İktidar 13 Kasım’dan beri sık sık “reform” söylemiyle Batı dünyasına ve sermaye çevrelerine mesaj veriyor.
Batı ve sermaye çevreleri diyorum, çünkü “reform” kavramı iktidarın hukuka ve özgürlüklere birdenbire saygı hissetmesinden kaynaklanmıyor, Batı ile ilişkileri geliştirme ihtiyacından kaynaklanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “bunlar Haçlı ittifakı, AB’ye ihtiyacımız kalmadı, kendi yağımızla kavruluruz” söylemi miting meydanlarında kalmadı, ilişkileri etkiledi.
Dışarıda gelirim yaratan politikalar oy getirdi fakat dış ilişkilerde ağır sorunlar yarattı.
İşte ekonomide düze çıkmak için, yine Erdoğan’ın söylemiyle “geleceğini Avrupa’da gören, içeride ve dışarıda kimseyle kavga etmek istemeyen” bir Türkiye imajına dönmek bir zorunluluk olarak karşımızda.
Reform söylemi bunun için… Mesele, reformun ne derecede inandırıcı olacağıdır.
ATLANTAK’İN İKİ YAKASI
ABD ile ilişkilerde Trump’ın “şahsi yönetim” tarzına karşılık, kurallar ve kurumlar Amerikası ile karşı karşıyayız artık.
ABD başkanıyla ahbaplık yetmeyecek. Türkiye’nin Kongre’yle, Pentagonla, Dışişleriyle hatta medyayla ilişkilerini eski hale getirmesi gerekecek.
Trump’ın Temmuz 2018’deki Avrupa gezisi her yerde protestolarla karşılanmış, Trump bütün liderlerle kavga etmişti. Şimdi Biden “ilişkilerin onarılacağını” söylüyor. AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen ve Merkel başta olmak üzere önde gelen Avrupalı liderler ABD ile ilişkilerin güçlendirilmesinden bahsediyorlar.
Hatta AB, Türkiye hakkındaki kararını, Biden’la görüşmek üzere Mart ayına ertelemiş bulunuyor.
Ankara’nın “reform” paketi; Atlantik’in iki yakasında, böyle bir sermaye ve demokrasi aleminde “güvenli liman” izlenimi yaratmak ihtiyacında.
Bir buçuk sene önce, Beştepe’de gösterişli bir törenle 5 Mayıs 2019’da “Yargı Reform Stratejisi” ilan ederken de “uluslararası sermaye” ve “Avrupa Birliği”ne referans yapılmıştı ama o pakette esaslı bir şey yoktu. İşte yargı bağımsızlığı yolunda bir arpa boyu ilerleme olmadı ama mafyayı kapsayan infaz kanunu ile çoklu-baro kanunu çıkarılıverdi!
EN BÜYÜK SORUN
Stratejik planda en önemlisi S-400’ler sorunudur.
Strateji ve diplomasi uzmanı Sinan Ülgen, İpek Özbey’e şöyle demişti:
“Hem yeni S-400 alalım hem de F-35 programına geri dönelim, ikisinin birden olmayacağı gayet açık.” (Cumhuriyet, 18 Ocak)
Ülgen, F-35 programında “Yerli savunma sanayisi şirketlerimize 12 milyar dolar tutarında bir üretim payı ayrılmıştı” diye de vurguluyor. Bu muazzam imkan tehlikeye girdiği gibi,
Biden’ın müstakbel Dışişleri Bakanı Antony Blinken iki gün sonra, bu S-400’ler yüzünden “Sözde stratejik partnerimizin bizim en büyük stratejik rakibimiz Rusya ile aynı çizgide olması fikri kabul edilemez” diye konuştu.
Hamasi bir tavırla “yedi düvele meydan okumak” milli duyguları elbette ateşler ama Türkiye’nin ekonomisine ve stratejik çıkarlarına büyük zarar verir.
Zaten bu hamasete çok başvurmuş olan iktidar da artık ABD’ye ve AB’ye sıcak mesajlar vermek, reform söylemini gündeme getirmek ihtiyacını duyuyor.
Diplomasi, ülkeyi öngörülebilir sorunlardan sakınmayı da içeren bir sanattır, bunu hiç akıldan çıkarmamak lazım.
İÇİNE SİNMESE DE
Türkiye’nin dört yüz yıllık sorunu “dış ticaret açığı” yani döviz sıkıntısıdır. Sebep, bilim ve sanayi devrimini kaçırmış olmamızdır. Bütün cumhuriyet hükümetlerinin, Atatürk dahil, yabancı sermeye ve kredi ihtiyacını duymaları bundandır.
Ak Parti on beş yılda 220 milyar dolar yabancı yatırım çekmeyi başarmıştı ama bu Avrupa Birliği kıstasları sayesinde olmuştu.
Yine ilişkileri düzeltmek için reform demek zorunluluğunu hissediyor.
Asya ve Afrika’daki hiçbir devletle ve devletler grubu ile ilişkilerde hukuk ve demokrasi önemli değildir ama Batı’yla ilişkilerde çok önemlidir.
Reform diye Beştepe’de makyajlı paketler açmanın ne içeride ne dışarıda güven yaratmadığını iktidar görmüş olmalıdır.
İktidar, içine sinmeyen kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, fikir ve ifade hürriyeti, üniversite özerkliği gibi değerleri gerçekten hayata geçirecek, gerçek bir reform yapmak zorunda. Yoksa, “orta gelir tuzağı”nın içinde böyle dolanıp dururuz.