Bu başlığı yadırgadınız değil mi? Ben de yadırganacak bir başlık olarak seçtim. Biraz yeni sene sohbeti olsun diye, biraz da yaşamakta olduğumuz derin kültür buhranını yansıtmak üzere…
Evet “mübarek” kavramı dilimizde kutsallık çağrıştırır. Yeni yılın ise bir kutsallığı yok. Yılbaşı bir “kandil” bile değildir. Bir seneyi bitirip yenisine girmenin özel gününde bir araya gelip hoşça vakit geçirmek, hediyelerle dostlukları tazelemek ve hele de çocukları sevindirmek, sevdiklerimize mutlu yıllar dilemektir yılbaşı dediğimiz şey.
Yılbaşı ışıklarını, çocukların heyecanını, dostlukların hatırlanmasını çok sevdiğimi belirtmeliyim.
Bugün yılbaşlarına “mübarek” demiyoruz ama bir zamanlar manşetler böyle diyordu:
Yukarıda 1 Ocak 1929 günlü Cumhuriyet gazetesinin manşetini görüyorsunuz. Kutlu kelimesi yaygınlaşmadığı için yılbaşları için de “mübarek” deniliyordu.
ANLAMLARI FARKLI
Fakat Ali Seydi’nin 1914 basımlı “Resimli Kamus-ı Osmani” adlı büyük sözlüğünde belirtildiği gibi “mübarek” sözü “mukaddes” anlamını da içeriyordu.
Fakat zamanla “mukaddes” diyemeyeceğimiz insani değerler ortaya çıktı…
Artık “mübarek” sadece dinî ve ulvî alanda kullanılıyor. Seküler alanda “kutlama” yapılıyor. Yaş günleri ve evlilik yıldönümleri…
Ve yılbaşı kutlamaları…
Partiler propagandalarında “kutlu yürüyüş, kutlu dava” kavramlarını reklam unsuru olarak kullanabiliyorlar ama “mübarek” diyemiyorlar kendilerine.
Kelimelerdeki bu değişimlerin sosyolojik anlamı “dinî” nitelikte olanlarla “dünyevî” nitelikte olanların daha da ayrışmakta olmasıdır.
“Mübarek” daha bir dinî ve ulvi ama “kutlu” ve “kutlamak” daha seküler tona sahip.
ANOMİ BELASI
Fakat arada öyle bir alan var ki, ne dinî ne de seküler değerler söz konusu…
Değerlerin, kuralların yerlerde süründüğü bir aşama.
“Dini değerlerin içi boşalıyor” şeklindeki haklı feryat da bu yüzden.
Türkiye yeni değil ama son yıllarda daha bir derinleşen “anomi” denen bir kriz yaşıyor: Değerler, normlar aşınıyor, kurallar rahatça çiğneniyor.
Mücahitten müteahhide söylemi bu aşamanın vecizesi…
Modern İhale Kanunu’nun kurallarını yüz defa değiştirip kendine uyduran bir müteahhitlik anomisi.
Geleneksel değerlerin çözüldüğü, içinin boşaldığı, ama modern değerlerin yerleşmediği bir dönem!
Geleneksel “mahalle ve köy ahlakı”nın kaybolduğu ama modern “kent ahlakı”nın yerleşmediği bir geçiş toplumu.
Kaotik, fırsatçı, üçkağıtçı, egoist, zalim…
Kul hakkı korkusu kalmamış ama hukuk korkusu da yok.
Hukuk da alet! Kullanabilene!
Sosyologların 19. Asır Avrupa’sında gördüğü, edebiyatçıların romanlarını yazdığı toplumsal maraz.
Bizde Prof. Ali Çarkoğlu ve Prof. Ersin Kalaycıoğlu 2013’te sosyolojik bulgularla ortaya koymuşlardı bunu.
2020’Yİ ARATMASIN
Avrupa Birliği İlerleme raporlarında yıllardan beri Türkiye’yi “Yolsuzlukla mücadele ve şeffaflık kanunlarını çıkarmadınız” diye eleştiriyor.
Bu siyasette “anomi” değilse nedir?
Üstelik ekonomi ve teknoloji öyle karmaşık hale geldi ki, geleneksel hiçbir etik, bu alanı tümüyle kuşatamaz, mutlaka modern hukukun değerleri ve kuralları lazımdır.
Kurallar ve kurumlar diye feryad etmek az bile!
Değerleri, kuralları, kurumları savunmak… Cevdet Paşa’nın deyişiyle yüz elli yıllık özlemimiz olan “devlet-i muntazama” peşinde koşmaktan yorulmaya hakkımız yok.
Bırakalım isteyen “mübarek”le, isteyen “kutlama” ile mutlu olsun, yeter ki hepimizi güven ve huzur içinde yaşatacak bir kurallar ve kurumlar sistemi, bir hukuk devleti olsun…
Dileyelim de adım attığımız 2021 yılı, belalarıyla bunaltan 2020’yi aratmasın.