Montrö Sözleşmesi, 1936’da nasıl bir “diplomatik akıl”la başarıldı, bunu iyi bilmeliyiz.
Bugün hemen her gün bir yenisi patlak veren dış politika sorunları arasında oraya, buraya savrulmadan, öyle bir “diplomatik akıl”la çözümler geliştirebilmek için…
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce imzalanıp da hem İkinci Dünya Savaşı’nı, hem Soğuk Harp dönemini, hem küreselleşmenin sorunlarını aşarak ayakta kalabilen çok taraflı uluslararası antlaşma olarak ben bir Lozan’ı biliyorum, bir de Montrö’yü…
Dışişleri Bakanlığı maalesef eskisi kadar etkin ve etkili değil ama elbette hâlâ çok önemli; Bakanlığın internet sitesinde, bu nitelikteki uluslararası antlaşmaların “nâdir” (pek az) olduğu yazılı.
Şiddetli uluslararası kriz ortamlarında Montrö’nün neye yaradığını son olarak 2008’de “Gürcistan Krizi”nde görmüştük. Hatırlayalım.
GÜL’ÜN SÖZLERİ
Dün 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le telefonda görüştük. “Montrö ve Kanal İstanbul” başlıklı yazımdan bahsetti. O yazımda, Montrö’ye alternatif bir su yolunu açmanın, buradan geçmek veya geçirtmemek için Türkiye üzerinde baskılara yol açabileceğinden kaygılı olduğumu yazmıştım.
Sayın Gül, “kaygılarınızı paylaşıyorum” diyerek, 2008’deki Gürcistan krizini hatırlattı: Rusya’ya karşı Gürcistan’ı desteklemek için Amerika Boğazlardan büyük tonajlı gemiler geçirmek istemişti. “İnsani yardım” deniliyordu ama Amerikan donanmasının güçlü bir kolu Karadeniz’e girecekti.
Bu, Montrö’ye aykırıydı, Türkiye izin vermemişti.
Gül sözlerini şöyle sürdürdü:
“Amerikalılara dedim ki, Karadeniz gibi küçük bir denizde iki büyük devletin filosu tehlikelidir. Bunu zamanla anlarsınız…”
Gül, kriz yatıştıktan sonra Amerikalıların ‘haklıymışsınız’ dediğini söyledi.
Rusların dün de bugün de Boğazlardan geçerek Akdeniz’de büyük bir deniz gücü oluşturmak istediğini, Montrö’nün bunu dengeleyerek Akdeniz barışına da katkı sağladığını anlattı.
Bir devlet Montrö’yü ihlal etmek veya değiştirmek için baskı yapmaya kalksa, diğerleri Türkiye’nin yanında yer almaktadır.
Nasıl bir denge, görüyorsunuz.
Hemen belirtmeliyim, Osmanlı’yı Almanya yanında harbe iten en önemli faktörlerden biri, Rusya’nın Karadeniz’de 4 adet dretnot, yani o zaman en büyük zırhlı harp gemisini inşaya başlamasıydı!
‘İYİ GEÇİMLİ’ OLMAK
Tarihe Atatürkçü olup olmamak veya Abdülhamitçi olup olmamak gözlüğüyle bakmak ideolojik körlük yaratıyor.
Abdülhamid’e İngiliz büyükelçisini tokatlattıran psikoloji dış politikayı nasıl yapar?!
Atatürk’ü ‘anti emperyalist Sultan Galiev’ gibi tanımlayan ve onun Batı ile ittifak politikasını göz ardı eden psikoloji dış politikayı nasıl yapar?!
İdeolojik şablonlar bir kenara, Reisicumhur Kemal Atatürk 9 Kasım 1935’te Meclis’i açış nutkunda dış politikayı şöyle tanımlıyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti uluslararası ailenin ancak faydalı, çalışkan ve iyi geçimli bir unsuru olmak amacındadır. Uluslar toplumunda ciddi barış ve elbirliği isteğiyle çalışıyoruz.”
Milli Mücadele’nin başkumandanı Gazi Paşa ne kadar ‘uysal’ değil mi?!
Fakat işte bu politika 1936’da Montrö’yü imzaladı, 1937’de Hayat’ın Türkiye’ye katılması sürecini başlattı, 1939’da Hatay Türkiye’ye katıldı.
MONTRÖ’YÜ İMZALARKEN
20 Temmuz 1936’da Motrö’yü imzalayan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 31 Temmuz 1936’da Meclis kürsüsünde konuşuyor:
“Montrö sözleşmesi imzacıların Türkiye’nin sulh siyasetine ve Türkiye’nin dürüst hareketine emniyetleri demektir… Bütün devletler hakkında ve asla fark gözetmeksizin dürüstçe tatbik edeceğimize dünyada kimsenin şüphesi olmasa gerektir.” (Zabıt Ceridesi, s. 310)
Tarihe ideolojik gözlükle, günümüze kutuplaşma gözlüğüyle bakmak, bize, tarihimizin devrettiği fevkalade zengin rasyonel diplomasi mirasını unutturuyor: Kimseyi aşağılamadan, niyetlerimiz hakkında şüpheler yaratmadan, Türkiye lehine olacak barışçıl dengeleri oluşturmaya çalışmak…
Böylece yalnız kalmamak…
Diplomat sadrazam Âli Paşa’dan itibaren Cumhuriyet döneminde zenginleşen diplomasi geleneğimiz.
‘7 düvel’le çatışmak değil, aksine Montrö’de 7 düveli bir araya getirip antlaşma imzalamak!
Bugün bu diplomatik akla ekmek su gibi ihtiyacımız var.