HTŞ ve Suriye Milli Ordusunun ülkedeki hakimiyet haritasını neredeyse bir haftada değiştirmesi Orta Doğu’nun sadece on yıllarca donmuş bekleyen dengelere değil bir anda ters yüz olabilen dinamiklere de sahiplik ettiğini gösterdi. Bir kez daha.
Belki de o nedenle bu coğrafyayı anlamak da okumak da yönetmek de çok boyutlu, alternatifli ve temkinli düşünmeyi, planlamayı ve hareket etmeyi mecbur kılıyor. Bu gerçek, uzun dönemli stratejilerin sabitesinin olmaması gerektiği anlamına gelmiyor ama 7 Ekim ve 27 Kasım tarihleri sert değişimlere hazır olmak gerektiğini gösteriyor.
2011’den beri Suriye’de yaşananlar hiçbir şey öğretmedi ise bugünkü dengeye ve geleceğe dair keskin kanaatler geliştirmemeyi ve katı öngörülerde bulunmamayı öğretti.
Türkiye’deki kamuoyu ise anlaşılır sebeplerle güneyimizde yaşananlar nedeniyle bambaşka uçlara savruldu.
Halbuki her sakallı hakkında kesin kanaati olan İslamofobik ulusalcı ezberlerin, mezhep ünsiyeti üzerinden uzlaşmaz rövanşistlerin ya da YPG’yi etnik bağ ile sahiplenen ve Kürtlerin nüfusları ile orantısız hakimiyetlerini kazanılmış hak görenlerin Suriye’ye dair yaptıkları ve yapacakları değerlendirmelere mesafeli yaklaşmak gerekiyor. Aynı kefeye koymak her zaman doğru olmasa da fetih ruhu ile Suriye’nin Türkiye’ye komşu, Türkiye için önemli ve sıkı akrabalık bağları olan ‘başka’ bir ülke olduğunu görmezden gelen yaklaşımlara da temkinli olmakta fayda var.
Yakın ve uzak tarihin dayattığı duygusal bağlar Suriye hakkında soğukkanlı ve gerçekçi yaklaşımı zorlaştırsa da Türkiye için de Suriye için de doğru olan bu.
Suriye’deki Kürt aktörlerin, ülkenin ortak sahiplerine Batının sağladığı askeri imkanlar ile savaş açmanın uzun yıllar sürecek siyasi ve psikolojik kopuşları tetikleyeceğini unutmamaları gerek.
Kürtlere Esad döneminde yapılan zulümler, farklı ülkelerde uğradıkları haksızlıklar bugün Esad ve İran adına ABD silahları ile diğer toplumları hedef almalarını meşrulaştırmadığı gibi kendilerine barış getirecek bir ortamı da dinamitleme potansiyeli taşıyor.
Ankara’nın sürecin ne kadar içinde olduğunu öngörmek zor. Ama son operasyonda hiçbir katkısı ya da yönlendirmesi olmasa bile Suriye’nin kuzeyinde muhalifler için oluşturduğu görece istikrarlı alan, İran ve Rusya ile yürüttüğü diplomatik süreçlerle 2020’de oluşmasına katkı verdiği modus vivendi bugünkü harekâtı mümkün kıldı.
Üstüne de desteklesin desteklemesin Ankara’nın öncelikleri ve beklentileri ile muhaliflerin operasyonu en azından şu ana kadar örtüşüyor. Türkiye’nin gelişmeleri soğukkanlı takip ederek sürecin sponsorluğunu sahiplenen bir dil kullanmaması geçmişteki tecrübelerin akılda tutulduğunu gösteriyor. Bu da Türkiye’ye hak edilmiş bir kredi veriyor. “Kafkasya’ya nasıl girdiysek…” diye başlayan cümlelerin maliyeti hala taze.
İran ve Türkiye arasında Arap Baharı’ndan hatta Irak’ın işgalinden bu yana Türkiye aleyhine işleyen süreç en azından şimdilik tersine dönmüş gibi. Bunda Ankara’nın Suriye’de istikrarlı bir alanı koruyabilmesi, İsrail’in İran’ın bölgedeki yıkıcı gücünü zayıflatması, Rusya’nın Ukrayna’ya yoğunlaşması ve Trump döneminde muhtemel bir ateşkese avantajlı girme çabası, Esad yönetiminin içten çürüyen yapısının hepsinin vektörel bileşkesinin rolü var.
Son gelişmeleri bunlardan sadece biri ile irtibatlayıp İran’a karşı Türk-İsrail-ABD ortak hamlesi parantezine hapsetmek ideolojik ve siyasi bir kasıt değil ise en hafif tabirle bilgisizlik. İsrail’in muhaliflerin eline geçecek silah depolarını vurmaları ya da muhtemel ilerleme noktalarındaki ikmal hatlarını hedef alması bile bu iddianın sınırlarını gösteriyor.
Esad yönetiminin ülkenin demografisine rağmen 1950lerin jeopolitiğinde ortaya çıkmış ve azınlık darbesi ile Soğuk Savaş’ta şekillenmiş iktidarı, İran’ın Şii hilali için bölgeyi şiddet ve kanla belirleme çabası ya da YPG/PYD’nin IŞİD’le savaşın meşruiyet örtüsü ve ABD desteği ile kurduğu bölgedeki Kürt nüfusu ile orantısız hakimiyeti gerçekçi ve sürdürülebilir değil.
Kötü olan Lübnan’a benzer şekilde Suriye’nin de bölgenin bölünmüş demografik haritası ve bölgesel/küresel aktörlerin çıkarları arasında sıkışmış olması.
Tüm yıldızların aynı hizaya gelmesi kolay değil. Ama Suriye son on beş yılda ilk kez herhangi bir çözümü konuşmaya bu kadar yakın. Aynı anda hem riskler hem fırsatlar masanın üzerinde duruyor.
İyimser olmanın en zor olduğu coğrafyada hala ABD’nin terörist listesinde olan Colani’nin CNN’e söyledikleri geleceğe dair olumlu beklentileri canlı tutmak için önemli. “HTŞ bir amaç değil araç. Tüm farklı grupların ortaklaşa inşa ettikleri kurumlarıyla güçlü bir Suriye’de HTŞ de sona erecektir. İstikrarlı bir Suriye kamplarda yaşayanların; Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a gidenlerin hatta Avrupa’daki Suriyelilerin de geri dönüşüne zemin hazırlayacaktır.” cümleleri kendisini başarıya götürecek yolun başka başkentleri ikna etmekten geçtiğini de ortaya koyuyor. Ama elbette bugün söylenenlerin üzerindeki tereddütler gerçek bir iktidarda test edilene kadar var olmaya devam edecek.
Umalım ki iç ve dış aktörlerin Suriye halkına ödetecekleri bedeli umursamadan kendi önceliklerini dayatmaları komşumuzu yeni bir girdaba sürüklemez.