Bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalarla, siyasi çalkantılarla, darbelerle, muhtıralarla ve beraberinde elbette birçok güzel şeyle birlikte Cumhuriyet’in 100. yılına ulaştık. Neredeyse iki asra yakın süredir yönetilemeyen, amaçsız ve vizyonsuz kalmış, dünyayı anlamakta başarılı olamamış, gerilerken çökmekte olan bir imparatorluğun ardından cumhuriyet kaçınılmaz bir istikametti. Osmanlı hanedanı gücünü ve idari kabiliyetini kaybettikten sonra; dünya harbiyle birlikte topraklarının çok büyük kısmını da yitirince kaçınılmaz olarak ülkeden geri kalanı yönetme imkanından da mahrum olacaktı. Öyle de oldu yerini Cumhuriyet’e bırakıp, tarih sahnesinden çekildi.
Bugün, kuruluş dönemi yanlışlarına, devamında devlet ile milleti birbirinden uzaklaştıran tatbikatlarına ve 100 senenin büyük kısmını gerçek bir demokratik hukuk devleti vasfından uzak yaşamasına rağmen cumhuriyet alternatifsizdir. Seveni de sevmeyeni de esasında bu dairenin vazgeçilmezliğini kabul etmektedir. Başka bir model önerisi yoktur. Amacımız halk idaresidir ve meselemiz de bu idarenin güçlü bir demokrasi ve elbette hukuk eliyle işlemesini temin etmektedir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet bu hedefleri hakkıyla gerçekleştirememiş olsa da bunun imkanını millete sunmuştur.
Peki, Cumhuriyet idaresinde Türkiye başarabildi mi? Yani, halkına refah, huzuru ve güvenlik sağlayabildi mi? Dünya milletler ailesinde vazgeçilmez ve muteber bir yere sahip olabildi mi? Eğitimde, bilimdi, sanatta, teknolojide, tarımda, şehirleşmede yüksek standartlara ulaşabildi mi? Hukukta, ifade hürriyetinde, insan haklarında kendisine iyi bir yer edinebildi mi?
Hem evet, hem hayır…
Uzun uzadıya anlatmanın lüzumu yok, birçok ülke Türkiye’den daha gerideyken şimdi daha ileridedir. Birçokları da gerimizde. Geride kalanlara bakıp sevinmek, ileridekilere bakıp hayıflanmak bize kalmış.
Neye sevinip neye üzüleceğimizi bizim vizyonumuzu ve ortak kalitemizi belirler. Ne kadarıyla yetineceğimizi de… Başarı ve başarısızlıkları sadece bir asırda Türkiye’yi idare eden liderler ve partilerin kritiği üzerinden yapmak bu durumda işe yaramaz. Tek parti dönemi hariç hepsini bu millet seçmiştir. Cumhuriyet demek idareyle birlikte, mesuliyetin ve başarı ile başarısızlığın da millete ait olması demektir.
Türk milleti çok şeyi başardı ama yüz senenin sonunda dünyada bulunduğu yer, ruh hali ve geleceğe dair umutları açısından başaramadıklarına bakınca daha iyi ve daha güçlü bir ülke olmaktan uzakta kalışımızı da ıskalamayız. Kaynakları ve özellikle zamanı iyi değerlendirdiğimiz söylenemez. Üretmeyi, kalkınmayı, eğitim ve bilimde ilerlemeyi başaran birçok “iddiasız” ülkenin gerisinde kaldık. Geliştik ama asıl gelişme dünyanın ortalama gelişiminin üzerinde olabilmekti; o rekabette yetersiz kaldık. Coğrafyamızın sunduğu imkanlardan bir ölçüde yararlandık ama bunun ötesine geçerek büyük atılımlar yapmayı başaramadık. Dünyadaki değişimlerin önümüze çıkardığı fırsatları da hakkıyla değerlendiremedik. İçeride de toplumun birbirine güven duyusunu, empatiyi ve dayanışmayı tesis edemedik, aza razı olup bunun üzerinden bitmeyen ve hala devam eden bir paylaşım kavgasından geri durmayı başaramadık. Özgüvenimizi destekleyecek sütunları inşa edemeyince hamasete müracaat ettik ve yüz yılın sonunda hala bitmek tükenmeyen bir beka endişesine mahkum olduk.
Cumhuriyet’in yüz yılıyla gurur duyarken geride bıraktığımız çok değerli asrı en gerçekçi şekilde analiz etmek zaruretini unutmayalım. Zamanın yüz yıl öncesinden daha hızlı aktığını ve kaçırılacak fırsatların daha büyük maliyeti olacağını hiç unutmayalım.