Seçim telaşesi bittiğine göre şimdi oturup ciddi şeyleri konuşabiliriz.
10 bin sene önce 1 milyon kişiydik. Bedirhan, Nazlıcan, ben ve geriye kalan dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan yedi kişi...
Yanlış anlaşılmasın, bu İstanbul'un o günkü nûfusu değil. 200 bin yıl önce tarih sahnesine çıkan insan türünün tüm yeryüzündeki toplam sayısı. Yani bugünkü İstanbul'un 10'da birine denk.
1800'lerde 1 milyara ulaşan bu sayı, 50 sene önce, yani 1960'larda 3 milyara ulaştı.
Bugün ise yerkürede, şu "koca, yaşlı, şişko" dünyamızda 7 milyardan fazla insan yaşıyor.
2060 yılında bu sayı 9; yüzyılın sonuna doğru da 10 milyarı bulacak.
Nûfusun bu denli artmasında tarım devrimi, bilimsel devrim, sanayi devrimi ve kamu sağlığı devrimlerinin büyük payı var.
Başlangıçta gelişmelerin hızı ve sunduğu refaha aldanan insanoğlu bunun etik tarafını hiç tartışmadı. Nelere mal olabileceğini de.
Peyder pey artan bu sayının gezegenimize doğrudan ve dolaylı pek çok etkisi oldu.
Örneğin 1980'de, 4 milyar kişi iken, yeşil devrim sürüyor iken, yani tohumlar ıslah edilebiiyor, birim başına alınan ürün miktarı artıyor ve gıda maddeleri ucuzluyorken, artan para kumbaraya değil, lüks tüketime harcanıyordu.
Bundan ötürü ki 1960'larda 100 milyon olan araç sayısı, 20 yılda yüzde 200 artarak 300 milyona ulaştı. 1990'dan sonra ise beş milyar araç kendini dünyanın yollarına vurdu.
Bu metal canavarı doyurmak bugün en büyük vazifemiz. Onun yürüyeceği yollar, besleneceği gıda uğruna nice savaşlar çıkıyor, toplumsal çalkalanışlar yaşanıyor. Evet kimse kusura bakmasın, siyasi partileri seçerken bile en büyük payandamız yol yapmış olmaları.
Bu gidişata elbette ki insanoğlu değil, tüm vakarı ile tabiat ilk tepkiyi verdi. İlk kez su sıkıntısı, su kaynaklarında azalma konuşulmaya, dillendirilmeye başlandı.
1984'de Etiyopya'daki kuraklık haberi, başka bir gezegendenmişçesine çoğumuza yabancı olsa da, gündemimize kuraklık ve su kaynakları sorununun girmesini sağladı.
1998 senesi, yani tam 14 yıl sonra, tarihe geçen en sıcak sene olarak not edildi. Takip eden senelerde ise bu rekor defaatle kırılmaya devam edildi.
2000 yılında 6 milyar olan dünya nûfusu, bugün 7 milyardan fazla!
Giderek yükselen bu artışın yaratacağı sonuçlar için kahin olmaya gerek yok. 2060 yılında gıda talebinin bugünkünün iki katına çıkacağı hesap ediliyor.
Peki bu vatandaş nasıl doyacak?
Dünyadaki arazilerin bugün yüzde 40'ı tarım için kullanılıyor. Geriye kalan alanlar peki? Millet bahçesi falan değil, geriye kalan kısım kuzey kutbu, Antartika, Sahra Çölü, maden alanları ve ahşap üretime hasredilen ormanlık alanlar.
Verimli topraklarımızı kat karşılığı müteahhitlere vereduralım, 2000 senesinden bu yana, bu tehlikenin farkında olan devletler çeşitli yollarla arazi alımı yapıyor. Son 12 yılda 50 milyon hektar arazı el değiştirdi. Bu Batı Avrupa'nın yarısı demek.
İnsanoğlunun bu hoyratlığı, nemelazımcılığı sonucunda türler yok oluyor. Öyle ki 65 milyon önce dinazorlar başta olmak üzere pek çok türün yok olmasına neden olan kıyımdan çok daha büyük bir kıyım bugün türümüz vasıtası ile gerçekleştiriliyor. Evet, uygarlık, medeniyet ve gelişmişlik uğruna!
Türlerin yok olması demek, biyoçeşitliliğin yok olması demek. Biyoçeşitlilik bir peyzaj enstrümanı değil. Tabiatın bize sunduğu su dahil pek çok nimeti oluşturan ekosistemin yapı taşı. Biyolojik çeşitlilik giderse su kalır mı hiç, o da gider!
Su ihtiyacı bugün had safhada, gelecekte daha da artacak.
Bugün 1 milyar insan su problemi çekiyor.
Tatlı su kaynaklarının yüzde 70'i sulamada kullanılıyor.
Bir de gizli su tüketimi var.
Gizli su tüketimi mi? O da ne?
Suyun doğrudan değil de falanca ya da filanca maddenin üretiminde kullanılması demek.
Örneğin bir hamburger için 3 bin litre su harcanması gerekiyor. Evet sadece bir hamburger için!
Bir fincan kahvenin üretimi için, 100 litre su harcanıyor. Durun! Bu rakam, daha bardağa suyu koymadan önce tüketilen rakam.
Daha da komiği 1 litrelik pet şişe üretimi için tam 4 litre su harcanıyor oluşu.
Önümüzdeki 40 sene karnımızı doyurmak için son 10 bin senede tüm tarımsal faaliyetlerden elde edilen üründen daha fazlasına ihtiyacımız olacak.
Bunu yabana atmayın, 2010 senesinde Rusya'yı etkisi altına alan sıcak hava dalgası, Rus hükümetinin tahıl ihracaatına ambargo koymasına neden olmuştu. Bu da o yıllarda gıda fiyatlarının yükselmesine sebep olmuştu. Aynı yıllarda patlak veren Arap Baharı'nın gıda fiyatlarının yükselişiyle ateşlenen toplumsal bir ayaklanma olduğunu not etmekte fayda var.
Bu faydalı bilgileri NTV Yayınları tarafından 2012'de yayınlanan 10 Milyar isimli kitaptan alıntıladım.
Kitabın yazarı Stephen Emmott; Cambridge, İngiltere'de olağanüstü yeteneklere sahip genç bilimcilerden oluşan bir laboratuarın yöneticisi. Kitapta daha pek çok istatistiki veri ve ayrıntı var. Bu cep kitabını bir solukta okuyacaksınız. Ben sadece kendim okumakla kalmadım, elden ele dolaştırarak onlarca arkadaşımın da okumasını sağladım.
Bu şekilde giderse biz insanoğlunu iyi bir gelecek beklemiyor.
İlginç olan şu ki, tıpkı Armageddon filmindeki gibi dünyaya çarpacak bir göktaşının haberini alsak, yerkürenin en yetenekli beyinleri bir araya gelir, elbirliği ile bu tehditten dünyamızı korumaya çalışırız.
Ancak geleceğinden şüphe olmayan böylesi bir yok oluş için neredeyse kılımız kıpırdamıyor.
Yapacak bir şey yok mu?
Durun yazarın sözcükleri ile cevaplayayım:
"Artık çok geç, sanırım ayvayı yedik!"
Kitap tokat gibi bir finalle bitiyor.
Şimdi spoiler vermeyeyim...
Faturasını ödediğimiz hizmetler bize israf hakkı vermiyor.
Gezegeni paylaştığımız türdeşlerimize, diğer canlılara karşı sorumluluğumuzu unutmayalım!