Putin’in Ukrayna’yı istilası başladığı günlerde Amerikalı aşırı sağcıların yıllık konferansı AFPAC (The America First Political Action) Florida’da başlamıştı.
Cumhuriyetçi siyasetçilerin, aşırı sağcı yorumcuların büyük çoğunluğu genç katılımcılara seslendiği konferansta 47 yaşındaki Cumhuriyetçi Parti senatörü Marge Greene, kürsüye 98 doğumlu genç neslin en ateşli ırkçı, aşırı sağcı yorumcularından Nick Fuentes’i çağırdı.
Fuentes, “Gizli sosumuz Amerika çoktan onları unutsa da beyaz Amerikan erkekleri” diyerek coşturduğu kitleye sonra şöyle seslendi:
“Bilirsiniz işte Amerika hakkında diyorlar ya “çeşitlilik bizim gücümüzdür.” Güç mü? Çin'e bakıyorum, Rusya'ya bakıyorum. Bu arada Rusya için bir alkış alabilir miyiz?”
Bu çağrı üzerine büyük bir alkışın koptuğu salondakiler “Putin, Putin” diye tempo tutmaya başladılar.
Yine Cumhuriyetçi Parti’den senato adayı olmuş başka bir genç kadın da Putin’in dindarlığını övdü, “Hristiyan değerlerine bağlılığı yüzünden kendisini Biden’dan çok Putin’e yakın hissettiğini” söyledi.
Sadece genç aşırı sağcı Amerikalılar Putin’e hayran değiller.
Trump, Ukrayna istilası için Putin’e “dahi” dedi, eski CIA Başkanı ve Dış İşleri Bakanı Pompeo, Rus kanalına çıkıp Putin’i övdü. Fox News’ın meşhur sağcı yorumcularından Tucker Carlson Rusya’nın Ukrayna işgalini meşrulaştıran konuşmalar yaptı. Aşırı sağcıları ve Trump’ın fikri önderi Steve Bannon “Ukrayna zaten hayali bir devlet” diyerek Putin apolojisi yaptı.
Amerikalı yeni nesil Cumhuriyetçilerin bir zamanlar geleneksel Cumhuriyetçilerin baş düşmanı olan Rusya’nın Rus milliyetçisi liderine bu kadar bayılması buradan bakınca tuhaf bulunabilir. Amerikalı solcu yönetmen Oliver Stone’un da Putin hayranı olduğunu hatırlayınca daha da tuhaflaşıyor.
https://twitter.com/BenLorber8/status/1497407269587206144?s=20&t=eBp6HgGaDpGat5vw8per7w
Ama seçim kampanyasının sürdüğü Fransa’daki Putin hayranlarını görünce o kadar tuhaf gelmiyor.
Le Penler zaten ailece Putinciydiler. Marienne Le Pen, Putin’in Ukrayna’ya gireceği iddialarına günlerce saçmalık dedikten sonra Putin dediğini yapınca şimdi de “Ama NATO” demeye başladı.
Ondan bile aşırı sağcı cumhurbaşkanı adayı Zemmour ise “Putin bize benzer, Fransız olabilirdi. Medya Putin’i saldırgan göstermeye çalışıyor. Putin nefsi müdafaa yapıyor. Hem o Yeltsin gibi alkolik, Gorbaçov gibi zayıf değil” diyerek savundu Putin’i.
Tam olarak bizdeki ulusalcılığın Fransa’daki karşılığı olan Melenchon da fikirdaşı TELE1 yorumcuları gibi “Asıl saldırgan ABD ve NATO’dur” dedi.
Peki nasıl oluyor da Putin’in ABD’li aşırı sağcılardan Venezüellalı, Nikaragualı komünistlere, Hristiyan değerlerine bağlılığını takdir edenlerden Fransız laik ulusalcılarına tabii Türkiye’de neredeyse hiçbir konuda anlaşamayan komünist, ulusalcı, Kemalist, İslamcı kesimlerden bu kadar seveni olabiliyor?
Putin, eski bir KGB ajanı, ölmüş imparatorluğunu yeniden ihya etmek isteyen bir Rus milliyetçisi ama bunlara baş koymuş bir dava adamı da değil.
90’lardaki ilk siyasi görevi olan St. Petersbourg Belediye Başkanlığı’ndan bu yana kurduğu yolsuzluk şebekesiyle Rusya’daki oligarkları tek tek tasfiye edip yerine kendi adamlarını geçirmiş bir çeşit mafya liderinden bahsediyoruz.
İdealist bir siyasetçi de sayılmaz. En son Navalny, Karadeniz kıyısındaki safiye şehirlerinden Gelencik’te yaptırdığı gizli sarayı ortaya çıkarmıştı.
7800 hektarlık bir alan üzerine inşa edilen 17. 692 metre kare sarayın içinde 300 hektar üzüm bağı, şarap imalathanesi, helikopter pisti, sera, istiridye çiftlikleri, liman, kilise, amfi tiyatro, çay evi, gece kulübü ve yer altında kurulmuş bir buz hokey pisti bile vardı.
Yani karşımızda para, lüks, şatafat seven bir oligark, pek çok gazetecinin, muhalif siyasetçinin öldürülmesinin, zehirlenmesinin arkasındaki bir diktatör var.
Fakat keşke mesele bu kadar basit olsa.
Putin, çok basit bir fikri çizginin dünyadaki en karizmatik lideri: Liberal demokratik değerler karşıtlığının...
Komünizmden nefret eden bu eski KGB ajanı belki komünist değil ama imparatorluğunu parçalamış, onlara diz çöktürmüş Batı’dan ve onun liberal demokrasi değerlerinden nefret ediyor.
Evet liberal değerler onun gibi yolsuz diktatörlerin iktidarını ve saltanatını bitireceği için nefret ediyor ama zamanın ruhu da onun yanında.
Çünkü liberal demokratik değerler dünyada bir krizde. Ortaya çıkan sorunlar yüzünden artık kitleleri o kadar heyecanlandırmıyor. Sadece popülist liderler iktidara gelmedi, popülist fikirler de diğer anaakım partileri değiştirdi. Woke kültür, cancel kültür gibi aşırılıklar liberal değerleri parodileştirdi, karşısındaki muhafazakar itirazları yükseltti. Mülteci meselesi gibi zor sorunları liberal değerler çözemedi, aşırı sağcı çözümler popülerleşti. Darbe yapan generallerin hemen bağıra basıldığı, gazeteci doğrayan şeyhlerin meşruiyetini kolayca kazanabildiği uluslararası düzen de liberal değerlerin yüceltildiği günlerin uzağında.
Putin, bu açığı iyi gördü, bu tersine rüzgarı arkasına aldı, Avrupa ve ABD’deki aşırı sağ ve aşırı sol popülist hareketleri destekledi, onlarla iyi ilişkiler kurdu, güvenilir kaynakların yazdığı gibi onları finanse etti, medyasıyla propagandalarını yaptı hatta istihbari operasyonlarla demokratik ülkelerin içişlerine müdahale bile etti.
Zaman zaman da yaptığı çıkışlarla liberal demokrasiye olan öfkesini dile getirdi.
En meşhuru 2019’daki G-7 toplantısı öncesi Financial Times’a verdiği röportajdı.
https://www.ft.com/content/670039ec-98f3-11e9-9573-ee5cbb98ed36
Liberalizmin kalelerinde olan İngiliz gazetesine “liberal değerlerin artık hükümsüz hale geldiğini” söyledi.
Çünkü bu değerler batı ülkelerinde yaşayan birçok kişi tarafından reddediliyordu.
Örnek olarak da Merkel'in sığınmacılara karşı liberal politikalarını gösterdi:
"Liberal düşünce hiçbir şey yapılmaması gerektiğini varsayar. Sığınmacılar istediği gibi öldürebilir, çalabilir ve tecavüz edebilir çünkü sığınmacıların hakları korunmalı. Hangi haklar bunlar? Her suçun bir cezası olmalı. şte bu yüzden liberal düşünce hükümsüz hale geldi. Halkın çoğunluğu için bir çıkar çatışması haline geldi"
Putin, homofobik olmadığını, ama "batının eşcinselliği kucaklama hevesini" 'aşırı' bulduğunu da bu listeye ekledi. Liberal çevrelerin Katolik kilisesinin problemlerini kiliseyi yok etmek için kullandığını da söyledi.
Putin’in liberal demokrasiye karşı bu açık savaşına bir süredir Çin de yüksek sesle katılıyor. Çinli siyasetçiler ve Çin medyası Batılı insan hakları değerlerini ve liberal demokrasiyi yeren, kültürel relativizm tezini savunan çıkışlar yapıyorlar
En son iki ülkenin Dışişleri Bakanları Biden’ın Demokrasi Zirvesi’ne davet edilmeyince ortak bir mektup yazdılar ve liberal demokrasi karşıtı bu fikirlerini daha büyük bir özgüvenle savundular:
“Demokrasi, birden çok şekilde uygulanabilir ve demokrasiye ilişkin hiçbir modelin her ülkeye aynı şekilde uyması beklenemez. Bir ülkenin demokrasi yolunda takip ettiği yöntemlerin işe yaraması, bunların o ülkenin gerçekleriyle örtüşmesine, zamanın gerçeklerine uygun olmasına, aynı zamanda da ekonomik alanda kalkınma, toplumsal alanda istikrar ve ilerleme ve insanlar için daha müreffeh bir yaşam sunmasına bağlıdır... Benzer şekilde, hiçbir ülkenin, dünyanın geniş ve çeşitli siyasi yapısını tek bir kıstas üzerinden yargılama hakkı yoktur. Başka ülkelere renkli devrimlerle, rejim değişiklikleriyle ve hatta güç kullanarak farklı bir siyasi sistem dayatmak uluslararası hukuka aykırıdır ve açıkça anti-demokratiktir.”
Ve son olarak Putin Ukrayna ile ilgili yaptığı konuşmalardan birinde de şöyle dedi:
“Batı kendi çıkarları için kendi yanlış değerlerini bize dayatarak bizim geleneksel değerlerimizi yok etmeye çalıştı. Bu değerler kendi ülkelerinde de dejenerasyona yol açtı. Çünkü bu değerler insan doğasına da aykırı. Ama bunu yapamayacaklar. Kimse bunu başaramayacak.”
Putin, konuşmasında Ukrayna işgalinden tarihin bir dönüm noktası olarak da bahsetti.
İşgali duyurduğu ilk konuşmasında da Rus tarihinin revizyonist bir yorumunu yapmış, emperyal heveslerini kültürel, dini, tarihsel haklılık iddialarıyla gerekçelendirmişti.
Yani karşımızda sadece ülkesinin sınırlarını genişletmek isteyen Rus milliyetçisi bir diktatörden fazlası var.
Bu söylediklerini hayata da geçiriyor.
Kendisini neredeyse ebedi başkan statüsüne kavuşturan bir anayasa değişikliğini Duma’dan geçirdi. Yabancı Ajanlık yasası denen bir yasayla muhalif herkesi ve sivil toplum örgütlerini ajan ilan etme yetkisine sahip oldu. Navalny’ye yaptıkları, Kazakistan’da halkın isyanını bastırması bu fikriyatın pratikteki son örnekleriydi.
Onun gözünde muhalefet beşinci kol faaliyeti, devrimlerin hepsi Sorosçu turuncu devrim, liberal değerler Hristiyan değerleri ortadan kaldırma çabası, İslamcılar terörist, LGBT’ler zaten dejenerliğin simgesi...
Bu fikirlerin sadece ona has olmadığını gayet iyi biliyoruz.
Dünyada büyük yaralar alan, eski ihtişamlı günlerini ve ikna ediciliğini kaybetmiş liberal demokrasi değerlerine meydan okuyan, dünyadaki aşırı sağ, aşırı sol bütün popülist hareketleri destekleyen, seçimlere müdahaleden, siber saldırılara, siber casusluk faaliyetlerinden medyayı operasyonel olarak kullanmaya kadar her yolu deneyen akıllı bir düşman var karşımızda.
Güçlü erkek, pragmatik lider, iş bitirici adam hatta sistematik yolsuz lider profili pek çok siyasetçi için rol model.
Kendisine benzeyen dünyanın her yerinde soldan sağa, sosyalistten milliyetçiye liberal değerlere karşıtlıkta birleşen müttefikleri var.
Onun karşısında ise zayıflamış bir Batı ittifakı, konfor içine gömülmüş bir Avrupa, parçalanmış, kafası karışık bir ABD, eski heyecanını kaybetmiş, popülist hareketler karşısında bocalayan, taviz veren liberal demokratik siyaset var.
Yani mesele sadece Ukrayna değil. Mesele sadece askeri bir saldırganlık da değil.
Putin’in istilacılığına gelen destekler karşımızda daha geniş bir ittifakın olduğunu gösteriyor.
Dünyadaki liberal demokratik değerlerin artık kendini saklamayan ciddi ve tehlikeli bir düşmanı var.