Uygulamada olup bitenler de zaten anayasanın sistem üzerindeki otorite eksikliğini açıkça gösteriyor. Seçilmiş milletvekilinin Meclis’te göreve başlamasını sağlayamayan, açık hükümlere rağmen Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay karşısında hukukunu koruyamayan bir anayasa… Yine açık anayasal hükümlere bütçe ve fon denetimlerinin halini hiç sormayın. Öte yandan, 30’a yakın irili ufaklı değişiklik paketine rağmen 12 Eylül yönetiminden kalan vatandaşlık tanımının hala hüküm sürmesi de bir başka eksiklik ve sorundur.
Gelgelelim yeni anayasa fikrine…
Bu fikir 14/28 Mayıs seçimlerinden sonra ortaya çıktı ve öncelikli hedefinin (1) Cumhurbaşkanı’na bir kez daha seçilme hakkı, (2) Seçimi kazanma şartının yüzde 50+1’den çıkarılması ve en çok oyu alanın kazanması, olduğunu duyduk. Maksadın gerçek anlamla yeni ve temel hakları geliştiren bir anayasa olduğuna dair bir ses duymadık, işaret de görmedik. Şu ana kadar olan bitenin özeti, bir dönemlik ihtiyaca binaen anayasa rüzgarı estirildiğidir.
Bununla birlikte, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un çabasının iyi niyetli olduğunu düşünüyorum. Bazı selefleri anayasada anlamlı değişiklikler yapmayı başarmıştı, Kurtulmuş’un da başarmasını umuyorum. Ancak, yeni anayasa talebine, bu girişimin karakteri ve amacını tanımlayan bir vizyon da eşlik etmelidir. Neyimiz eksik ve neyi hedefliyoruz? Bu soruların cevabını içeren bir bakış açısına ihtiyaç vardır. O bakış açısı da eksik ve eksikliğin sebebi de bu girişimin patronunun Cumhurbaşkanı olmasıdır. O’nun yukarıda iki maddeyle özetlenen beklentisi dışında yeni bir anayasadan ne beklediğini bilmiyoruz. Veya bu iki maddede istediğini alabilme karşılığında neleri vereceğini kestiremiyoruz. Zaten sadece bu durum bile yeni bir anayasanın havasını söndürmeye yetiyor. Umarız, süreç başlayacaksa böyle başlamaz.
Mevcut anayasanın, defalarca değişmiş olmasına rağmen hala 12 Eylül ruhunu koruduğunu veya parçalı değişiklerinin anayasanın kalitesini düşürdüğünü söylemek doğru olsa tek başına yeni bir anayasa motivasyonu sağlamaya yetmiyor. Unutmayalım ki CHS’ni getiren değişiklik sistemi değiştirirken anayasa daha özgürlükçü noktaya taşımadı. Aksine demokratik tecrübeyi geri döndüren hükümleri anayasa monte etti. İktidarın denetimsizliği fiili durum halini geldi, Meclis zayıfladı ve AYM başta olmak üzere yargının sistem içindeki payı geriledi. Kuvvetler ayrılığından da söz edilemez oldu. Bugün bir anayasal düzen var ama bunun demokratik hukuk devleti prensiplerine uygun olduğunu söylemek mümkün değildir.
Şu halde, yeni anayasa için niyetin bütün farklılıklarıyla bu ülke insanlarının kendini iyi hissedeceği bir metin olup olmadığını anlama ihtiyacı vardır. Türkiye’nin neye ihtiyacı olduğunu, demokrasideki eksiklerin ne olduğu ve genel olarak temel haklarda ulaşması gereken noktanın neresi olduğu sır değildir. Yeniden keşfe lüzum yoktur. Meclis’te bulunan partilerin de ülkedeki bütün fikirleri temsil edebildiği gerçeğiyle birlikte; “herkesin kendisini iyi hissedeceği” ve toplamda da geçmişin biriken problemlerinin hallini mümkün kılacak bir zeminin olduğunu düşünebiliriz. Maksat “herkesin iyiliği” ise buna mümkün olduğu kadar yaklaşmaya mani bir hal bulunmuyor. Maksat bu ise tabii… Ama mesele -sahiden- Cumhurbaşkanı’nın seçim prosedürüyse ve yanına da AYM’nin ikinci plana itilmesi sıkıştırılacaksa bunun için de ülkeyi meşgul etmenin lüzumu yoktur.