bu ısrarı karşılığını buluyor, 55 gün sonra aldıkları isimsiz bir telefonla oğulları Hasan Ocak'ın Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı'nda gömülü olduğunu öğreniyorlar.
İşkence ile öldürülen Hasan Ocak'ın buraya gizlice gömüldüğü ortaya çıkıyor.
Emine Ocak bunca mücadelesinin sonunda hiç değilse oğlunun mezarının yerini öğrenebiliyor.
Hâlâ pek çok ana çocuğunun nerede olduğundan habersiz, "hiç değilse kemiklerini bize verin, bir mezar yerimiz olsun" diyorlar.
Bu talep sizin de yüreklerinize ağır gelmiyor mu efendiler?
Anne-baba olanlar, Allah göstermesin, evladının kemiklerine bile razı olmanın ne demek olduğunu hafsalanız alıyor mu? Vallahi benim almıyor!
Meydanlarda bekleyen bu annelerin evlatları 1980 askeri darbesinde yahut doksanlı yılların hukukun hak getirmediği atmosferinde kaybedildiler.
Yani bugünkü siyasi iktidarın mesul olmadığı, aksine hesaplaştığını söylediği, hesabını sormak istediği, tekrarına zinhar müsade etmeyeceğini belirttiği bir dönemin kurbanları.
Öyleyse meydanda taleplerini yinelemek isteyen, hiç değilse çocuklarının kemiklerini isteyen annelere bu tepki neden?
Bu ne yaman çelişki anne?