Ahmet ve Mehmet Altan’la Nazlı Ilıcak hakkındaki yargı kararları, bu kişilerin ötesinde, Türkiye’deki yargı sorunları açısından son derece önemlidir ve aydınlatıcı niteliktedir.
Türkiye’nin ağır yargı sorunları var. Adalet çok defa gecikmekte, dahası, haksız tutuklama ve haksız mahkûmiyet kararları da verebilmektedir.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün “yargısal tasarrufların meşruiyetine ve yargıya olan toplumsal desteğe de zarar veriyor” diyerek ağır sözlerle eleştirdiği yargı kararları!
Kıyametler koparılan “Büyükada Davası” ne oldu?
Deniz Yücel’in serbest bırakılacağını mahkemeden önce siyaset açıklamadı mı?
Hiçbir hukuk normuna uymayan Cumhuriyet gazetesi davası Yargıtay kararıyla beraatle sonuçlanmadı mı?
DARBE, ÖRGÜT, ÜYELİK
Göreceksiniz, Osman Kavala da er geç ve en geç AİHM’den aklanacaktır.
Düşünün ki, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 29 Aralık 2015 günlü kararında, Gezi olaylarında şiddete başvuranlara bireysel cezalar vermiş, fakat bunun darbeye teşebbüs suçunu oluşturmadığını karara bağlamış, sanıkları bu suçtan beraat ettirmişti. (K: 2015/394)
Fakat bu karar dört yıla yakın Yargıtay’da “sıra bekliyor” ve hâlâ “Gezi olaylarıyla hükümeti cebir ve şiddet kullanarak devirmeye teşebbüs” suçundan tutuklamalar, yargılamalar yapılıyor.
Siyaset siyasi değerlendirmeler yapabilir. Bizde siyaset yüz yıldır karşıtlarını “hain” diye suçlayageliyor. Altanlar’la Ilıcak’ın tahliyesine de öfkeli siyasi tepki gösterenler oldu.
Fakat önemli olan hukuki tanımlardır. Ağızlardan kolayca çıkan “darbe, örgüt, örgüt üyeliği, örgüte yardım” suçlarının hukuki tanımı…
Yargıtay Gezi dosyasını geciktirmeseydi bu tanımlar kamu hafızasında bir ölçüde netlik kazanacaktı…
Şimdi bu kavramlar Yargıtay 16. Ceza Dairesinin kararlarıyla netlik kazanıyor. Nazlı Ilıcak, Ahmet ve Mehmet Altan davaları bu açıdan çok önemli…
‘AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET’
Altan’lar ve Nazlı Ilıcak “darbe suçunun asli faili” sayılarak müebbet hapse çarptırılmıştı!
Cezalandırma konusunda öylesine önyargılı bir davranış vardı ki, AYM’nin tahliye gerektiren kararına uymayı Ağır Ceza Mahkemesi reddetmişti!
Gazetecilerin ağırlaştırılmış müebbet hapis dosyaları İstinaf’a gitti. İstinaf’ın da kararı aynen şöyleydi:
“Usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu… anlaşıldığından…” (25 Nisan 2015)
Demek ki bu gazetecilere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesinde “herhangi bir hukuka aykırılık bulunmuyor”muş, “delillerde ve işlemlerde bir eksiklik olmadığı” da tespit edilmiş imiş.
Ama Yargıtay aşamasında, Başsavcı Tebliğname ile bu kararları yanlış buldu. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de bu kararları bozdu! (5 Temmuz 2019, No: 2019/4769.)
Hani hukuka aykırılık yoktu, deliller falan tamamdı?!
Madem Yargıtay böyle diyor, öyleyse aynı “emsal”de Mümtazer Türköne niye hâlâ hapiste?
‘CEBİR VE ŞİDDET’
Bu sıkıntılı süreçte Türkiye için bir hukuk penceresi açan 16. Ceza Dairesi’nin Hukuk Fakültelerinde ders olarak okutulması gereken 42 sayfalık kararının en önemli tarafı şu: Faşist hukuk sisteminde her türlü iktidar karşıtı hareket “darbeye teşebbüs” suçu sayılır… Demokratik hukukta ise hükümet karşıtı hareketlerin “darbeye teşebbüs” suçu sayılabilmesi için belli kapasitede “cebir ve şiddet” olması gerekir.
27 Mayıs mahkemesi Menderes ve arkadaşlarını mahkum etmek için faşist hukuk anlayışını uygulamıştı.
Gazetecilerin hareketlerinde “cebir ve şiddet” yoktu, bu yönde “kasıt” da yoktu.
Neticede Mehmet Altan beraat etti. Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan yazılarıyla “terör örgütüne bilerek yardım” suçu işledikleri gerekçesiyle ceza miktarı nispeten az bir mahkumiyet aldılar, bu sebeple tahliye edildiler.
Bu karar da İstinaf’a ve oradan yine Yargıtay’a gidecek.
Sonunda onlar da beraat edecek; çünkü FETÖ’nün illegal yönünü ve darbe örgütlenmesini MİT ve Genelkurmay bile bilmiyordu; gazeteciler nasıl “bilerek yardım” etmiş olsunlar!
İnsanın aklına gelmez mi; Yargıtay’la mahkemeler arasında niye böylesine uçurum var?
Bu nokta “yargı bağımsızlığı” ve “hakim teminatı” alanlarındaki ağır sistem sorunları kendini gösteriyor.
Tahliye kararlarına sert siyasi tepki gösterenler de var. Ama suçu ve cezayı siyasi görüşler değil, hukuk tayin edecekse, eleştirenler de hukuk diliyle konuşmalıdır. Gerisi siyasi politikten öteye gitmez.